Ülkemizde futbol halen "erkek oyunu". Oğlan çocuklar bunu evde, okulda, mahallede top oynarken işitmeye başlıyor. “Oyun kuralları itibarıyla nizamî ya da gayrınizamî darbelere maruz kaldıklarında, yere yıkıldıklarında, suratlarına, böğürlerine, pipilerine okkalı bir top yediklerinde, özellikle kendilerinden büyük çocuklar, Danyal Topatanvârî naralanırlar: ‘Erkek oyunu oğlum bu!’ “.
Futbol oynamak, oyunu yönetmek, maç sonrası basın açıklamaları yapmak ve maçı hakkıyla izlemek erkek işi. Hegemonik erkekliğin alanı. Hegemonik erkeklik saldırganlık, fiziksel güç ve dayanıklılık, rekabet, rasyonellik, kontrol, pragmatik düşünce, kendini/duygularını ifade etmeme ve heteroseksüellik gibi kavramlarla tanımlanır. Kadınların ve hegemonik erkekliğin dışında kalanların futbolun dışında bırakılıyor hala; marjinalize ediliyor. Bunu sonucunda da hegemonik erkeklik kendisini futbolun ve tribünlerin doğal sahibi olarak konumlamaya devam ediyor.
Bunu hegemonik kimliklerin yaratılmasına ve yeniden üretilmesine katkı yapan "stadyumun seslerinde" --küfürlerde, tezahüratlarda- de gözlemleyebiliriz. Oyuncuların, yöneticilerin, rakiplerin ve hakemlerin erkeklikleri eşlerine, sevgililerine, annelerine edilen edilen küfürler üzerinden sorgulanıyor. Onları aşağıladıkça kendileri kutsal hegemonik erkeklik mertebesine yükseliyor. Taraftarlar tuttukları takımın "adam gibi" oynamasını bekliyor. Tezahüratların önemli bir kısmında "karşı taraf" eşcinsellik çağrışımları ile küçük düşürülmeye çalışılıyor. Diğer sesler ise, tribünlere ait olmadıkları gerekçesiyle, ötekileştiriliyor. Örneğin, kadınların seslerini tarif ederken en çok kullanılan kelimeler "tiz" ve "çığlık".
Erkek futbol taraftarların maçlar sırasında ve sonrasındaki çıkardıkları olaylara sık sık yer verildiğini görüyorüz spor basınında. Söz konusu haberlerde yer alan taraftarlar, stadyuma yürürken yoldan geçenleri taciz ediyor sahaya yabancı maddeler atıyor, meşale yakıyor, şişme bebek yakıyor, küfrediyor, tuvaletlerin aynalarını kırıyor. Hegemonik erkeklik değerleri çerçevesinde bir güç gösterisine dönüşen bu davranışlar genellikle erkeğin “doğasıyla”, “hormonlarıyla” açıklanıyor. Aynı sayfalarda yer alan kadın taraftar temsilleriyse oldukça farklı. Güzelliğiyle dikkat çeken, ofsayt kuralını bir türlü anlayamayan, hatta kimi zaman kendi tuttuğu takımın oyuncularını rakip takımınkilerden ayırmakta bile zorlanan, kafası karışık “bayan” taraftar en sık rastladığımız temsiller arasında. Genellikle “öteki” olarak temsil edilen bu taraftar stadyuma geldiğinde de küfürlerden, kalabalıktan, soğuktan, tuvaletlerin durumundan sürekli şikâyet ediyor. Tezahüratları anlamaz, hatta duymakta bile güçlük çeker, stadyum kültürüne tamamen yabancı ama yine de, maç izlemekten farklı bir motivasyonla da olsa (eşiniz izlemek, sevgilisine/arkadaşlarına eşlik etmek, merak...) tribünlerde yerini almış.
Ofsayttan ve genel olarak futboldan anlamayan kadın stereotipi reklam sektöründe de sıklıkla karşımıza çıkıyor. Bir reklamında tarifenin ne kadar ucuz olduğunu göstermek için seçilen senaryoda bir adam telefonda saatlerce kız arkadaşına ofsayt kuralını anlatmaya çalışıyor mesela. Bir başka reklamda beş erkek televizyonun önünde heyecanla maçı izlerken eşleri salonun diğer ucunda dedikodu yapıyor ve erkeklerin futbol sevdasından yakınıyor.
Peki ya kızlar sahaya çıkarsa?
Ülkemizde tablo buyken, bazı ülkelerde de, örneğin ABD’de, futbol neredeyse tamamen kadın oyunu, kız çocuğu sporu. Cinsiyet kalıpları ve rolleri nedeniyle toplumun bize uygun gördüğü branşlara yöneliyoruz. İyi haber: Dönüşüm başladı.
Kızlar Sahada’yı mutlaka duymuşsunuzdur. Kız çocukları için futbol okulu, lise öğrencileri ve yetişkin kadınlar için turnuvalar, kız - oğlan karma gruplar için futbol ve sosyal gelişim kampları, spor kulüpleri, okullar ve firmalar için kurumsal eğitimler düzenleyen büyük bir oluşum Kızlar Sahada.
Meslektaşım ve arkadaşım sosyolog Yağmur Nuhrat ile Kızlar Sahada üzerine etnografik bir çalışma yaptık. İki sene arka arkaya düzemledikleri turnuvaya katıldık ve AÇEV takımında biz de oynadık. Katılan kadınların %95’i daha önce hiç futbol oynamamış olduğunu gördük. Oyuncular, paydaşlar, hakemlerle derinlemesine görüşmeler yaptık; soyunma odası sohbetlerine dahil olduk. Sonrasında, ben gönüllü ve eğitmenler için hazırlanan “Eğitici Eğitimi”nin içinde aktif olarak yer aldım. Türkiyeli ve göçmen kız çocuklarının birlikte futbol öğrendiği etkinliklere katıldım.
Evet, halen kadınların futbol oynamak ile ilgili tereddütleri var. “Erkekleşmekten”, “bacakların çarpılmasından” korkuyorlar; neden futbol oynadıklarına dair soruları bezdirici buluyorlar. Ancak katılıyorlar, iş arkadaşları ile takımlar kuruyorlar; turnuvaya kadar halı saha kiralayıp antrenman yapıyorlar. Futbol oynayan kadınların da, kız çocuklarının da, karma futbol oynanan alternatif liglerin de sayısı her geçen gün artıyor.
Banu Yelkovan gibi futboldan çok iyi anlayan kadınlar kız çocuklar için rol model oluyor. Kulüpler takım kurmak; sponsorlar desteklemek için adımlar atıyor. Futbol üzerinden yaratılan cinsiyetçilik, homofobi tepki çekiyor. Markalar içeriklerini kaldırmak, özür dilemek zorunda kalıyor.
Yukarıdaki tablo dönüşüyor. Buna tanıklık etmek de sporun cinsiyetinin olmadığını savunan, herkesin onu heyecanlandıran, merak ettiği branşları denemesinin önündeki engellerin kalkması için mücadele veren bizleri çok heyecanlandırıyor.
Bu yazı #GQyaz21 Summer of Sports sayısında yayınlanmıştır.