Eser: Eser Gündüz
Sonunda Başa Dönersin
Tam Instagram’da önüne bir resim gelmiştir, ama ondan hemen iki saniye önce sen sayfayı yenilemek için çoktan aşağıya çekmişsindir, şimdi tam o andasın, o belki bir buçuk saniyelik aralıkta, o resmin gideceğini anladın ve biraz da ne yapacağını bilmiyorsun, belki de fark etmen gerekir, zaten belki de “o” her neyse sana ait de değildir. O aslında senin hikâyen değildir. “Peki seninki nerede” diye sorarsan kendine, ya henüz oraya post etmemişsindir, belki de etmeyeceksindir (bunu tercih ediyorsundur) ama bir ihtimal daha var, belki de şu an yaşadığın hikâyenin farkında değilsindir. Çoğu zaman şuna inananlarız değil mi: sana ait olan şeyler dönüp dolaşıp seni bulur.
İşte önceki pazar günü Zoom aplikasyonunun etrafında çoğu zaman buna inanan insanlar olarak buluştuk. Bu, bizi bir araya getiren şeylerden biri. Seçilmiş insanlar değil, seçilmiş odaklar.
Okula dönüş gibiydi. Hemen arka sıramda (bana göre Zoom ekranının üst bölümü anlamına geliyor) Güneş Güner Işık oturuyor ve her zamanki gibi bütün enerjisini hiç çekinmeden herkesle paylaşıyor, (en son yan yana Paris’te erkek moda haftasında Maison Margiela defilesinde oturuyorduk). Hemen yan sıramda ise Begüm Başoğlu var, hani ders öncesi yan yana oturmayı planlasan böyle olmaz. Kendisiyle bir başka mabetten tanışıyoruz: Vitali Hakko Kreatif Endüstriler Kütüphanesi. Devam etmek istesem de burada durayım, bütün sınıfı saymaya kalkarsam buradan çıkamayız. Bir de eskiden olsa huzursuzluğa kapılırdım bu yazıyı yazarken. Tek tek toplantıya katılan her bir kişiden bir alıntı yapardım, söylenen orada konuşulan o ufuk açıcı sözlerden her birini yazmam gerekiyor gibi hissederdim. Ama şimdi biliyorum yazılmaması daha az değerli olduğu anlamına gelmiyor. (Ve her şeyin bir zamanı var, hani başta da dedik ya, doğru zaman, doğru insan). En sevdiğim kavramlardan biri geliyor: Etmenler Bileşkesi. Ama son bir şeyi söylemeliyim. Marshall McLuhan’ın: “Araç mesajdır” sözüne katılsak da bir şey pek değişmiyor. Sen neysen, kimsen, konuştuğun platform, bulunduğun mecra da değişse başka bir şekilde ve formatta da olsan yeni bir ‘sen olma’ şekli buluyorsun. Farklı görünsen de hissi aynı oluyor. Kıvanç Talu’nun son ana kadar kamerası kapalı. Tufan topu ona attığında kamerayı açıyor ve karşılaştığımız görüntü herkesi kahkahalara boğuyor. Ondan izin almadan söyleyemem ama aynı @varboyletipler Instagram hesabında bir videosunu izliyormuşsun gibi. Farklı ama aynı. Ruhunla orada olunca biçimin ve görünüşün farklı olması çok fark etmiyor bazen. Fiziksel ile sanal arasındaki fark da biraz böyle, karşılaştıramayız ama bir düşün, gerçekten bağlandığın bir insanın sesini bile duymasan da o hep yanındadır.
İçinden geçtiğimiz süreçte sağlık sorunları ve ekonomik problemlerle baş eden insanlar var. Bugün Koronavirüs olmasa bile zaten dünya nüfusunun yüzde 40’ının yani 3 milyara yakın kişinin evinde zaten sabun ve suyla elini yıkayacağı bir yer yok (en son UNICEF raporu). Dolayısıyla aslında her şey biraz da aynı. Büyük bir şey oluyor ama bazı şeyler de olduğu gibi devam ediyor, kendini tekrarlıyor. Başlarda her ‘an’dan sadece bir tane olması düşüncesinin bu fikirle çeliştiğini düşünürdüm ama farklı şeylermiş. Aynı olan şey sen ve senin elinde tuttuklarınla alakalı. Şunu demek istiyorum: Hindistan’da bir aşrama gidip ‘an’da durmayı başaramazken, Times Square’in içinde etrafın resmini çeken turistlerin ortasında, bütün o curcunada gözlerini kapatıp anda olduğunu hissedebilirsin. Veya bugün bu süreci, imkânlar el veriyorsa, evinde sade’leşerek geçirenler de olabilir. Ya da koşuşturup kendine bir şeyler katmak isteyenler, ‘bu bir kendini geliştirme süreci değil, bir pandemi’ sözünü de kenara bırakalım artık, herkes istediği gibi davranmakta özgür, bu senin zamanın. Tamamen sana ait. Senin anın. İstediğini yapabilirsin ama bir şey yapacaksan naçizane önerim, sosyal medyaya her zamanki gibi dikkat et. Öyle bir haldeyiz ki paylaştıkça çoğaldığımızı düşünsek de bazen sosyal medyada paylaşmamızın ek sebepleri bizi tahminimizden daha fazla içine alıyor. Neyi paylaşıyorsun? Yaptığını mı yoksa o yaptığın şeyin sana getirdiğini düşündüğün katsayıyı mı?
Aslında toplantıyı anlatacaktım ama nerelere geldim, bakmayın konudan çok da uzaklaşmadım, çünkü dediğim gibi toplantı da biraz aynıydı (her toplantı aslında biraz aynıdır): bir sürü yeni fikir, tanıştığım yeni güzel insanlar, benden farklı düşünen kişiler ve onlarla buluşmanın beni zenginleştirmesi. Ben heyecanlandım ve heyecanlıyım zira yeni bir GQ Türkiye geliyor. Tufan’ın bizi de davet ettiği bu yeni oluşum yavaş yavaş kendini tanıştıracak. Ki öyle olması gerekiyor, zira bu gerçek bir organizma. Bir insan gibi. Bir anda tanıyamazsın, zaman geçirmen gerekir, yavaş yavaş tanırsın. Bu sadece bir dergi değil. Kağıdı aşan, canlı bir mekanizma.
Bir de arada görüyorum, iki insan, yakından ilişkilerine tanık oluyorum, “Biz birbirimizin en iyi dostuyuz” diyorlar ama hissini biliyorum oranın, dost değiller, beni ilgilendirmez, ama kendi ilişkilerimde öyle olmamasını isterim, ben ve sen, yani diyelim şu an için ben yazanım sen de okuyan, biz öyle olmayalım tamam mı? Biz gerçek birer dost olalım çünkü yazanla okuyanın bir farkı yok ve istediğin her an rolleri değişebiliriz. Bana söylemen yeterli. E yazı bitti ama konu pek de başlığa bağlanmadı diye düşünüyorsanız bu iyi bir şey, bu anlayışı da sorgulayacağız. Hoş geldiniz. Bazen sonunda başa dönmek gerekir. Tekrarlamak için değil. Yeni bir şeye başlamak için. Çünkü hiçbir şey ölmez, her şey yaşar.