İşe Gitmenin Yeni Çağ Versiyonu
DAHASI+

İşe Gitmenin Yeni Çağ Versiyonu

Beyaz yakalı anlatıcı, yazar Erdem Aksakal yeni iş dünyasına dair yazılarıyla GQ Türkiye’de.

On binlerce yıldır işe gidiyoruz. Aslında farklı yerlere gidiyoruz; iş diye tekil bir mekân yok. 

Hayatı sürdürmek için gerekenleri elde etme eylemine ‘iş’ demişiz. İş yapmaya, işlerimi görmeye, işi bitirmeye değil de; “işe gidiyoruz” deyince anlaşılır hangi amaç için evden çıktığımızı. İş, çok anlama gelen sihirli bir sözcüktür. “İşi bilicen işe gitmiycen” gibi deyimlerle de anlaşılır; işi bilmek ve gitmek önemli iki değişkendir. Bugün konumuz bilmek değil, gitmek. İşe gitmek. 

Belli ki bir zamanlar atalarımız da gün ışığıyla kalkmış hazırlanmış; taş yontmaya, kaya cilalamaya gitmiş. Büyük olasılıkla o günlerin iş dünyasında da hedefler, proje grupları, toplantılar, performans ölçümleri vardı. Başka biçimlerde de olsa iş yeri hiyerarşisi, yetişmesi gereken görevler, beklentiler etrafında dönüyordu gündelik iş hayatı. Parayla değil taşla ölçülüyordu sonuçlar. Daha iyi taş yontan öne çıkıyordu belki. Ve çağ değiştikçe kimi mesleklerin ortadan kalkıp, yerine başkalarının gelmesi sadece bu dönemin değil o zamanın da gerçeğiydi. Belki kaba taş çağından yontma taş çağına geçerken taş taşıma yeteneğine ya da taş fırlatıcılara ihtiyaç kalmıyor, geleceğin mesleği sivri taş ustalığı mı olacak o tartışılıyordu. Bir yerlerde taşı kolayca kırmayı sağlayan balta benzeri bir alet yapılıyor, herkes telaşlanıyordu “Eyvah yapay yontucu işlerimizi elimizden alacak diye.” Artık sadece taş yontarak dönebilecek bir dünya yok, ancak endişelerimiz benzer. 

Taş yontma devrinden internet çağına bir sıçramada gelmedik. İşler aşama aşama değişti. Binlerce yıl tarlaya gittik. Yetiştirdiğimiz hayvanları beslemeye gittik. Yüzlerce yıldır atölyeye, fabrikaya, ofise gidiyoruz. Hep ama hep, hiç aksatmadan işe gittik. Arabayla, metroyla, yürüyerek gittik. Bazen evin alt katı oldu iş yeri öğle yemeği için eve dönülen, bazen bir toplantı uğruna uçaklara bindik kıtalar değiştirdik. Nereye gidersek gidelim, modern iş yaşantısı bize ‘profesyonellik’ adlı kavramı getirdi. İşi ve özel hayatı ayırmayı, evde başka biri, iş yerinde başka biri olmayı. Eve yakın atölyelerde, tarlalarda, dükkanlarda çalıştığımız sanayi devrimi öncesi dönemde; evdeki biz ile işteki biz görece yakınken, şimdi işe giderken sadece kıyafet değil bir profesyonel kimlik de giyinir olduk. Sevdiklerimizle başka tonda, profesyonel hayatımızda başka tonda konuşuyorduk. Instagram’daki biz ile Linkedin’deki biz tam da aynı kişiler değildik zaten. Şimdi ise işler bir anda salgın hastalık rüzgarıyla bir daha değişti, apar topar yeni bir çağa girdik.

Belki de ilk kez yeni bir çağa girdiğimiz konusunda gezegence hemfikir olduk. Eski çağ geçişlerinin böylesi bir konsensüsle yapıldığını düşünmek garip olur. Bir anda Amerika’dan, Avustralya’ya milyonlarca insanın “Haydi bakalım İlk Çağ bitti tepe noktayı gördük inişe geçiyoruz. Orta Çağ’a girdik ona göre şeklini alsın herkes” diye çağ değiştirmediğini biliyoruz. İsmi 2019, etkisi ise 2020 olan bu salgın hastalık sayesinde neredeyse hepimiz neredeyse, her yerde ve neredeyse aynı anda çağ değiştirdik. 

Günümüz, gündemimiz tamamen değişti. Artık kalabalıklara girmiyor, istesek de giremiyoruz. Evden pek çıkmıyoruz hatta, işe gitmiyoruz. Milyonlarca insanın en büyük dertlerinden olan her sabah erkenden kalkmak, hazırlanmak, telaş içinde trafiğe dökülmek, ofislere ulaşmak, bin bir türlü iş yeri dalaveresiyle uğraşıp, bitap düşmüş halde eve dönmek bir anda yok oldu. Bunun yerine bilgisayarını açıyor, evinden çıkmadan, dilediğin giysinle, kimi esneklikler içinde çalışıyorsun. Yan gel de yat, lüküs hayat değil mi?

Aslında değil. Zira işin etrafındaki bir türlü derdi çözememişken, beladan kurtulmayı geç belayı aldık eve, baş köşeye buyur ettik. İşe gitmiyoruz artık da stresi, kavgası, kısır döngüleri, çekişmesiyle birlikte iş eve geliyor. Hem de trafiğe takılmadan, hiç sektirmeden her sabah saat 8’de geliyor evdeki derme çatma ofisimize kuruluyor. İş hayatının bütün güzel yanları, arkadaşlıklar, sosyalleşmeler, öğlen yemekleri, iş çıkışı sosyalleşmeleri, ofis şıklıkları, iş yeri flörtleri, kahve makinesi sohbetleri, toplantı araları hepsi dışarıda kaldı; onun yerine iş nemrut bir patron gibi geldi evi ele geçirdi. Gitmek de bilmiyor, doymak da. 

Sorun tek başına evden çalışmak ya da ofise gitmek, mekandan bağımsız bir kafeden, havaalanından ya da ortak bir ofisten çalışmak değilmiş aslında. “İş” dediğimiz o soyut kavramın sınır bilmezliğiymiş, saat tanımadan hayatımızı ele geçirme aç gözlülüğüymüş.

Türkiye’de çocuklara ait bir bayram olan 23 Nisan, ABD’den başlayan bir akımla çocukları işe götürme günü olarak kutlanıyor bir süredir. 2020 Nisan ayı itibariyle çocukları götürebileceğimiz aktif bir ofis hayatı yok. İş yerine giden elzem mesleklerin ise salgın hastalık ve çevresinde olup bitenlerle savaşı da mücadelesi de çocuklara uygun değil. 

Bu sene belki de ilk kez, okula gitmeyip evde olan çocuklar ile işe gitmeyip evde olan ebeveynler olarak doğal halimizle buluşacağız. Ofise dönüşmüş evle, okula dönüşmüş ev birbirine yakınsayacak. Ebeveynler unuttukları okul yaşantısını, çocuklar merak ettikleri iş dünyasını görmüş olacak. 

Belki de ilk kez gerçek bir testle yüzleşeceğiz. İnsanın en doğal halini yansıtan çocuklar ile en modern halini yansıtan iş hayatı birbirine ne kadar uyumlu. Bunca zaman, modernliği seçip işi önemseyerek yaşadık, acaba şimdi içimizdeki çocuğu dinlemeyi başarabilecek miyiz? İşin en kendimiz olduğumuz yeri, evi ele geçirmesine mi izin vereceğiz yoksa hepimiz kendi tarzlarımızı katıp, daha da mı renklendireceğiz işi? İkincisi olsun diye biraz düşünmeye, biraz çaba harcamaya değer. Kolay değil, çağ değişiyor.

İlgili Başlıklar
Daha Fazlası