2016 Nisan sonuydu. Bu her anı kahkaha ile yaşayan şehre New Orleans Caz Festivali için gitmiştik. Hep gitmek istediğim bir festivaldi ve bana doğum günü hediyesi olmuştu. Şehre varışımızın ertesi sabahı, sokaklarında bireysel silahsızlandırmayı özendiren (çünkü silahlı saldırıların maalesef çok sık yaşandığı bir yer) afişlerle, muazzam renklerde murallerle dolu sokaklarda geziyorduk. Bütün evlerin önünde genişçe bir teras ve istisnasız hepsinde en az iki tane sallanan koltuk vardı. Çiçekler taşıyordu bahçelerden sokaklara. Her yerden ama her yerden çok güzel müzik sesleri geliyordu. Sıradan bir New Orleans (yerli halkın deyimiyle NOLA) günüydü. Öğrendik ki ertesi gün bir geçit töreni düzenlenecekmiş. Jenerasyonunun en muhteşem müzisyenlerinden biri olan Prince’i kaybettiğimiz haftaydı ve tören de onun anısına yapılacaktı. “Mor renklerde giyinin” dediler. Valizimde mor renkli kıyafet yoktu ama yüzüme Prince’in simgesi olan işareti göz kalemi ile çizerek gittim, sessiz bir anma olacağını düşündüğüm bu geçide.
Toplanma alanına vardığımızda bizi mor ağırlıklı rengarenk bir ortam bekliyordu. İnanılmaz bir kalabalık, herkes dans ediyor, eğleniyor, şarkılar söyleniyordu. Geçit töreni başladı, isteyen herkes konvoya dahil oluyordu, en önde bando takımı, geçtiğimiz her evin önündeki o tatlı verandalarda dans eden yaşlı siyahiler, kahkahalar... Bir noktada yanımdaki oldukça yaşlı ve NOLA’nın en ileri gelen yaşlılarından sayılan kadına dönüp sorma ihtiyacı duydum: “Ölümü mü kutluyoruz şu an?” “Hayır” dedi. “Yaşamı kutluyoruz. Prince yaşamasaydı bize bu şarkıları bırakamazdı. Onun yaşamını kutluyoruz. Bunu sadece ünlü isimler için yapmıyoruz, komünitede ölen, ileri gelen herkes için bir geçit düzenlenir ama genel olarak ölümlerin ardından yaşamları kutluyoruz” dedi.
O günden beri benim için ölümün ve yaşamın anlamı değişti. Ölen sevdiklerimin ardından elbette korkunç bir acı kalıyor geriye ve sevdiklerimi kaybetme korkusu hiç azalmış değil ama “İyi ki yaşamış” diyebilmenin iyileştirici bir gücü var. Hepsinden öte, ölen kişiyi bundan daha fazla onurlandıran bir cümle düşünemiyorum. Zaten “ışıklarda uyusun” lafını da hiç sevemedim, lütfen arkamdan öyle şeyler söylemeyin. Ben zaten karanlıkta uyumayı severim, aydınlık ortamda uykumu alamam, ne ışığı arkadaşlar?
Işıklar ve ölüm bir yana; “yaşamayı kutlamak” konusu o zamandan beri hep aklımın bir köşesinde ve bunu tam olarak içselleştiremiyordum. Yani öldükten sonra “iyi ki yaşamış” denilen kişi olmak muhteşem tabii ama hayattayken “iyi ki yaşıyorum” diyebilmek de önemli değil mi? Hatta aslolan bu değil mi?
İşte tüm o pozitif düşünme, kendini sevme zorlamaları, 777’ler, ritüeller, afirmasyonlar, öğretiler arasında en iyiye ulaşmaya çalışırken ve bir yandan üstümüzde ülkesel sorunlar, kişisel dertler, ekonomi, iklim krizi gibi kara bulutlar varken hayatta olmayı nasıl kutlayabiliriz ki? “Güne minnettar olduğunuz yedi şeyi yazarak başlayın”dan daha öte bir kutlamadan bahsediyorum. Hayat onca derdin ve belirsizliğin arasında nasıl kutlanır?
Bu yazıyı yazmak için Aslı’dan ekstra süre istedikten sonra aslında yazmaya çalıştığım yazının boyumu aştığını düşünmeye başladım. Klişelere kaçmadan yazabilmek, kendimi tekrar etmemek ve hepsinden önemlisi inanacağım bir yazı yazmak için başka bir başlık seçmeliydim belki de...
Aklımda bunlar ve bir yandan bir Ferzan Özpetek filmi sahnesi, Sezen Aksu şarkıları dönerken bir anda köpeğim Tobiko’nun kemiğini yerken çıkardığı şapırdatma sesiyle kendime geldim: Bu kadar derin ve büyük düşünmeme gerek yoktu ki! Ve Tobiko’dan (a.k.a Tobi) hayat derslerinin bu işin sırrı olduğunu fark ettim. Şimdi tıpkı Tobi’nin yapacağı basitlikte anlatıyorum size hayatın sırrını:
○ Yediğiniz her şeyin tadına varın. Özellikle de sevdiğiniz bir şeyi yiyorsanız, geçiştirmeyin, her lokmayı son lokmanızmış gibi yiyin. Ve bunu her yemek için tekrar edin! Yiyebileceğiniz yemeğinizin olmasına sevinmeyi mi yoksa hayatınıza bir de “ne yesem” stresi katmayı mı tercih edersiniz? Yemek saatiniz geldi, açsınız ve yemek yeme imkanınız var. Bundan daha basit bir mutlu olma sebebi olabilir mi hayatta?
○ Sevdiklerinizi görünce sevincinizi belli edin! Delicesine havlayıp insanın üstüne atlayan “köpekler” gibi olmanız gerekmez -ya da başkasını rahatsız etmedikçe olun, ne fark eder- ama sevincinizi gösterin, bir daha görüşemeyebilirsiniz ya da bir daha aynı şartlarda görüşemeyebilirsiniz. Üstelik bu kişiyi her gün, her sabah ve akşam görüyor olsanız da bir şey fark etmez. Hatta daha bile şanslısınız, daha çok sevinin!
○ Aylaklık yapmak, çimlere ya da kumlara yatmak için en ufak bir fırsatı bile kaçırmayın. Kim ne derse desin çimlere basın, kumlarda uzanın ve bunu yapabildiğiniz için çok şanslı olduğunuzu bilin.
○ Sevmediğiniz kişilerle vakit harcamanıza gerek yok. Kibar olun ama kibarlıktan ötürü zamanınızı harcamayın. Köpekler birbirlerinin popolarını koklar ve eğer diğer köpek ilgilerini çekmiyorsa yollarına devam ederler. Ghostlamadan, kaçmadan, egoları için diğer kişiyi el altında tutmadan. Ha, eğer diğer köpek hoşlarına gittiyse oynamak için her yolu denerler, havlama, bağırma, ağlama, sıçrama, kendini yerlere atma dahil. Kartlarınız açık olursa kafanız da rahat olur.
○ Köpekler kin tutmazlar - Mutluluğun Yolu 101.
○ Koşan bir kediyi kovalayıp sonra yollarına hiçbir şey olmamış gibi devam ederler, topun peşinden hayattaki en önemli şeymiş gibi koşarlar yani o an ellerinde ne varsa onun tadını çıkartırlar, anı kutsarlar bilinçsizce olsa da. (Carpe Diem klişe ama en iyi öğreti) - “Köpek gibi çalışmak” deyimi vardır ya; hep çok yanlış anlaşılır! Köpek bir objeyi bir yerden çıkarmaya çalışırken, görevi olduğu için koyunları güderken, toprağı kazarken, avını yakalarken hep çok mutlu, odaklanmış ve heveslidir. Öyle olmasa zaten yapmaz.
○ Tüm bu bilgeliklerine rağmen kibirli davranmazlar. İnsanların onları aşağılayan söylemlerini de hiç umursamazlar. Oldukları gibi olur ve insanları da göründükleri gibi değil oldukları en gerçek halleriyle görürler. “Olabilmek” -kendin olabilmek, anda olabilmek, istediğin an istediğin gibi olabilmek insanların kolay başaramadığı ve köpeklerin içgüdüsel olarak yaptıkları hayat kutlamalarıdır.
Müsaadenizle şimdi Tobiko’yu öpücüğe boğmaya gidiyorum. Bir dahaki sefere şişko poposunu sallayarak beni oyuna çağırdığında üşenmeden onunla oynayabilmemi kutlayacağım. Gittiği zaman onu çok özleyeceğimi bilerek ve o hala bu dünyada benimleyken, “iyi ki yaşıyoruz” diyerek.