1970’lerin sonlarına doğru, gecenin bir yarısında uyandırılıp “Muhammed Ali Clay” maçı seyretmek için ailesine yalvaran çocuk ordusunun bir neferiydim. Niye iki ismini (Muhammad Ali ve Cassius Marcellus Clay Jr.) harmanlayıp Muhammed Ali Clay derdik bilemiyorum; bizim memlekete özgü öğretilmiş tuhaflıklardan biri olsa gerek. Ringe kiminle çıkarsa çıksın Ali’yi tutar, “Kelebek gibi uçarım, arı gibi sokarım.” tarzı efsane sözlerini tekrarlamaya bayılırdık. Sadece büyüklerimiz, bütün dünya (Tamam, karşıtlarına geleceğiz!) sevdiği için mi severdik? Bu yazı için en iyi Ali biyografileri arasında gösterilen Thomas Hauser’ın kitabını okuyup, ESPN Classic’ten efsane maçlarını seyrederken, bu sorunun cevabını bulmuş olabilirim. 20’nci yüzyılın tartışmasız en büyük sportif figürü olmasının yanı sıra politik ve sosyal bir ikon olarak da defalarca oylanmış ve onaylanmış Ali’yi hafıza koridorlarımızda kovalayalım bakalım. Yakalarsak yine o dövecek ama olsun...
Muhammed Ali, 17 Ocak 1942’de, saat 18.35’te Kentucky, Louisville Hastanesi’nde Cassius Marcellus Clay Jr. olarak dünyaya geldi. Dönemin Afrikalı/Amerikalı standartlarına göre orta halli bir ailenin çocuğuydu. Büyükbabaları ve büyükanneleri de kayıtlarda “free colored” (özgür siyah) olarak geçiyordu. Fakat bir tık ötede, İrlandalı ve beyaz “efendi” izlerine rastlanıyordu. Çok başarılı bir öğrenci değildi, hatta dersleri berbattı. Hayatının hallaç pamuğu gibi atıldığı dönemde, 1966’da hazırlanan bir FBI raporunda, okul yılları da mercek altına alınıyordu: 1960’ta liseyi bitirirken 391 öğrenci arasında 376’ncı sıradaydı. IQ testinde aldığı puan sadece 83’tü. Yıllar sonra askerlik için yapılan testten “çakınca” kendisine yüklenen gazetecilere “Dünyanın en büyüğüyüm dedim, en zekisiyim demedim” diye cevap veren Ali, bana sorarsanız, müthiş zeki bir adamdır, o ayrı. Zaten tüm enerjisini 12 yaşından itibaren boksa verdiğini de biliyoruz. 18’ine geldiğinde bölgesel ve ulusal sayısız şampiyonluğu vardı, 100’den fazla amatör maça çıkmıştı ve 1960’ta Roma’daki Olimpiyat Oyunları’nda altın madalya kazanmıştı.
Muhammed Ali’nin boks tekniği çok tartışılan bir mevzu. Bir nefret kampanyasına varacak şekilde tartışıldığı dönemde (dinini ve ismini değiştirmesi, Vietnam Savaşı’na katılmayı ve askerliği reddetmesi) tekniğinin olmadığı, soytarı olduğu bile öne sürülmüştü. “Boks doktoru” olarak anılan ve yıllarca Ali ringdeyken ekibinin has elemanı olan Ferdie Pacheco, “Eğer Tanrı oturup anatomik ve fizyolojik bakımdan mükemmel bir dövüşçü yaratmak isteseydi Ali’yi yaratırdı” der ve devam eder: “Tansiyonu ve nabzı bir yılan gibi. Sürati ve refleksleri inanılmaz. Yüzü darbelerde açılmayı çok zor hale getirecek şekilde yuvarlak, derisi kalın, vücudu kırılmaz.”
Ali’yi seyreden herkes, müthiş bir dansçı olduğu konusunda hemfikirdir. Özellikle “sürgün” öncesi dönemde onu ringde yakalayıp da yumruk atabilmek neredeyse imkansızdır. Dans eder, rakibini kışkırtır, darbe almaz ve çoğunlukla randevu verdiği şekilde, yani maç öncesi söylediği raundda devirir. Profesyonel olarak çıktığı 56 maçtan sadece beşini kaybetmiştir ki, bunların üçü son dört maçındadır. En büyük rakipleri de er veya geç Ali’nin müthiş bir boksör olduğunu kabul etmiştir. Hemen her ankette, 20’nci yüzyılın tartışmasız bir numaralı ağır sıklet boksörü çıkmıştır.
Denir ki, dünyada en fazla tanınan, ismi bilinen, onu hiç izlememiş kuşakların bile hem tanıdığı hem sevdiği ilk/tek isimdir. Bunda elbette muazzam karakteri ve sporun ötesine geçen faaliyetleri etkili olmuştur. Bir politik, kültürel ikondur Ali. 1960’larda dünyayı değiştirenler/etkileyenler sıralandığında adı muhakkak sayılır. Mesela John F. Kennedy, John Lennon, Marilyn Monroe, Bob Dylan gibi isimlerle birlikte aynı sırada, en önde oturur. Plak da doldurmuştur, kitap da yazmıştır, oyunculuk da yapmıştır. Özellikle kariyerinin ilk yıllarında, medyanın gücünü diğer sporculardan çok daha önce fark etmiş, yüksek tirajlı gazete ve dergilere, televizyon ve radyo röportajlarına çıkmak için gerekirse “asparagas” zemini hazırlamıştır. Mesela kendisini Sports Illustrated için çekmeye gelen fotoğrafçı Neil Leifer’ın, dönemin en büyük dergisi Life için de çalıştığını öğrenince Life’a çıkmak için asparagası bizzat şekillendirmiştir: “Güçlenmek için havuzda çalışan boksör!” Ali, yüzme bilmez...
Çok yakışıklı bir adamdır Muhammed Ali. Bunu meşhur “babalanma” konuşmalarında da sıkça vurgular, şöhretinin bir kısmını “Harika, çok güzel, süper yakışıklı” olmasına bağlar. Ancak kadınlar konusunda pek girişken değildir, hatta çekingendir. Arkadaşlarına “Haydi kızlara bakalım” demişliği çoktur ve evet, gerçekten de çoğunlukla bakmakla yetinmiştir. Duvara yaslanıp önünden geçen güzel kadınlara bakmayı sever fakat yanlarına gidemeyecek kadar çekingen, utangaçtır.
Dört kez evlenir. İlk karısı çok güzel bir kadındır: Sonji. İslam’ı seçtiği dönemde tanıştığı bu güzel kadını, yeni arkadaş çevresi hiç sevmez. Bir parti kızıdır Sonji, Ali’nin inançlarına ters bir yaşantısı vardır. İki yılı tamamlayamadan ayrılırlar. Daha sonra güçlü ve İslam konusunda bilgili, inançlı Belinda (Halile adını alır) ile evlenir. Dört çocukları olur ve 10 yıl evli kalırlar. Belinda’yla evliliğinin son iki yılında oyuncu Veronica Porsche ile beraberdir. Nihayet 1977’de evlenirler, dokuz yıl evli kalırlar, iki çocukları olur. Son olarak halen evli olduğu ve 1964’ten beri tanıştığı “komşu kızı” Lonnie Williams gelir. Eşine dostuna sorarsanız, gerçek mutluluğu 1986’da evlendiği, mahalle arkadaşı Lonnie’de bulmuştur. Ali’nin farklı ilişkilerinden iki çocuğu daha olduğu notunu da düşmek gerekiyor.
Ali’nin kariyeri, boks tarihinin unutulmaz maçlarıyla dolu. İlk unvan maçını yaptığı Sonny Liston’dan George Foreman’a, ezeli rakibi Joe Frazier’dan Karl Mildenberger’e kadar pek çok iyi boksörü devirmiştir. Dövüşlerden önce rakiplerinin sinirlerini tel tel dökecek konuşmaları ünlüdür. “Çirkin ayı” der, “Sen boksör sayılmazsın” der, “Dünya şampiyonu olamayacak derecede çirkin bir insansın” der, “Tipini öyle bir kaydıracağım ki annen görse tanıyamayacak” der... Der de der işte. Frazier’a stüdyoda girişmişliği, kilometrelerce yol kat ederek “çok sakat bir insan” kabul edilen Liston’ın evine kadar gidip (tabii medyayı da çağırarak) hakaret etmişliği vardır. Mesela Liston’dan korktuğunu sonraları ifade eder ama karşı karşıya geldiklerinde bu korkusunu rakibine hiç belli etmez, üstüne gider, aşağılamayı sürdürür; önce sinir sistemini, sonra da bünyesinin kalan kısmını pataklar.
Yakışıklı, esprili, renkli, fırlama bir “siyah” boksör, muhafazakar ABD’nin ve boks âleminin rahatsızlık duyacağı biri değildir, eğlencelidir. Ancak Cassius Clay’in Muhammed Ali’ye dönüşme sürecinde külahlar değişilir. Sürecin pek çok kahramanı vardır. Aslında Ali, konuya “ezilen siyahlar” kapısından giriş yapmıştır. ABD’de hiç sevilmeyen İslami lider Elijah Muhammed ve çevresinin radarına girmesi gecikmez. Ünlü boksör, handiyse beyazlara karşı ırkçı bir yaklaşıma sahip olan Elijah Muhammed için önceleri çok mühim bir tip değildir ancak çevresindekiler “pek yakında dünya şampiyonu olacak” genç adamın davaya büyük katkı sağlayacağını fısıldarlar.
Ali bir süre şüphe çekecek yürüyüşlerde, toplantılarda boy gösterse de Liston’ı yenerek şampiyonluğunu ilan edeceği maçın ertesine kadar, İslam’ı seçtiğini net olarak duyurmaz. Bunu hem yakın çevresi hem de yenilirse The Nation of Islam hareketine zarar vereceğini düşünen Elijah Muhammed istemez. Ali’nin İslam’ı seçtiğini duyurması, ardından bizzat Elijah tarafından kendisine Muhammed Ali isminin verilmesi çarşıyı karıştırır.
Ali’nin hem Müslümanlığı seçmesi hem de “İnançlarıma karşı, Vietkong’u niye öldüreyim?” diyerek askerlik görevini reddetmesi linç hareketini başlatır. Sempatik şampiyon gitmiş, yerine bir numaralı halk düşmanı gelmiştir. Yuhalanır, mahkeme mahkeme gezdirilir, medya tarafından lanetlenir, parasına göz koyanlar çıkar, aldatıldığını söyleyen babası tarafından bile hırpalanır, ringde kazandığı unvanı elinden alınır. En çok buna içerler. Dövüşerek kazandığı unvanını dövüşemeden kaybetmek çok ağırına gider. Mücadele eder, para kazanmak için konferanslar vermeye başlar vesaire... Üç yıl sonra yeniden boks kapılarını zorlayarak, kırarak girer ve tekrar şampiyon olur.
Bugün 75 yaşında ve dünya çapında milyarlar tarafından sevilen, efsanesi dilden dile dolaşan, hayırseverliği ve özellikle Afrikalı/Amerikalı kitleye kazandırdıklarıyla yüceltilen bir sevgili insandı o. Gerçek bir şampiyondu ve bir şampiyon gibi veda etti hayata.