HBO’nun klasik, kasvetli dedektif dizilerini nasıl değiştirdiğinden başlayalım mı?
Bir şeyleri değiştirdiği kesin. Halihazırda hep olan bir motif içinde, bir dava yüzünden neredeyse tükenme noktasına gelmiş bir karakterin biraz daha ruh haline odaklanarak aslında form olarak bir değişiklik yapıyor.
Çok kadim bir motif var. Bir karakter bir kayıp yaşar ve bu kayıp onu öngöremeyeceği bazı psikolojik durumlara sürükler. Daha sonra bu kayıpla baş edebilmek için kendini işine verir ve bu serüven onu başka bir seviyeye taşır. Bu hep işlenen bir şey, ama bu dizi bunu çok doyurucu ve etkileyici bir şekilde işliyor. Her bölümden sonra seyircide inanılmaz bir duygu bırakıyor. Bunun en büyük sebeplerinden biri de Matthew McConaughey.
Zaten kadroyu görünce inanılmaz bir şeyin geleceğini hissetmiştik.
Bazı dönemlerde bir oyuncu performansı olur ve performans sanatlarının en görülen üyesi oyuncular olduğu için o kişi çok öne çıkar. Sporda da böyledir, oyuncu en iyi halinde olduğunda büyüler.
McConaughey yazılmış her kelimeyi kafamıza çakıyor, unutamıyoruz o cümleleri. Bu tam bu adamın rönesansına denk geliyor, bir geçişi simgeliyor ki bence bu performans, oyunculuğu için Oscar aldığı “Dallas Buyers Club”daki performansından da iyi. Bu çok incelikli bir oyunculuk.
Bir de bir yönetmen faktörü var. Yazar ve yaratıcı için de aynısı geçerli. Yönetmen Cary Fukunaga projeye nasıl dahil olduğuyla ilgili en önemli fikrin sinemanın en iyi teknik yanlarını sinemaya taşımak olduğunu söylemiş. Henüz kanal yokken, HBO ile anlaşılmamışken bilinen tek şey yönetmenmiş. Bundan dolayı karşımıza 8 saatlik bir film çıktığını söylüyor.
Önemli olan vizyonu çok iyi almak ve bu dizide bunu çok görüyorum. Rust havaya baktığında kuşların bir daire oluşturduğu sahne, iyi yapılması stüdyo müdahalesi ile olacak bir şey değil.
True Detective’i bize anlatsalar saçma gelir. Replikler çok ağır, ama mesela oyuncu bunu söylerken bira şişelerinden adam yapıp insanlığın çaresizliğini simgelemek için sekiz tane sigara içince ayrı bir şey oluyor.
Reji, senaryo, yönetmenler, oyuncular… Çok iyiydi ilk sezon, tam zamanıydı. Acaba bu yüzden mi sonraki sezonları sevemedik?
Çok aceleye getirdiklerini söylediler. HBO sorumluluğu üstüne aldı. O kadar iyi bir şey yapmak hiç kolay değil. Kimi zaman insana Nietzsche, Jung okuyormuş gibi hissettiren ve oyuncuları bu kadar öne çıkaran bir proje tekrarlaması kolay değil.
İlk sezon bize yaşam, kayıp ve aydınlık gibi o kadar büyük konseptleri anlattı ki, ikinci sezonda dedektif dünyasına inince hikaye çabuk küçülüyor. İlk sezonun gazıyla, dedektifler arasındaki yolsuzluğu anlatmak hikayeyi küçültüyor. Bu bir hayal kırıklığı yaratıyor.
“Herkes kendinde bir sorun olduğunun farkındadır. Farkında olmadıkları şey sorunun ne olduğudur. Herkes günah çıkarmak ister, herkes vicdanını rahatlatmak ister. En çok da suçlular ki aslında herkes suçludur.” Hangi dizide bu replik var ki?
Olağanüstü. Artık insanları görsel bir eserle etkilemek çok zorlaştı. Fragman çıkıyor, o fragmanın her saniyesi analiz ediliyor.
Matrix’in fragmanıyla ilgili 90 tane video çıktı mesela. Set fotoğrafları, senaryolar sızıyor. Bu çağda etkilemek artık çok zor. Hem de bunu şu an yapabiliyor olması inanılmaz. İyi bir roman okumuş hissi yaratılıyor.
Favori bölümünü merak ediyorum. Birinci sezonda favori bölümün dördüncü bölüm mü, hatırlıyor musun?
Benim aklımda daha çok favori anlar var. Rust’ın her masalın ve rüyanın sonunda canavar çıkar dediği bir tiradı var. İçinde bulundukları döngüyü o iki polise anlatıp akıllarını alıyor. O an dizi, bize öyle bir dizi olmadığını söylüyordu.
Michelle Monaghan’ın gecenin bir saatinde gelip Rust ile kocasını aldatması televizyon tarihinin en iyi sahnelerinden biri. Çok anlık bir şeyi oynuyorlar. İntikam peşindeki bir kadın ve sürekli yas halinde olan nihilist bir polis. Bir an boşluk bırakırsan o sahnede, o kadar komik bir şeye dönüşebilir ki. Ne olacağını öngörüp kaçınılmaz olarak bir şey yaşanacağını bildiğin sahneleri çok seviyorum.
Peki ya müzikler? Lera Lynn’in dünyadaki en büyük hayranlarından birisin.
İlk bölümde Vince Vaughn ile Colin Farrell konuşuyor. O sahneden o müziği çıkarırsan asla aynı duyguyu vermiyor, çok sıradan bir sahne oluyor. “My Least Favorite Life” zaten muhteşem bir şarkı.
Şarkı sözlerini sabah veriyorlar ve Lera Lynn akşama inanılmaz güzel okuyor. Olağanüstü bir yorum yeteneği var. İnanılmaz bir sahne aurası var, ben canlı izleyip tanışma şansını yakaladım. Sadece sesiyle, bakışıyla, hissiyle harika bir performans.
Birçok insan Lera Lynn’i tanımaz ama çoğu insan da ikinci sezondan aklında ne kaldı sorusuna Lera Lynn cevabını verir. Çok kasvetli, umutsuz bir ruh hali simgeliyor. Bu benim en sevmediğim yaşamım diyor, ne yapsam olmuyor hissi veriyor.
Üçüncü sezonun fragmanı ilk çıktığında McConaughey geri gelecek mi diye dedikodular vardı. Fragmanı izlerken hep bu beklentiyle izledim, ama artık bu beklentiden kurtulmamız lazım.
Bazen eserler sanatçıların elinden kaçıyor. “True Detective” büyüdü, ama HBO ve Fugunaka’nın elinden biraz kaçtı. Şahsen bunu mazur görüyorum. Rust Cohle gibi bir karakter yaratmak çok zor.
Olumsuz eleştirin var mı?
Birinci sezonun biraz daha eleştirilebilecek taraflarından biri olan Rust’ın karakter gelişimi. Pür nihilist bir adamın sonunda nasıl oraya geldiğini sorgulamıştı bazı eleştirmenler. Ben de buna katılıyorum, çok mümkün bir durum değil. Dizi başında çok dipte, derinde bir karakter sunuluyor. Bağlanabileceği bir yer yok, karakter zaten çözüm olarak üremeyi bırakmayı savunuyor. Fakat sonunda dava boyunca yaşadığı şeyleri, tekrar tekrar ona hatırlatılan anları, Marty’yle tekrar dost olması ve bundan dolayı yumuşaması, aile kavramına dönüşü ona etrafın karanlık olduğunu, fakat karanlıkta yıldızların parladığını söylettiriyor.
Yıldızlar bu kadar parlayabildiği için karanlıkta bile böyle bir aydınlık kazanıyor. Ben bu söylemden çok ilham alıyorum.