Fotoğraflar: Aylin Güngör
20 yıllık müzik kariyerine Çilekeş, Bubi Tuzaklar ve Gaye Su Akyol gibi ilgi çekici gruplar sığdıran Ali Güçlü Şimşek, her dönem farklı bir renk skalasıyla, farklı bir hatta üretimlerini sürdürdü. Bu kadar uzun zamanın ardından bir sanatçı için yeni bir şeyler üretmenin, yeni rotalar çizmenin hala heyecanını koruması sık rastlanan bir durum değil. Son numarası Lalalar’la yayımladığı teklilerin ardından ilk albüm için sonbahara randevu veriyor. Motivasyonu ise net: “Dünya müzik tarihine iyi izler bırakmak."
Dönüp bakınca, senin müzikle olan ilişkinin dönem dönem yenilenmeler, kabuk değişiklikleri ve başka yöne doğru açılan yelkenlerle dolu olduğunu fark ediyorum. Sürekli olarak başka suda yüzme motivasyonun var mı? Yoksa bu kendiliğinden gelişen bir şey mi sence?
Yazdığım her müzik, yayımlandığı an itibariyle dinleyen herkesle beraber dönüp hunharca baktığım bir ayna gibi gelir bana. Baktıkça iyi yanlarımı korumaya çalışır, yenilere yer açmak için kötülerine mobbing yaparım. Nostaljik referanslara bağlı olsam da her yeni parçada güncelden geleceğe bir tünel kazma amacındayım. Türkiye gibi halk genelinde sanat dallarının bir ihtiyaçtan ziyade lüks tüketim olarak kabul gördüğü bir ülkede, 20 senelik bir müzikal serüvende dört beş farklı proje değiştirmek pek de hayal ettiğim bir kariyer planlaması değildi 18 yaşımdayken. Sanki ilk grubum son grubum olurmuş gibiydi daha çok. Peki sürekli yeni bir proje olmak zorunda mıydı? Denk geldi herhalde. Bazen grup içindeki senkronizasyon zaman aşımına uğrar ve bazen başka bir şey. Yine de bazı dev figürleri düşündüğümde, Bowie gibi, içim rahatlıyor. Hep yeni bir versiyonuna dönüşmüş ve her birinde daha iyi.
Şimdiye dek yaptığın müzikal üretimleri bir gözden geçirdiğimde, hep o zamanın ruhunu yansıtan bir şeylere rastlıyorum müziğinde. Klişe bir tabir olacak ama “bir günlüğümsü” tarafı da var sanırım.
Benim açımdan günlük gibi bir şey oluyor tabii de dünyanın böyle bir günlüğe ihtiyacı var mı bilmiyorum.
Eski sayfaları karıştırıyor musun? Kendi müziklerini dinliyor musun? Yoksa rafa kaldırılmış durumdalar mı?
Yani eskileri açıp dinliyorum diyemem. Lalalar ve Gaye Su Akyol’u da gerekmedikçe dinlemiyorum sanırım. İçimdekileri ne kadar taze tutarsam konserlerde de o kadar saf bir şekilde fışkırdığını fark ediyorum. Onun yerine yeni yönler keşfetmek, daha derinlere kazmak isterim. Zaten gündemimde olmayan döngüleri hızla unutmaya yatkın bir zihin yapım var. Mesela geçenlerde Bubituzak’tan “Harakiri” dinledim. Tren geçerken yolcuları görmeye çalışır gibiydim. Sanki başka bir hayatımda çekilmiş vesikalık ama bakınca sadece dört sene geçmiş.
Bir müzisyen için en temel etkileşim sahnededir tabii ki. Şu anki düzende, ev temposunda müzik yayımlamak nasıl bir deneyime dönüştü senin için? Etkileşim anlamında bir açık hissediyor musun?
Öncelikle bireysel bir müzisyenden ziyade grup adamı gibi hissetmişimdir kendimi. Çocukken sokakta top oynar gibi sahnede de benzer bir takım hissi olmasını, arkadaşımın gözünün içine bakıp paslaşmaya bayılırım. Yeri gelince utanmayı, beraber düşüp kalkmayı seviyorum. Takım sporlarında çok iyi oyuncular bir araya gelmesi çok iyi bir takıma dönüşeceklerini garanti etmez ve entegre parçaların uyumunu her daim tekil yeteneklerin ötesindedir. Bu bağlamda en güncel kaptan gemim Lalalar olduğu için çok şanslı hissediyorum. Rafine müzik adamlarının yan yana geldiği ve geçirgen arkadaşlıklar üzerine kurulu bir ekibiz.
Riskli tarafı henüz iki yaşındaki kariyerinde, maddi manevi geri dönüş anlamında, 1 koyup 10 almaya alıştı. Bir tekli koyup beş konser çalmaya, bir tane daha koyup Avrupa turnesine çıkmaya falan... Motivasyon anlamında riskli dönemlerden geçsek de zamanın ruhuyla uyumumuzu koruduğumuzu düşünüyorum. Öte yandan etkileşim ve zamanlama konularına da eskisi kadar takılmıyorum sanırım. Yapabileceğimin en iyisini yapmaya çalışmış olmak rahat bir uyku için neredeyse yeterli. Eski hocam ve prodüktörüm sevgili Mike Nielsen bir keresinde “albümün falanca zamana yetişmesi lazım yoksa geç kalacağız” gibi bir homurdanmama cevaben, “Tarih zamanında çıkan albümleri değil, en iyileri yazar” demişti. Tokatta zerafet, tokatta kalite.
Lalalar’ın bir araya geliş sürecini biraz anlatmanı istiyorum. Dediğin gibi doğru takımı kurmak için bir arayış sürecindeydin. Şimdi nasıl hatırlıyorsun o dönemi?
Uzun ve derinden bir araştırma süreciydi. Çok fazla parametreyi gözetiyordum, baya scouting dünyası. Bir kere iki kişi olacaktı Lalalar. Birbirinin boşluğuna dolacak, ayağına dolanmayacak iki kişi. Kesinlikle akustik davul olmayacak. Yükte hafif pahada ağır olmalı. Ekip ve ekipmanla beraber bir arabaya sığmak lazım falan ve yüzlercesi. Neyse listemde birkaç isim olsa da eküri olmak için içimden geçen kişi, köklü dostluğumuz, hızlı paslarımız ve özel yetenekleriyle Barlas’tı (Tan Özemek). Tabii daha önceden büyük yükselişlerin düşüşlerinin ne kadar yıkıcı olabileceğini deneyimleme fırsatına da eriştiğimiz için bir yandan da bu ikili hakkında kafamdaki soru işaretleri cirit atıyordu. Tabii evdeki hesap çarşıya uymadı ve bir gün kendimizi “İsyanlar”a girişken bulduk. Çok kısa bir süre sonra listede yine üst sıralarda yazan fakat yeterince iyi tanımadığım için adım atmaktan geri durduğum Kaan Düzarat bir şekilde Barlas’la denk gelip konuya yükseliyor ve gerisi çorap söküğü harmoni. Strateji mi? Strateji. Şans mı? Kesinlikle şans.
Peki albüme dair nasıl ipuçları verebilirsin?
İki plak olarak ekimde çıkacak ama kaç parça olacağı ve nasıl bir bütüne dönüşeceğiyle ilgili araştırmalar devam. Son ana kadar daha iyi sorular sorup daha iyi cevaplar bulmaya çalışıyoruz. ‘’Coğrafya kaderdir’’ sözü her ne kadar sıklıkla kendini hatırlatmayı becerse de en büyük motivasyon her yeni adımda dünya müzik tarihine iyi izler bırakabilmek.