Eser: Eser Gündüz
Sevgili günlük,
Annemin günlüğümü okumasının üstünden geçen 27 küsur senedir hiç yazmamışım sana. Mahremiyet ihlali o kadar dokunmuş ki, ergenliğin getirdiği öfkeyle küsüp bırakmışım öyle… Bugün şunları yaptım; yok sınıfta hoşlandığım çocuk bana şöyle dedi; doğum günümde hangi hediyeyi istiyorum falan diye yazmalar, sayfanın kenarına kalpler çizmeler; Kurt Cobain çıkartmaları, yapıştırmaları...
Neyse geçelim bunları... Dediğim gibi sene 2020, karantinadayız. Meğer bir sürü versiyonu olan bir virüsün 19’uncusu Covid-19 (virüslerin oldukça havalı isimleri var), yüzyılımızın İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki en büyük olayı olarak kabul ediliyor.
Dünya panikte... Hepimiz evlerdeyiz. Dışarı çıkmak için uymak zorunda olduğun kurallar var. Devlet politikaları, ekonomistler, toplum bilimciler... Can Yücel şiiri geldi aklıma ''salonlar, piyasalar, sanat sevicileri...'' Bu arada ben Datça’dayım, bu şiiri hatırlamam o yüzden galiba. İstanbul’da 20 gün eve kapanmanın ardından şehirlerarası seyahat kısıtlanmadan iki gün önce geldim buralara.
Ortalık bahar, deniz sakin, bazen yağmur yağıyor kısa süreli, eldiven takan şaka sever bakkal amcalar, markette maskeli birkaç insan... Sahilde içmeye davranan alkolikler jandarmaya tepkili. “Buraya virüs gelmez” diyorlar; gelir mi gelmez mi ben de düşünüyorum. Çok korktuğum söylenemez ama evin her yerini siliyorum, her gün ellerim çamaşır suyu. Arada gelen şüphe sonucu ateş ölçmek defalarca... Belki de kendimden bile gizli korkuyorum. Evhamlı ve ısrarcı insanları hiç sevemedim. Öyle olursam diye üzülüyorum bazen.
Kahvaltı ediyorum; bol zeytinyağı... “Zeytin ne kadar güzel şey” demeye zamanım var galiba şükrediyorum ama sonra hep bir acele içerisindeyim durduramadığım, içim hiç durmuyor. Ailemi düşünüyorum hepsini değil, sevdiklerimi... Bir de ailem gibi olanları... Görüntülü konuşmalar yapma ihtiyacı duyuyorum; konuşma uzayınca da sıkılıyorum; insan tuvalete gidemiyor, babamın cümleleri uzadıkça uzuyor... Neyse ki çok seviyorum babamı...
“Sevmediğim hiçbir şeyi hayatımda tutmayacağım” diyorum kendi kendime; “Şu karantina bir geçsin, yaşamın değerini anladım” diyorum. Yalan! Hiçbir şey anladığım yok bence, yani henüz yok.
İnsan ne garip gerçekten. Hep başkalarının başına geldiğini düşündüğün şeyler senin de başına geldiğinde anca kavrıyorsun olan biteni... Sahip olamadığım her şey için çok canım sıkılıyor. Hayata, “Hani verdiğin sözler?” şeklinde arabesk sitemler yüklüyorum. Sonra da diyorum ki “Bütün bunlar sistemin sana dayattığı numaralar. İnanma bunlara, sana oyun oynamalarına izin verme! Akıllı kızsın sen Algı!... the first rule of Fight Club is !...''
İlk günler dakikası dakikasına takip ettiğim haberleri çok az açıyorum artık; halbuki bilmem gerek insanların ne halde olduğunu... Takip etmem, tanıklık etmem gerek çalışmak zorunda olanları, aç kalanları, evsizleri, çok zenginleri, az zenginleri, yalan söyleyenleri, fedakârlık yapanları... Hepsini bilmem, okumam, fark etmem, unutmamam gerek.
Oysa dediğim gibi burası bahar sevgili günlük benim en sevdiğim mevsim ve ben her şeyi ağaçlara baktıkça unutuyorum. Ağaçlar hep çiçek dışarıda. Biz hariç her şey nasıl yolunda anlatamam. Börtü böcek, hayvanlar, yıldızlar, deniz... Ama nasıl bir deniz... Sahil boyu gümbür gümbür kayalar... Hayran kalmamak, yok etmeye çalışmak için insan olmak lazım galiba...
Yazarım belki yine öptüm.
ALGI