Kulaklığınızı takmış, yolda yürüyorsunuz. Müzik de dinlediğiniz oluyor şüphesiz ama genelde telefon görüşmelerinizi bu şekilde yapmayı tercih ediyorsunuz. Çünkü bu da teknolojinin bir nimeti; eliniz kolunuz serbest halde tüm işlerinizi hallederken, görüşmelerinizi kulaklıkla rahatça yapma imkanınız varken neden elinizde tutasınız ki?
Her şey alıştığınız gibi; telefonla konuşurken yolda yürüyor, kafede kahvenizi yudumluyor veya otomobilinizi kullanıyorsunuz. Buna o kadar alışkınsınız ki bir sonraki teknoloji sizin için şimdiden vasat, her şeye açıksınız ve kabul ediyorsunuz. Bilmediğiniz tek bir şey var ama. Sizi bir çift göz izliyor. 44 yıl boyunca duvar izleyen bir çift göz.
ABD’li Otis Johnson, 44 yıl sonra kavuştuğu özgürlüğünün keyfini süremeden şaşkınlığını yaşayan bir adam. 25 yaşında girdiği hapishaneden 69 yaşında çıkan Otis için dünyanın ne kadar değiştiğini tahmin edebiliriz ama kendimizi onun yerine koyabilmemiz, onun açısından dünyaya bakmamız çok zor. Times Meydanı’na gidip insanları izleyen Otis, kulaklıklarıyla gezen insanları önce kendi kendine konuşan deliler sanıyor. Sonra onun zamanında ajanlar böyle gezdiği için herkes ona ajanmış gibi geliyor. Reklam panoları ve kalabalığın verdiği şaşkınlıktan daha büyük bir şaşkınlık bu, çünkü Otis cezaevinde kaldığı sürece tüm ailesini de kaybetmiş. Yani onun için en basit iletişim bile en az şu anki teknoloji kadar uzak.
44 yıl sonra dünyaya dönen Otis’in şimdilik kulaklık takıp elini kolunu sallayarak sohbet edeceği bir yakını yok. “Çocukları severdim” diyor, şu an bir çocuk sevip sevemeyeceğini bilmiyor çünkü yıllarca bir çocukla konuşmamış bile. Ankesörlü telefonları görünce çok mutlu oluyor ve sonradan fark ediyor ki zaten onları kimse kullanmıyor. Sonuçta herkesin kendine ait bir telefonu, kendine ait bir yaşamı var.
Teknoloji ve klişeler birbiriyle o kadar yarış içindeler ki hangisi daha ileride, saptamak imkansız. Teknolojinin durdurulamaz yaygınlığıyla birlikte insanların yakınmaları, memnuniyetleri de değişip duruyor. Mesela yakın bir zamana kadar insanların sürekli telefonlarıyla meşgul olmasına laf edilmesi çok popülerken, artık bu tip serzenişler çok banal ve faydasız geliyor. Teknolojinin insanları ne kadar yalnızlaştırdığı, iletişimi kopardığı, samimiyetsiz yaptığı gibi konular artık konuşulmaktan, yazılmaktan eskidi diyebiliriz.
“Telefonsuz da yaşarım” diyen birçok insan var, buna şüphe yok ama bizi hep tekrar kendisine bağlayan teknolojinin en büyük kozu, “acil bir durum” olması. Normalde telefonsuz gezersiniz, evet ama ya acil bir şey olursa, biri size ulaşmak isterse? Spora giderken telefon gereksiz evet ama ya acilen bir yeri aramanız gerekirse? Bu acil durumlar sonsuza kadar gidiyor...
Kendimizi kimi mantıklı, kimi mantıksız o kadar çok acil duruma bağlamış durumdayız ki, teknolojinin nimetlerinden uzak kalınca sinir krizi geçirmek bile göze alınan, gayet normal bir durum gibi gelebiliyor bize. En basitinden bahsedelim. Akıllı telefonunuzdan uzak kaldığınızda eliniz ayağınız titriyorsa bunun sebebi teknoloji değil, hayatınızın vasatlığı. Kendinize iyi bir hayat kuramazsanız teknolojinin esiri oluyorsunuz, bu kadar basit.
1970 yılında hapse atılan Otis’le günümüzde hapse girip yıllar sonra çıkacak insanlar arasında epey fark olacak, orası belli. Şu an ceza veya başka sebeplerden dolayı teknolojiden uzaklaştırılan bir kişinin kendisini “öldürün beni daha iyi” psikolojisine sokması kaçınılmaz olabilir. Bir şeylerin tadını almak, hiç bilmemekten daha kötüdür. Bilmediğiniz, görmediğiniz bir şeyin olup olmaması sizi üzmez ama ucundan kıyısından da olsa nasiplendiğiniz teknolojik kolaylıktan uzaklaşmak sarsıcı olabilir.
Dış dünyaya doğal olarak şaşkınlık ve hüzünle bakan Otis için otobüs de özlenesi bir taşıt olmuş. Otobüste insanlarla sohbet edip daha rahat oturulduğunu düşündüğünden, sıkışık metrolar onu hiç memnun etmemiş. Kendini yapayalnız ve teknolojinin kucağına bırakılıp kaçılmış gibi hisseden adamın yüzünü güldüren tek yerse market olmuş. Her şeyin renkli renkli olması ve çeşit bolluğu onu çok mutlu etmiş. Hapishaneye düşmediği yıllarda var olan ve 44 yıl sonra yine raflarda karşılaştığı tek şey olan fıstık ezmesi markasını görünce resmen gözleri doluyor. Konuşacak tek bir dostu olmayan adam, bir kutu fıstık ezmesine, kaybolan yıllarını geri vermişler gibi bakıyor...
Otis’in bizlere uzaktan baktığında gördüğü ajanlık ve delilik arasındaki şey, aslında bizi tutsak eden, onu özgürleştiren bir şey gibi gelebilir. Yıllarca duvarlar ardında kalıp tüm gelişmeleri kaçırmış bir insan olarak o, bunların hiçbirine muhtaç değil. Telefonsuz, kulaklıksız, Instagram’sız, Twitter’sız yaşayabilir çünkü bunlara ucundan kıyısından dahi yaklaşmadı.
Ondan daha yaşlı olan anne-babalarımız Facebook’ta fotoğraflarımızın altına kalpler koyarken Otis “markette bugün hangi renkli içeceği denesem” diye heyecanlanıyor. Her sabah 06.00’da parka gidip meditasyon yapıyor ve kendini topluma kazandırmaya çalışıyor. İnsanlar onu metroda sıkıştırırken veya ajan gibi kulaklıklarıyla yanından hızla geçip giderken o, “acaba bir ailem olsaydı nasıl olurdu” diye düşünüyor. Bu haliyle hepimizden daha özgür gibi, bizim görmediğimizi görüp hissedemediklerimizi algılıyor. Yıllarca duvarları ve suçluları izleyen gözleri şimdi ona göre bir başka mahkumiyetin içinde olan bizleri izliyor...
Bazen işimize geldiği gibi düşünmeyi seçeriz çünkü bu bizi en mutlu eden şeydir. Bir şeyleri bilmemek, birazcık bilip de ona ulaşamamaktan daha kötüdür ya, bunun aslında ne kadar doğru olduğu da tartışılır. Otis eğer hapishaneye düşmeseydi büyük ihtimalle o da Times Meydanı’nda gördüğü “ajan” veya “deli”lerden biri olacaktı. Ailesiyle FaceTime yapacak veya WhatsApp grubu kuracaktı. Markete gittiğindeki bolluk onu mutlu etmeyip kafasını karıştıracaktı belki de, yıllardır gördüğü o fıstık ezmesi kavanozuna gözleri dolu dolu bakmayacaktı.
İçinde bulunduğunuz ve yaşadığınız sürece bir şeylerden kaçınmanız zor ama kendinizi dışardan görebiliyorsanız ve özgür gezen mahkumlardan değilseniz, bu bir başarı. Geçmişe dönük olmak insana pek bir şey kazandırmıyor, bunun için geçmişinizde bir suç olmasına da gerek yok. Bir şeyleri hayatınızdan çıkarmakla kahrolmayacağınızı ve teknolojik nimetlerden faydalanmanın da saçma olmadığını bildiğiniz sürece sorun yok. Teknolojinin size sağladığı şeyleri kullanırken ona tamamen bağlı olmamayı başarabilirsiniz. Her şeyi dengeli yapmak, tahmin edilenden daha kolay.
Sabahın erken saatinde meditasyon yapan Otis’in dediklerini düşünmek lazım: “Bir şeylere boş vermek zorundasınız. Çünkü kızgınlığı sürdürmek, büyümenizi ve gelişmenizi yavaşlatır. Her şeyin bir sebebi olduğuna inanıyorum, o yüzden olanların geçip gitmesine izin veriyorum. Geçmişle uğraşmak yerine, gelecekle uğraşıyorum.”