Sabahın ilk ışıkları henüz dünyaya ulaşmamış. Alacakaranlıkta tozlu, kalabalık ve kaotik sokaklarda rengarenk kıyafetler içerisindeki binlerce insanlar beraber ilerliyorum. Bir sel gibi tek yöne doğru akan bir güruhun içerisindeyim. Varanasi’nin Ganj nehrine doğru inen rıhtımlarına doğru binlerce Hindu ile beraber yürüyorum. Aklıma Hinduların kutsal metni olan Mahabharata’da geçen bir kısım geliyor:
“Onun ismini tekrar etmek saflık getirir. Onun refah verdiğini görmek, onun suyunda yıkanmak ya da suyunu içmek, öncesi ve sonrasıyla ırkımızın yedi neslini korur. Ganj nehri gibi bir hac yeri, Vişnu gibi bir tanrı ve Brahmanlardan daha üstünü yoktur.”
Kutsal Ganj’ın kıyısına varıyorum. Beni nehrin kenarındaki çardaklarda kısa törenlerle ziyaretçilerin karmalarını temizleyen kıdemli rahipleri karşılıyor. Çeşitli mantralar ile güne başlıyorlar. Ghat adı verilen geniş merdivenler şeklindeki rıhtımlar suya girmeye hazırlanan her yaştan insanlarla dolu. Bir kayığa atlayarak gün doğumu için Ganj’ın sularına açılıyoruz. Her sabah nehir kıyısına gelen binlerce insan Vişnu’ya dua edip, Ganj’ın kutsal sularında yıkanıp tam karşılarından doğan güneşi selamlıyorlar. Kıyıda kıyafetlerin oluşturduğu bu rengarenk karnavala nehre açılan onlarca irili ufaklı kayık eşlik ediyor. Güneş henüz çıkmadan aydınlığı ile ghat’ları aydınlatmaya başladıkça yıkananların sayıları giderek artıyor. Herkesin geldiği bölgeye göre yıkandığı ghat’lar değişiyor. Farklı mezhepler kıyafetlerinden ayırt ediliyor. Bazı kadınlar sarileriyle suya giriyorlar. Buralarda suyun içerisinde kırmızı, sarı, mavi, yeşil parlak renkler adeta dans ediyor. Güneş doğunca ghat’lar aydınlanıyor. Ganj’ın çevresine inşa edilmiş renkli ve tarihi binalar iyice ortaya çıkıyor.
Binlerce insan suyun içerisinde güneşin yeryüzüne ulaşan ilk ışıklarına şahitlik ediyorlar. Adeta dünyanın her sabah yeniden doğuşunu kutluyorlar. Gecenin yok ettiği aydınlığı karşılıyorlar. Müthiş bir enerji yayılıyor çevreye. Hindulara göre Ganj nehri dünyaya cennetten indirilmiştir. Ancak ilk hali o kadar kuvvetlidir ki tanrı Şiva’dan nehri dizginlemesi için yardım istenir ve o da nehri saçlarında yavaşlatarak akıtır. İşte bu nedenle Hindular bazı günler nehirde yıkanmanın günahlarını temizleyeceğine inanıyor.
Gün doğumundan sonra şehrin sokaklarından geri dönmek üzere bir başka doğuş noktasına gitmek için ayrılıyorum. Bir süre sonra şehrin kaosu, kalabalığı kayboluyor. Varanasi’nin yaklaşık 10 km dışındaki Sarnath’a varıyorum. Buda’nın ilk öğretilerini vermeye başladığı kutsal alanın yer aldığı bölge tüm dünyadaki Budistler için bir hac noktası. Bir prensken keşişe dönen, Hinduizmin yarattığı kast sistemine tepki olarak alternatif bir inanç yolu arayan Siddharta’nın Buda yani aydınlanmış kişi olarak dünyayı değiştiren fikirlerini açıkladığı yerdeyim. Azalarak büyümek, arzularından vazgeçmek, gösterişli olmamak, doğru insan olmak ve yaşadığın evrene uyum sağlamak üzerine kurulu bu inanç aslında insanın aydınlanarak kendini keşfetmesini odaklıyor. Ağaçların altında, yeşillikler içerisinde Budizmin öğretilerini düşünürken vakit geçiyor. Buda ile vedalaşıp yönümü tekrar şehre çevirme vakti geliyor.
Yeniden binlerce insanla bir sel oluşturup ghat’lara doğru yürüyoruz. Bu defa günü batıracağız. Ganj’ın kıyısı her saat kalabalık. Ürkütücü ama karizmatik tavırlarıyla sadular var etrafta. Hinduizm’in bu uç noktasında yaşayan adamlar dünyamızdan adeta soyutlanmış kendi inanç dünyalarında yaşayan bir haldeler. Her akşam yapılan Aarti törenleri için kalabalık hazır. Rengarenk kıyafetli insanlar iğne atsam yere düşmeyecek bir ortam oluşturmuşlar. Ganj’a ismini veren Tanrıça Ganga’ya adanan bu törenle nehri kutsayıp bize verdikleri için teşekkür edeceğiz. Sabah karma temizleyen rahipler bu defa tören için nehir kıyısındaki platforma çıkıyorlar. Tütsüler, çanlar ve en inançsız insanın bile içini titreten mantralarla tören başlıyor. Bir saatten fazla süren bu tören sonunda herkes Varanasi sokaklarına dağılırken ben gün döngüsünü tamamlamak için ölü yakılan ghata doğru yürüyorum.
Yolda beni aghoriler karşılıyor. Saduların da en uç kollarından olan bu adamlar yakılmak için ghata getirilen ölülerin parçalarını yiyorlar. Vücutlarını kaplayan küller ise ölülere ait küller. Çünkü inançlarına göre hayatını kaybeden bir bedenin hiçbir önemi yok. Önemli olan ruh. Ölü yakınları yanma işlemi bitene kadar parayla görevliler tutarak aghorileri engellmeye çalışıyor.
Ölü yakılan ghata yaklaştığımı yükselen dumandan anlıyorum. Varanasi yaşamın olduğu kadar ölümün de kenti. Bu zıtlıkların merkezi olması onun kutsal olmasını sağlıyor belki de. Hindulara göre Varanasi’de ölmek reenkarnasyon çemberini sonlanmak demek. O nedenle çoğu insan öleceğini anladığında veya sağlığı bozulduğundan Varanasi’ye geliyor. Burada çıkış tarihi açık olarak pansiyonlara yerleşiyorlar ve ölmeyi bekliyorlar. Bu nedenle sokaklarda sağlıksız ve kötü durumda bir çok insanla karşılaşıyorsunuz. İşte bu sürecin sonu da bulunduğum ghatta bitiyor. Odunlarla oluşturulan setlere yerleştirilen kefenlenmiş ölüler üstlerine çeşitli yağlar dökülerek Ganj kıyısında yakılıyor. Bu bir Hindu’nun başına gelebilecek en iyi son olarak görülüyor. Yakılma işlemi başladığında ölünün üstüne istiflenen odunlar arasından uçu sivriltilmiş uzun bir bambu çubuk sokuluyor ve ölünün kafatası kırılıyor. Böylece beden yok olurken ruh da bedenden çıkartılıp özgürleştiriliyor.
Bu sarsıcı töreni izlerken uzaktan şarkı söyleyen neşeli bir grubun sesi geliyor. Giderek yaklaşan grup omuzlarında çiçeklerle kaplı, kefenlenmiş bir ölü daha getiriyorlar. Ölüler ghatlara komşuları veya yakınları tarafından bu şarkılarla getiriliyor. Ölüm Hindular için bir yas nedeni değil, hayatın, yolculuğun ve yeniden geri gelmenin bir etabı. Odunlar hazırlanırken gruptan bir genç erkeğin saçları usturayla kazılıyor. Muhtemelen oğlu. Cenaze onun sorumluluğunda olacak anlamına geliyor bu traş.
Gün ve hayatın yeniden doğuşuyla Ganj kıyısında başladığım gün aslında ölümle ve yok olarak bitiyor. Aslında bir çember gibi hepsi birini izliyor. Gün batmadan doğamıyor, doğmadan ölemiyoruz. Varanasi yok olmanın var olmanın ilk adımı olduğunu bir günde anlatıyor.
Bu yazı Bahar 2022 sayısında yayınlanmıştır.