Üzerinde ot bile bitmeyen kızgın çöllerden buzun 12 ay kalkmadığı kutup bölgelerine, uçsuz bucaksız denizlerden güneş ışıklarının toprağa ulaşamadığı yoğunluktaki ormanlara kadar yayılabilmemizin tek sebebi muazzam uyum gücümüz. İnsan kendi ötesine çok çabuk geçebilen bir canlı. Asla yapamam dediği şeyleri beyin denilen hala çözülemeyen o süper bilgisayarla yapabilen, en dayanamayacağını düşündüğü şeylerin üstesinden gelebilen çok esnek bir tür. Üstelik bunu tek başına değil türdaşlarıyla yapabiliyor. Beraber avlanıp, ateş yakıp onun yanında ısınmayla başlayan süreç, metropoller kurup uzaya, atmosferin dışına insanları yollayıp bilimsel deneyler yapmaya kadar varmış durumda. Kendimizi yok etme pahasına hala beraber uygarlık dediğimiz şeyi geliştirmeye çalışıyoruz. Ancak bu hızlı ilerleme karşısında unuttuğumuz şey doğayla kurduğumuz uyum odaklı ilişki. Bu ilişkiden koptukça belki de filmin sonuna doğru hızla ilerliyoruz.
Her şeye rağmen bu ilişkiyi koparmadan yaşamaya çalışanlar ve sıra dışı coğrafyalarda hayatlarını sürdürmeye çalışan bazı insanlara adandı bu yazı. Onlar hala bu dünya üzerinde “insan gibi” var olabileceğimizi ve hatta insanın ötesine geçebileceğimizi gösteren saf örnekler.
Tuaregler
Dünya üstünde yaşanması en zor yer neresi diye sorulsa muhtemelen çoğu insanın ilk cevabı Sahra Çölü olurdu. Uçsuz bucaksız kum tepeleri, susuzluk, bir ağaç gölgesinden bile yoksun dev bir boşluk. Kim burada hayatta kalabilir ki? İnsanın ötesine geçmenin bile çölde yeterli gelmeyeceğini düşünebiliriz çoğumuz. Ancak Tuaregler binlerce yıldır çölü evleri olarak benimsemiş bir topluluk. Rüzgarla sürekli değişen bu coğrafyada, yollarını büyük bir ustalıkla bulabilen Tuaregler çölde kullandıkları mavi kıyafetleri nedeniyle “Mavi İnsanlar” olarak da biliniyorlar. Bu göçmen topluluğun en temel geçim kaynağı deve kervanları ve keçiler. Kendilerini özgür insanlar olarak tanımlayan Tuaregler için sürekli hareket etmek çok önemli. Dev bir çölde hareket edip bulutsuz bir gökyüzünün altında yaşamanın bir başka koşulu da yıldızlara uymak. Sonsuz gibi görünen çölde yollarını bulmalarına yıldızlar yardımcı olduğu için Tuaregler astronomi konusunda da oldukça başarılılar.
Bajaular
Kevin Costner’ın başrolünü oynadığı 1995 yapımı Waterworld filminde bazı insanlar su altında kalan dünyada hayatta kalabilmek için solungaçlara sahipti. İşte Bajaular bu filmdeki başkalaşım geçirmiş insanlar misali su altında yaşayabilen insanlar. Tek nefesle beş dakikadan uzun süre su altında kalabilen Bajaular, Pasifik’te adalar arasında göçmen hayatı sürdürüyorlar. Avlanmak için su altına indiklerinde nabızlarını düşürüp vücutlarının oksijen tüketimini azaltan Bajaular adeta su altında yaşama uyum sağlamışlar. Hatta su ile ilişkileri o kadar kuvvetli ki, çok uzun süre karada kaldıklarında kara tutması denilen bir hastalığa yakalanıyorlar.
Tikunalar
Tikuna Kabilesi, Amazon Ormanları’nın derinliklerinde yaşayan bir topluluk. Aslında uzun süre diğer insan topluluklarıyla ilişki kurmaktan kaçınmışlar. Kendini izole etmenin bedeli ise elbette “yeşil çöl” denilen Amazon bölgesinde doğa ile çok köklü bir iş birliğinden geçiyor. Hayvanlardan korunmak için ağaçlara evlerini inşa etmişler. Bölgede yetişen bir bitki olan manioc ve tropik meyvelerle beslenme ihtiyaçlarını çözmeyi öğrenmişler.
En önemlisi, balık bulamadıkları noktada çok lezzetli ve besleyici bir protein kaynağını öğrenmişler: ağaç kurtları. Orman karidesi de dedikleri bu canlılar, gıda bulmanın ciddi sorun olduğu Amazon Ormanları’nda onların kurtarıcılarından biri olmuş.
Inuitler
Kışın aylarca güneş ışığının olmadığı, havanın -40 dereceye kadar soğuduğu, hata şansı olmayan bembeyaz bir cehenneme dönen kuzey kutup dairesinde yaşayan ve insanlığın ne kadar uç noktalarda bile yaşayabileceğini gösteren en iyi topluluk Inuitler belki de. Metrelerce buzun altında yer alan donmuş toprakta hiçbir sebze meyvenin yetiştirilemediği, yolun olmadığı bu coğrafyalarda nasıl yaşayabiliyor peki bu insanlar? Aslında tüm bu hayatı kurmalarını sağlayan ilk şey köpeklerle kurdukları ilişki. İnsanlığın Afrika’dan başlayan göç serüveninde Bering Boğazı’ndan Amerika kıtasının kuzeyine ve Grönland’a yayılan Inuitler köpekleri evcilleştirerek onları ulaşımda kullanıp hayatta kalmayı başarıyorlar. Barınmak için çevrelerindeki tek şey olan buzu kullanarak “igloolar” inşa ediyorlar. Onların yaşadıkları coğrafya yürünebilecek bir coğrafya değil. Bu nedenle, çocuklar yürümeden önce kayak adı verilen ufak kanoları kullanmayı öğrenirler.
Yaşadıkları coğrafya ile kavga etmeden, onu şekillendirmek gibi nafile bir çabaya girmeden, düzene uyarak yaşayan bu toplulukların hepimize vereceği bolca ders bulunuyor. Son olarak, ünlü gökbilimci Carl Sagan’ın dünyanın uzaktan çekilmiş ve soluk bir mavi nokta olarak göründüğü fotoğraf üstüne yazdığı satırları hatırlamak iyi olacaktır: “Bu soluk ışık noktası, bütün o kasılmalarımıza, kendi kendimize atfettiğimiz öneme ve evrende öncelikli bir konuma sahip olduğumuz yönündeki yanlış inancımıza meydan okuyor. Gezegenimiz, çevremizi saran o büyük evrensel karanlığın içerisinde yalnız başına duran bir toz zerreciğidir. İçinde yaşadığımız bilinmezlik ve bütün bu enginliğin içerisinde, başka bir yerden bir yardımın gelip bizi bizden kurtaracağına dair hiçbir ipucu yoktur.”