Yaklaşık 20 yıldır ayrımcılık, kapsayıcılık, ötekileştirme üzerine dersler veriyorum; konuşmalar yapıyorum. Cinsiyetçilik, ırkçılık, heteronormativite, sağlamcılık gibi kavramları anlatıyorum, birlikte tartışıyoruz. Kimse elini kaldırıp “Söylediklerine katılmıyorum! Beyazlar/engeli olmayan bireyler/ heteroseksüeller/erkekler tabii ki daha üstün canlılardır” gibi tepkiler vermiyor. İçinden böyle düşünenler olsa bile bunu yüksek sesle ifade etmenin olumsuz sonuçları olacağının farkında. Konu türcülük tartışmasına geldiğindeyse işler değişiyor. Türcülük (speciesism) hayvan hakları ve uygulamalı etik alanlarında 1970’lerden beri tartışılan bir kavram olsa da günlük dile ve tartışmalara yeni yeni girmeye başladı. Bir türün (bu durumda, insanın) diğer türlerden ahlaki olarak daha üstün olduğuna ve diğer türlere yönelik davranışlarının gerekçelendirilebileceğine dair bir inanç sistemi. Bu inanç, Aristo’ya (M.Ö. 384–322) kadar uzanıyor. Aristo doğanın tüm hayvanları insanlar için yarattığını söylüyor. Bu görüş zamanla, Tanrı’nın diğer canlıları insanın emrine verdiği, insanın tek rasyonel canlı olduğu gibi gerekçelerle yaygın olarak karşılık buluyor. Halen de oldukça kabul görüyor. Geçen ay katıldığım bir etkinlikte, konuşmacı yüzlerce davetlinin karşısında “omurgası kontrollü olarak kırılmış” bir farenin görüntülerini dev ekrana yansıtıp omurilik felcinin “tedavi”sinde önemli bir adım atıldığını söyledi. Salondan neredeyse hiç tepki almadı. Çok sayıda restoranın vitrininde etler hala gururla sergileniyor. Süt kuzusu menülerde yer alıyor. Buzağıların annelerinden süt emmesini engelleyen aparatlar, hayvancılık fuarlarında rağbet görüyor.
Türcülüğü sistematik olarak sorgulamaya başlayan ilk felsefeci Peter Singer. Singer 1975’te yayınladığı Animal Liberation (Hayvan Özgürleşmesi)* adlı kitabında insan olmayan hayvanlarla insanların iyi olmasına eşit derecede önem verilmesi gerektiğini savunuyor. Gerekçesi çok net: Bir davranış acıyı azaltıp, mutluluğu (hazzı) artırdığı sürece etik açıdan doğrudur. İnsan olmayan hayvanlar da acıyı hissedebilirler. Bu durumda onların acı çekmesini önlemek, azaltmak insanın ahlaki sorumluluğudur.
Şimdi bu prensibi cebimize koyarak düşünelim: Milyonlarca hayvan, deneylerde kullanılmak üzere üretiliyor, aç bırakılıyor, omurgaları kırılıyor, parçalanıyor, zehirleniyorlar. Her yıl milyarlarca hayvan, eti için öldürülüyor. Bunların büyük bir kısmı yaşamları boyunca acı çekiyor. Tavuklar hiç güneş görmeden, kanatlarını açamadan öldürülüyor. İpek böcekleri kozanın içine girdikten sonra canlı canlı haşlanıyor ve fırınlanıyorlar... Halen kürkleri ya da “spor” için avlanan hayvanlar var.
Bizim ahlaki sorumluluğumuz (az çok demeden) acıyı azaltmaksa ve tüm canlıların refah içinde yaşamasına katkıda bulunmaksa türcü bakış açısından kaynaklı tüm bu sistemleri ortadan kaldırmak ve diğer canlılarla ilişkimizi yeniden tanımlamak.
Ütopik Mi?
İnsanın kendisini hayvanat bahçelerine hapsettiği kutup ayılarından, kayalara vurarak öldürmeyi kendisine hak gördüğü ahtapotlardan, deneylerde kullandığı farelerden, tavşanlardan daha önemli, değerli, “özel” görmediği bir dünya mümkün mü? Bence mümkün.
Bu dünyayı başkalarının kurmasını beklemememiz gerekiyor. Singer’ın sorusu ile başlayabiliriz: Bugün insan olmayan canlıların acısını azaltmak için ne yapabilirim? Neyden vazgeçebilirim? Et yemekten mi? Hayvanlar üzerinde denenmiş ürünleri satın almaktan mı? Boğma yöntemi ile elde edilmiş ipekten mi? Hayvanat bahçelerini ziyaret etmekten mi? Hangi hareketi destekleyebilirim? Kafessiz Türkiye mi? Deney Hayvanlarına Hayır mı? Barış İpeği mi? Çevremde bu konularda farkındalık yaratmak için ne yapabilirim?
“Senin et yemeyi bırakman neyi değiştirir ki? Koskoca hayvancılık endüstrisini sen mi değiştireceksin?”, “Hayvansal proteinin yerini hiçbir şey tutamaz”, “O hayvanlar ormanda kalsaydı çoktan ölürdü, hayvanat bahçesinde çok iyi bakılıyorlar”, “Kanserden çok sayıda insan ölüyor. İlaçları başka nasıl geliştirebiliriz?” tepkileri verenler olacaktır. Buna hazır olun. Cevaplarınızı oluştururken Singer’ı yanınıza alabilirsiniz. “Ben acıyı elimden geldiği kadar azaltmaya çalışıyorum. Siz ne yapıyorsunuz?” Bir de tabii, Martin Luther King Jr.’ın 1963’te yaptığı ikonik konuşmayı: “Bugün bir rüyam var benim. Bir rüyam var: Gün gelecek, Alabama eyaleti, valisinin ağzından hep müdahale etme ve izin vermeme yönünde sözler dökülen o eyalet, küçük siyah oğlanlarla küçük siyah kızların, küçük beyaz oğlanlar ve küçük beyaz kızlarla el ele tutuşup kardeşçe birlikte yürüdüğü bir yere dönüşecek.”
*Ayrıntı Yayınları’ndan Türkçe olarak da çıktı.