Dünyadaki tüm varlıkların gözlerimizle göremediğimiz ancak hissedebildiğimiz bir enerjisi var ve bu enerjinin de kaçınılmaz bir şekilde etrafındakileri etkilediği aktif bir alanı mevcut. Kimisinin etki alanı daha güçlü, kimisininki daha sakinleştiriciyken, kimisininki coşturucu, yorucu, yumuşak veya sert olabiliyor. Bu farklılıkların bizi daha az etkilemesini, bizi neyin aşağı çektiğini neyin yükselttiğini tecrübe ederek sağlayabiliriz ancak. Etkilenmek bir tarafa, “Enerji dalgalanmalarını nasıl kendi lehimize kullanabiliriz?” derseniz, en önemli konunun insanın kendini iyi tanıması olduğunu söyleyebilirim. Neyin sana iyi geldiğini, neyin seni beslediğini, yorduğunu, ileriye taşıdığını veya enerjini çaldığını bilmen gerekli. Basit bir örnek üzerinden gitmek gerekirse, üzerinize giydiğiniz kıyafetlerin rengi, oturma odanızdaki duvarın rengi, kullandığınız aracın rengi, sürekli aynı tip insanlara çekilmeniz ve dahası, aslında bu basit detaylar, arka planda hangi enerjiye çekildiğinizi veya hangi enerjinin tıkalı veya eksik olduğunu gösteriyor. Bu enerjiyi aktif tutabilmek için öncelikle bahsettiğim gibi kendinizi tanımalı ve bu dünyaya gelişinizdeki amacı bulup onunla doğru orantılı bir akış içinde olmalısınız.
Bir diğer soru da şu: “Seni rahatsız eden bir durumla karşılaştığında kendini nasıl nötr hale getirebilirsin?” Öncelikle, sana bahşedilen en hayati aracı, yani nefesini kullanmalısın. Zamanın el verdiğince -mesela beş dakika boyunca- nefes alışverişini sakinlikle takip edip dikkatini nefeste tutabilirsin. Derin ve sakin nefesler alıp daha sakin, yumuşak ve uzun nefes verişlerle sinir sistemini sakinleştirip vücuduna giren oksijen seviyesini yükseltmek işe yarayacaktır. Bir diğer yöntem de seni rahatsız eden, enerjini düşüren durumları not etmek veya biriyle paylaşmak olabilir; içinde oluşan o hissin kontrollü ve sakince dışavurumu, içeride sıkışık kalan yorucu enerjiyi dışarı çıkararak zihninde ve kalbinde yeniye, tazeye ve sana iyi gelene yer açmanı sağlayabilir.
Benim bir diğer kullandığım araç ise Gurum Amma’dan aldığım mantra’yı zihnen veya sesli olarak tekrarlamaktır. Buna japa meditasyonu da deniyor, aklımdakini mental veya sözlü olarak tekrar edip, zihni sabit ve bana iyi geldiğine inandığım bir yolda tutarak konsantre olmak beni sakinleştirip daha iyi hissetmeme yardımcı oluyor. Önemli olan zihni sakinleştirip, ekarte edebilmek; zihin sustuğu zaman kalp daha güçlü oluyor, sonucundaysa aura veya saf enerjiyi hissedebiliyoruz. Buna bir örnek vermek gerekirse; gündüz vakti bir ormana ya da deniz kenarına gittiğimizde kendimizi daha arınmış, huzurlu hatta daha yaratıcı hissedebiliyoruz. Zihnimiz sakinleştikçe doğanın besleyici gücüne biraz daha teslim olabiliyor, kendi doğamıza daha da yakınlaşabiliyoruz. Bu sayede, doğanın besleyici, onarıcı ve güçlendirici enerjisini hissedebiliyoruz. Peki, gündüz vakti gittiğimiz aynı ormana veya deniz kenarına, gece zifiri karanlıkta gittiğimizde kendimizi nasıl hissediyoruz? Ağaçların sakinleştirici, besleyici enerjisi gece de devam ediyor olmasına rağmen karanlığın getirdiği bilinmezlik, giderek zihnimizin daha hızlı çalışmasına, bilinmez olasılıklar üzerine senaryolar üretmesine neden oluyor. Karanlığın bizde uyandırdığı korku ve endişe hissi, bu şifalı etkiyi hissetmemizi engelliyor. Enerjiyi hissedebilmek için önyargılarımızdan, zihnin yarattığı şartlandırmalardan, başkalarının bizim hakkımızda neler düşündüğüne yönelik yorucu fikirlerimizden kendimizi olabildiğince arındırmalıyız.
RENKLERİN AURA’SI
Her nesnenin ve her insanın enerjisinin kendine has bir rengi olduğu doğru. Kırmızı kök çakranın stabil ve açık olduğunu, turuncu yaratıcı ve yoğun cinsel enerjiye sahip olduğunu, sarı kişinin kendinden emin ve güçlü olduğunu, yeşil sevgi dolu ve merhametli olduğunu, pembe şefkatli ve anaç olduğunu, mavi kendini ifade edebilen ve dışadönük olduğunu, mor his ve içgüdülerin kuvvetli olduğunu, indigo tonları empati yönünün güçlü ve iyi bir gözlemci olduğunu, beyaz inançlarına daha bağlı ve hızlı düşünme yetisine sahip olduğunu, siyah ise yorgun olduğunu ve dengeden çıktığını gösterir. Aura renklerimiz sürekli değişkenlik gösterebilir, ancak her kişide bir ya da iki renk biraz daha baskın ve kalıcıdır.
AURA’YI TEMİZ TUTMAK
Aura’mızı nasıl temiz tutabiliriz: Burada Patanjali’nin yoga sutra’larında bahsedilen Yama’lar üzerinden ilerleyebiliriz.
AHIMSA: Evrendeki varlıklara ve kendine zarar vermeden edindiğin her besin, düşünce, edinim ve kazancın sana sağladığı enerji, sana daha çok huzur, bolluk ve bereket getirecek; dünyaya daha az yük olacak, seni hafifleterek öz benliğine biraz daha yaklaşmana yardımcı olacaktır. Kendine ve çevrene zarar vererek yaptıkların, enerjini aşağı çekecektir. Aynı ölü bir hayvandan edinilen besinin organik bir salatadan edindiğimiz enerjiden daha ağır ve yorucu olması gibi.
SATYA: Davranışlarımız ve sözlerimiz içimizdeki enerjinin dışavurumudur ve bu dışavurum etrafa bir enerji yayar. Ne kadar kendi gerçeğimize uygun davranır, doğru sözleri güzellik ve şefkatle sarf edersek, üzerimize çektiğimiz enerji de bir o kadar temiz ve uyumlu olacaktır.
ASTEYA: Çalmadan, çırpmadan, başkalarının hakkına göz koymadan edindiklerimizin bizde oluşturduğu hisler ve değerler, her zaman bize huzur ve rahatlık getirecektir. Başkalarının hakkı olandan ziyade kendi elimizdekilerin kıymetini bildikçe bir doygunluk ve şükür hissi oluşacaktır.
BRAHMACARYA: Evrenle, doğayla birlik halinde olarak kendini “yaratan güce” bırakmak huzur verecektir. Unutmamalıyız ki, dünya bizim etrafımızda sadece bizim için dönmüyor, elimizden gelenin en iyisini yaptıktan emin olduktan sonra gerisini bu güce teslim etmek bizde bir şükür ve kabullenmişlik hissi oluşturacaktır. Böylelikle, kendimizi bir sonuç bekleme durumundan kurtararak, her işin bizim hayrımıza ilerlediğine kendimizi inandırabiliriz.
APARIGRAHA: Cömertlik ve sadelik, ihtiyacımız kadarını alıp, ihtiyacımızdan fazlasını ihtiyaç sahiplerine vermek bize huzur ve hafiflik verecektir. Aslında biz cömertlik yaptıkça yenisi ve daha fazlası için yer açmış oluyoruz, biz verdikçe, daha fazlasını ediniyoruz. Sadeleştikçe dünyaya daha az külfet oluşturup, daha az üretime neden oluyor, dünya kaynaklarının daha temiz ve bakir kalmasına aracı oluyoruz. Daha azla yetinmeyi öğrendikçe, zihnimizin daha az yorulduğunu, daha az çalışan zihnin kalbin daha etkin olmasına alan açtığını fark edebiliriz.
Bu yukarıda saydığım beş ana prensip üzerinden ilerleyen birey, eminim ki etrafına ve kendisine daha temiz enerjileri çekecek, daha sağlıklı bir süptil ve fiziksel bedene sahip olacaktır. Öfkenin, üzüntünün, motivasyon eksikliğinin, bağımlılıkların, özgüven eksikliğinin, yalancılığın, dedikodu yapmanın ve kıskançlığın genel olarak aura’mızın düzenini ve akışkanlığını bozduğunu; aşkın, sevginin, sadakatin, umutlu olmanın, huzur içinde kalabilmenin, neşeli olmanın, zinde olmanın aura’mızı güçlendirdiği ve pozitif etkileri bulunduğu görülmüş. Özetle, aslında her problem kendi içinde panzehirini de sunuyor. Öfkeli olduğumuz zamanlarda her şeyin gelip geçici olduğunu, üzgün olduğumuz anlarda uzun vadede bizim için neyin iyi, neyin kötü olduğunu bilemeyeceğimizi hatırlayarak kendimizi zihnen daha temiz ve sakin tutabiliriz.