Jason Segel’la hiç düşünmeden evlenip, şu sonsuzluğa uzayacakmış gibi görünen “yalnız mutluyum” “evlilik istemiyorum” halimi bozabilirim. İnsanları bu kadar tatlı bir şekilde güldürebilen bir adamdan başkası hayallerimin yıldızı olamaz! Hem eminim ki babamın bile onaylayacağı, annemin çok iyi anlaşacağı, kıskanç köpeğimin dahi mutlulukla kendini sevdireceği bir eş olur Jason (Canım). Hiç şüphem yok ki birlikte çok güleriz, muhteşem yeni senaryolar yazarız, biraz fazla yiyip birlikte kilo alıp sonra birlikte spora başlayabilir ve hiçbir şey yapmadan yatakta yatıp saatlerce sohbet edebilir, ayda bir iki kez arkadaşlara büyük sofralar kurabiliriz. Tanışabilsek hepsi bu yazıyı yazmamdan kolay şekilde akar, eminim...
Yani ekrandaki seçeneklerim Jason Segel’la sınırlı değil elbette ama en büyük aşkım o. Şu ara bu aşkımın yeniden depreşmesinin sebebi Shrinking dizisi. Yine duygulu, tatlı, komik, verici bir adamı (Jimmy) canlandırdığı Shrinking, eşini yeni kaybetmiş, bir kız çocuğu babası psikoloğun hikayesi. Eşinin vefatından önce araları çok iyi olmadığından ve ergen kızı ile iletişim sorunları yaşadığından dolayı durumu epey vahim. “Terzi kendi söküğünü dikemez” şeklinde uyuşturucu, kadınlar ve partiler aleminden zar zor çıkıyor. Bu arada dizide Harrison Ford’un da dul bir erkeği, Jimmy ile aynı kliniği paylaşan usta bir psikoloğu canlandırdığını belirtmem şart. Haliyle duble izlenesi olan diziyi ilk bölümde “of puf” yaparak izleme sebebim neydi peki?
Ekranda ağlayan, mızırdanan, kaybettiği kadının ardından hatalarını göremeyen, tanışma/buluşma aplikasyonları ile gün geçiren ve “kafam karışık” takılan erkek görmekten çok sıkılmış olmam! Gerçekte var olanları yetmiyor da bir de şu ara diziler bu karakterleri yüceltmeye başladı. Normalde bildiğiniz gibi romantik komedi filmler ve diziler üzgün, yalnız, aşka güvenini kaybetmiş ya da hafif saplantılı şekilde aşkı arayan kadınlar hakkında olur. Değişen erkek-kadın algıları, haliyle izlediklerimizi de değiştirdi.
Yakın zamana kadar “ayrılık sonrası üzgün erkek” yapımları bir elin beş parmağını geçmezdi: High Fidelity, 500 Days of Summer, Forgetting Sarah Marshall (ki bu da bir Jason Segel işi, tabii ki) ve asıl konusu bu olmasa da başrolü aşkı arayan bir erkek olduğu için, How I Met Your Mother.
Acılı “düzgün adam” pek de prim yapmayan bir şeydi. Hatta sıkıcıydı. Ta ki gerçek hayat (ve tanışma aplikasyonları) bu adamlarla dolana kadar.
*Bu Bölüm Kadın Okurlara Yöneliktir!
İşin acı yanı, aslında “düzgün” olan, eğitimli, ailesiyle arası iyi ve yaşadığı uzun süreli bir ilişki sayesinde hayatında bir kadının varlığına alışmış bir erkeğin elini kolunu nereye koyacağını bilmez, yeniden nasıl hayat kuracağını anlamaz halleri çok üzücü ve bu üzücülük nedeniyle de fena halde şefkat uyandırıcı oluyor. Bu şefkatin aklınızı (kalbiniz çoktan elden gitti) ele geçirmesine izin verdiğiniz anda da büyük bir çıkmazın içine düşüyorsunuz. Çünkü acılı erkek gerçekten hoşlandığı yeni kadını kendine sadece belli bir noktaya kadar yaklaştırıyor ve siz her adımda tıpkı o eski Zeynep Casalini şarkısındaki gibi duvarlara çarpıyorsunuz. (Tıpkı bir National Geographic belgeseli gibi anlatmaya çalıştım, umarım okurken David Attenborough sesi duymuşsunuzdur!)
Karşınızdaki yeniden hayat kurmaya çalışan acılı adam, gerçekten düzgün biri ise sizi kendi karmaşasından uzak tutacaktır. Sizinle görüşmemek pahasına bile olsa. Düzgün ama bencil olan sizi elinin altında tutacak ve algılarınızla oynayacaktır. Geri kalanlar ya sizi sadece eski ilişkisini kötülemek ve erkek arkadaşlarına anlatamadıklarını anlatmak, terapiye gitmeden iyileşmek ve tabii bu arada cinsel ihtiyaçlarını gidermek için araç yapacaktır. Bunlara razı gelmek ya da arkanıza bakmadan çekip gitmek sizin tercihiniz tabii.
Dizilerin Acılı Erkekleri
Belki değişen zamanlar, belki duygularıyla barışan erkekler belki de sadece anlatılmayanı anlatma trendiyle başlayan, bu yazıda bahsettiğim “ayrılık acısı çeken erkekler” dizilerinin en güzel yanı, olaylara gerçekten de bir de “onların” açısından bakma fırsatı vermesi.
Fleishman Is In Trouble, sekiz bölümlük bir mini dizi. Evliliğiyle ilgili çoğu şeyi yanlış anlayan, yanlış gören mütevazı bir doktorun bir anda çocukları ile ortada kalakalmasının hikayesi. Normal şartlarda aşırı sıkıcı olabilecek bu dizide öyle güzel bir anlatım var ki; hem Fleishman’in acısı ve depresyonuyla bağ kuruyor, hem onu aldatan eski eşine öfke duyuyor hem de aynı zamanda yavaş yavaş kadını anlamaya başlıyoruz. (Maalesef ikinci sezon yok yani kadının neler yaşadığını öğrenemeyeceğiz) Diziyi izleyen kaç erkek şunu anlıyor acaba: Konuşulmayan kelimeler kulağı sağır ediyor, susan bir kadın aslında en büyük acıyı yaşıyor. Disney+’taki dizi, yine pek sevdiğim Jesse Eisenberg’i başrole taşırken yan rolde gençlik sevdam Adam Brody’yi getiriyor. (Aaah!) Christian Slater’ın da dizide olması bir başka yıldız ekliyor bu tadı damakta bırakan yapıma. Dizinin en büyük konuk oyuncu sürprizi ise Josh Radnor yani HIMYM’dan Ted!
Tek taraflı anlatımlar Hollywood’undan erkeklere söz veren streaming dünyasına Shrinking ve Fleishman Is In Trouble’dan çok önce düşen, çok fazla ödül toplayan ama hak ettiği ilgiyi seyirciden yeterince göremeyen dizi Ted Lasso, son senelerin en iyi yapımlarından biri. Dışardan bakınca bir futbol takımının öyküsü sanıldığı için ancak çok güvendiğiniz biri tavsiye edince ya da gerçekten izleyecek başka bir şey kalmayınca açıyorsunuz Apple TV+ yapımı Ted Lasso’yu ve o zamana kadar neden izlemediğinize pişman oluyorsunuz. Üç sezonluk dizi, bir hikaye anlatım şaheseri. İçinde her türden “uzun ilişkiden yeni çıkmış” erkek hikayesi var: Ted Lasso, Roy Kent (Rrrroooyyy), Jamie Tart, George... Aynı zamanda olağanüstü güzel kadın arkadaşlığı ve kadının kendi gücünü keşfetme hikayesi de. Tüm bunlar futbolla nasıl mı buluşuyor? İşte o da İngilizlik becerisi. Zaten dizinin her anında İngiliz kültüründeki yatay hiyerarşi, yeteneğe fırsat verme ve “kulübünü” sahiplenme ruhu var. Tek mesele hangi kulüpte olduğunuz... Biraz daha ergen olsam kesinlikle wallpaper’ım Ted Lasso afişi olurdu, gerisini size bırakıyorum, izleyin.
Son olarak yine Apple TV+ yapımı Platonic var. Fleishman’e çok benzer bir şekilde eski en yakın arkadaş, şimdi evli, çocuklu olan kadına sığınan bir erkek var karşımızda. Büyüyemeyen, hatalarının sorumluluğunu pek de alamayan ama çok eğlenceli bir erkek. Saydığım diziler içinde yarıda bıraktığım tek dizi bu oldu. Belki bu kadar erkek hikayesi çok geldiği için belki de başroldeki Seth Rogen’in yeteneğini çok sevsem de dizi bana göre olmadığı için...
Günün sonunda acılı erkek kapasitemi fazlasıyla doldurduğumu düşünüyorum. Diziler sayesinde sizi de anladık acılı erkekler. Kafanızı toplayıp hayatın size ikinci bir şans verdiğini anlayamamanıza veya bu noktaya gelene kadar kırdığınız gerçekten mutlu olma şansı veren ilişkilere sağlık.
NOT: Jason Segel ile düğünümüze de beklerim.