Hep Aynı Nakarat
Hepimizin hayatında bir sürü toksik ilişkisi olur. Hani vardır ya, “Sürekli aynı insanları buluyorum. Hep aynı hataları yapıyorum” dediğimiz anlar. Ararız ama doğru insanı bulamayız. Doğru insanı buluruz, doğru zamanı tutturamayız. Doğru zamanı buluruz, başımıza bir şeyler gelir, mücadeleden yoruluruz. Tam her şey yolunda gider, hop, bir bakarız biz değişiyoruz. Ne acayip şeydir şu ilişki. Mutlu olmak için ille de tüm gezegenlerin bir arada mı olması gerekir? Bak, ne güzel şikayet ettim. Kurbanı oynadım. Sanki konu benimle ilgili değil de hayat üstüme oynuyor gibi davrandım. Sanki aynı şeyleri yaparak farklı sonuçlar bekleyenlerden değilmişim gibi… Tanıdık geldi mi? Kafamın içindeki bu şikayet şarkılarını arka arkaya dinlemeye başladığımda aklıma bir şaman özdeyişi gelir. “Hayat sen öğrenmediğin sürece, ders vermeye devam eder.” Eğer nakarat takıldıysa bozuk olan plak mı yoksa çalan mı tekrar bakmak gerekiyordur belki de.
Zeka Her Şeyi Çözer Mi?
Kurbanı oynayanları geçtik, bakkalın oradan sola döndük şimdi yeni molamız da kendini her şeyden ve herkesten zeki sanan narsistler durağında. Çaylar şirketten, dersimiz de Yunan mitolojisinden geliyor. Antik Yunan’ın en zeki adamlarından biridir Sisifos. Krallığını büyük bir keyifle, hiç ölmeyecekmiş gibi yönetiyor. Bir gün Olimpos’un playboy’u Zeus, nehir tanrısı Asopos’un kızı Egina’yı kaçırıyor. Sisifos bunu görüyor. Bilgi güçtür diyerek kimseye söylemiyor ama doğru zamana saklıyor tabii istihbaratı. Bir gün Asopos gelip “Benim kızı kim kaçırdı?” diye sorunca, Sisifos da şehrin kalesinden kaynak fışkırması karşılığında Zeus’u ele veriyor. Tanrıların tanrısıyla şaka olur mu? Zeus da Sisifos’a ölüm meleği Tanatos’u gönderiyor. Tanatos, zincirleri bağlayıp insanları sonsuza kadar cehennem azabına mahkum edebiliyor. Sisifos’a da zincirleri hazırlayıp geldiğinde bizim Sisi “Yahu ne güzel bağlıyorsun. Maşallah sanat gibi yapıyorsun hocam bu işi” diyerek gazlar veriyor Tanatos’a. “Bağlasana kendini de alem bondaj görsün” diyerek kendini bağlatıyor. Tanatos kendini bağlayınca, Sisifos zincirliyor onu olduğu yere ve uzuyor ortamdan çakal. Tabii, ölüm meleğini paket edince kimse ölmüyor. Savaşlar, salgınlar oluyor ama kimse ölmüyor. Savaş tanrısı Ares bu işe çok kızıyor. Hermes’i yolluyor ve kurtarıyorlar Tanatos’u; Sisi yine yırtıyor tabii bu karambolde. Zeus sinir küpü… Tekrar gönderiyor Tanatos’u biraz da azarlayıp. Sisifos başına geleceği bildiği için karısına gidip, “Hanım ben ölünce bana cenaze töreni filan yapmayın. Ben sevmiyorum öyle şaşalı şeyler” diyor. Antik Yunan’da birine cenaze yapılmaması büyük saygısızlık. Sisi bunu biliyor. Tanatos canını alınca Hades’e gidip, “Baksana bana insan gibi bir cenaze töreni bile yapmadılar. Şerefim iki paralık oldu. Bu saygısızlıkla nasıl sonsuzluğa kadar yaşarım ben” diyerek huysuzlanıyor. “Salın beni de, gidip bari bir cenaze töreni yapayım hakkıyla kendime” diye ikna ediyor Hades’i. Hades izin veriyor Sisi’ye. Gidiş o gidiş. Ara ki bulasın. Sisifos üçüncü kez tanrıları kandırmanın şuh kahkahalarını atarak bir hayat daha yaşıyor. En sonunda ölüyor tabii. Zeus da “Bu sefer düştün elime” diyerek ona çok manidar bir ceza veriyor. Devasa bir kayayı tepeye kadar iterek çıkarma cezası. Fakat Sisifos kayayı tepeye tam çıkardığında kaya aşağı düşüyor. Sonsuza kadar hiçbir zaman tepeye çıkaramayacağı kayayı ısrarla itmeye mahkum oluyor. Ceza çok acımasız gibi gelse de aslında çok net bir mesaj da veriyor. Dünyanın en zeki insanı olsan da tanrıları kandırsan da, eninde sonunda başarısız olacaksın. Bu hayatta uğraştığın her şey aynı o tepeye çıkarmaya çalıştığın kaya gibi hiçbir zaman tamamlanmayacak. O yüzden sevgili dostum, çok ciddiye alma. Hayat absürt bir şey. Mükemmel aşk, sonsuz mutluluk diye bir şey yok. O kaya hiçbir zaman tam tepeye çıkmıyor. Burada şair bize şunu demek istiyor: Olay kayayı tepeye çıkarmakta değil, sürekli, her başarısızlıktan sonra itmeye devam edebilmekte…
Ruhun Sarsılmaz Bütünlüğü
Ne güzel başlık değil mi? Bunun tek bir kelime karşılığı var biliyor musun? Ataraksiya. Bizde tepki yokluğu şeklinde geçiyor olsa da aslında Antik Yunan’da kemer altı felsefesi stoacılığın temel taşıdır. Bize şunu söyler: “Hayat, başına gelen olaylar değil, onlara nasıl tepkiler verdiğindir.” Öyle rahatlatıyor ki insanı, bu isimde bir antidepresan ilacı bile var. Adamlar binlerce yıl önce zaten konuyu çözmüşler, ilaca filan gerek kalmadan. “Hayalimizde gerçekte olduğundan daha fazla acı çekeriz” diyor stoacılığın kurucularından Seneca.
Bize sürekli sonsuza kadar sürecek aşklardan bahsediyorlar. Instagram’da insanların mükemmel ilişkilerinin anlık fotoğraflarına tanıklık ediyoruz. Sanıyoruz ki, herkes harika bir hayat yaşıyor ve hiç değişmeden, sarsılmadan, tökezlemeden kusursuz ilişkilerine devam ediyorlar. Böyle bir şey mümkün mü? Özendiğimiz yalan ilişkileri yaşayamamaktan, elimizdekileri kaybetmekten, hatta aradığımızı hiç bulamamaktan korkarız çoğu zaman. Bu korkuyu yenmenin tek bir yolu var. Her zaman kaybeden olduğumuzu bilmek. Doğduğumuz andan itibaren kaybediyoruz dostum. Geriye sayıyoruz. Bir başka stoacı Epiktetos öyle güzel söylüyor ki: “Kaybetmek bizi özgürleştirir.” Kaybeden olmaktan korkma.
Bak bahar geldi yine. Eski yapraklar döküldü. Soğuk ve kuru kışı atlatan ağaçlar yeşerecekler şimdi. O ağaç, yaprağını kaybetmekten korksa dökebilir mi artık işe yaramayanları? Her seferinde yeniden başlayabilir mi bahara? Buna Autopoiesis deniyor Antik Yunan’da. “Yaşamın kendi kendini her seferinde tekrar ve tekrar üretmesi.” Hatta derginin de bu sayıdaki odak noktası… “Bunların da her şeye bir cevabı var” dediğini duyar gibiyim. Sadece onların değil, herkesin, her olaya kendi cevabı var aslında. Olay doğru soruları sormakta. Çiçek gibi açtığın, yeniden üretmeye başladığın bir bahar olsun.
Bu yazı Bahar 2022 sayısında yayınlanmıştır.