Fotoğraf makinenizin şarjını fullediyseniz turumuza The London Eye ile başlayalım. 32 adet dev kapsülden oluşan yapı, şehrin birçok açıdan manzarasını sizinle buluşturan bir tasarım harikası. Muhtemelen, gördükleriniz sizi büyülemeye başladı bile...
Hiç hız kesmeden sonraki durağımız, Tower Bridge’e geçelim öyleyse. Birçok aksiyon ve aşk filminden hatırlayacağınız Bridge, bir yandan cam yürüyüş yerlerinde manzaranın tadını çıkarırken bir yandan da Hummingbird Bakery’den aldığınız enfes cupcakelerinizi çantanızdan çıkarıp atıştırmaya başlamanızın tam yeri!
Daha sonra, Birleşik Krallık’ta politikanın nabzını tutan, bir zamanlar ise kraliyet ailesine ev sahipliği yapmış, günümüzde Parlamento binası olarak kullanılan Westminster Sarayı’na doğru yol alıp eşsiz tarihi koklayabilir, British Museum’da da 2 milyon yıllık insanlık tarihinin şaşırtıcı ve hayran bırakan koleksiyonunda kendinizi kaybedebilirsiniz.
Biraz yorgunluğun üzerine yemyeşil bir parkta çimlere uzanmak mı? 142 hektarlık kraliyet parkı Hyde Park, keşfiniz sırasında dinlenmek için yeğane adres! Biraz dinlenip, temiz havanın keyfini çıkardıysak acıkmaya çok yakınız demektir. Öyleyse hadi çantamızı toplayıp koşa koşa The Golden Chippy’e! Enfes deniz mahsülleriyle buz gibi bir yorgunluk birası… Bu ikili birçok seyahatin vazgeçilmezlerinden.
Gezdik, keşfettik, şehre özgü yiyecekleri tattık geriye tek bir şey kaldı; Gece hayatı! Mekan tasarımıyla sizi tavlayacak bir yere gidiyoruz, The Old Queens Head. Vintage bir ambiyans eşliğinde dj performansları ve canlı müzik ile doyasıya dans ederek günü sonlandırmanız ve güzel bir uyku öncesi tüm enerjinizi atmanız için şimdi her şey hazır! Peki siz hazır mısınız?
