Önceki nesillerin stereotip erkeği, geleneksel masküleni bu. Ya da şöyle söyleyelim; şimdinin plaza insanı, sanatçısı, açık görüşlüsü, bu yüzyıla uygun insanına, GQ okuru dünyasına göre eskinin stereotipi -geri kalan dünya için bu erkeklik hala en gerçek olan. Bugünün stereotipi ise saçsız değil, saçsızsa bile bereli, sakallı çünkü bakımlı. PT’sine ya da kick boks hocasına hayran, karın kasları ve spor ayakkabıları en güçlü yanı. Yogayı ve meditasyonu denemiş, babalığı da deneyebilir zamanı gelince. Kendi zamanı kıymetli. Elbette feminist. Ve tabii ki duygularını açmayı sevmiyor, bir Ryan Gosling değil ama Don Draper olmaya da cesaret edemez, kadının karşısında artık o kadar güçlü değil. Ortak noktaları ise, klozet kapağını kapatmamaları.
Kadınları, çocukları ve topraklarını korumak için çocuk yaşta savaşa gönderilen, hayatları “vazgeçilebilir” görülen sert erkeklerin oğulları, yeni dünya düzeninde babaları gibi rahat rahat “erkek” olamıyorlar artık. Kadınların kalçalarına, memelerine fütursuzca bakıp “hepsi benim için yaratılmış” gibi hissetmelerine bir saniye bile izin yok. Aksine, reklamlarda, filmlerde ve dizilerde babalarına, babalarının idollerine, hatta kendilerine hiç benzemeyen erkekler var ve kadınlar onlara hayran: Duygusal, karın kasları her birinin arasına birer çikolata barı yerleştirilebilecek gibi sağlam, geniş omuzları ile gülümseyerek cool olabilen, kravat takmayan, taktı mı da “off çok yakışıklı” olan, güzel dans eden, seyahat etmeyi seven, iyi yemekten haz duyan, teknolojiden anlayan, kadını dinleyen ve G noktasını bulabilen erkekler. Halbuki, eskiden erkeğin en önemli görevi ailesini geçindirmek ve korumaktı sadece... İsterse çapkın olurdu, sinirli olurdu, görevlerini yerine getiren bir erkeğin hakkıydı bunlar, onca yük vardı omuzlarında. Yakışıklıysa bir de ne ala, en şanslı oydu.
Bu kadar net ve göreceli bir hayatları varken erkeklerin, ne zaman aynı anda hem bakımlı olmak, hem anlayışlı olmak, hem tacizci olmamak, hem destekleyici olmak, hem iyi sevişmeyi bilmek hem de partnerinin en iyi Instagram fotoğraflarını çeken kişi olmak zorunda kaldılar? Ha bir de klozet kapağı meselesi var...
Aslında en karışık kısmı flört meselesi şu aralar erkekler için. “Hayır”ın naz olmadığını anlaması zor oldu erkeklerin. Yine de sanatçı ve yayıncı Ali Taptık’tan alıntılarsam, “Erkekler artık olası failliklerinin hep farkında olmalılar.” Bu da haliyle yeni dünya düzeninin bilincindeki erkekler için zor bir hayat demek: Asansörde selam verdiğin kadını taciz mi etmiş sayılırsın? İş yerinden beğendiğin bir kadına akşam beş sonrası mesaj atmak İnsan Kaynakları’na şikayete sebep olur mu? Şimdilerde flört nerede başlıyor, taciz nerede? İlk hareketi kadından mı beklemek gerekli? Peki saygılı davranmaya ve günün ruhuna uymaya çalışırken nasıl aşık olacak erkekler? Üstelik bir de tüm sosyal medya “toksik maskülenlik”, “toksik ilişki” gibi kavramlarla dolmuşken her adımında “kırmızı bayrak” göstermemeye çalışırken yine zamanın ruhunun getirdiği “filtresiz, kendin gibi ol, istediğin kişi olmakta özgürsün” baskısı arasında elini nereye koyacak, bakışlarını nereye yönlendirecek?
Sen yüzyıllarca savaşçı ol, güçlü ol, eve giren böcekleri at (öldür demiyorum), hesabı öde, ilk hareketi yap, üstüne bir de centilmen ol, 2000’lerin başında bir de “metropol erkeği” ol ama bugün kadının kapısını açtığın zaman “kadının gücünü küçümsüyor mu oldum şimdi?” diye düşüncelere gark ol...
ERKEKLİĞİN EN ZOR ZAMANI
ABD’li politika uzmanı, aktivist ve kadın/erkek hakları hakkında yedi kitabı bulunan Dr. Warren Farrell, günümüzün erkekler için en zor çağ olduğunu söylüyor. Kendisi konuşmayı, konuşulmayı ve popüler kültürden faydalanmayı iyi bilen biri olarak 60’larda kadın hareketinin en büyük destekçilerindenken, sonraları “erkekler de yanar” tarzı bir hareketin öncüsü oldu. Bu konuda söylediği çoğu doğru ve anlamsız söz arasında ilginç tespit ve araştırma sonuçları var. Mesela bir ayrılık ya da eşlerden birinin ölümü sonrasında erkeklerin kadınlara oranla 10 kat daha fazla intihara meyilli olduğunu görmüş araştırmalarında. Bunun sebebi, kadınların her zaman kendi içlerinde bir iletişimlerinin ve konuşma rahatlıklarının olması ama erkeklerin birbirleri ile bile duygularını paylaşamamalarıymış. Yani yüzyıllar geçse ve erkekler değişse de aslında “erkekler hep duygusal anlamda yaşamlarını sürdürebilmek için kadınlara bağımlı oldular” diyor. Kurduğu erkek destek gruplarında da konuşmayı, duyguları paylaşmayı önceliklendiriyor Farrell. Oysa şöyle bir gerçek var ki, kadın hareketi kadınlara iş hayatında yer almayı, ilerlemeyi, haklarını savunmayı öğretirken duygusal ve spiritüel anlamda “nasılsın?” diye sormadı, bu açıdan kadını erkekleştirdi, duygularını ikinci plana atmayı öğretti. Bu da iki cins arasında daha büyük ayrımlara yol açtı. Ama kadın, o noktadan da hızlıca sıyrıldı çünkü “kadın olarak sadece güçlü olmak zorunda değilim, hormonlarım öyle çalışmıyor, istersem ağlarım” deme hakkı vardı. Kadınlar normatif heteroseksüel sisteme mensup erkekler dışında kalan bireylerle de güçlü bağlar kurdu, kendi destek ağlarını genişletti. Sosyal medyada duygusal ve psikolojik anlamda kendini iyileştirme hareketlerine katıldı. Ama kimse erkeklere dönüp “ya siz nasılsınız?” demedi, “ben güçlüyüm ve sana o klozet kapağını kapat diyorum” demeye devam etti. Zamanında “cadılaştırılan” kadınların çocukları, şimdi erkekleri şeytanlaştırırken eşitlikten bahsetmek ikiyüzlülük kültürünü doğurdu.
Neyse ki kadınlık, erkeklik ve dünya değişmeye devam ediyor. Nihayet olması gereken noktaya yaklaşıyoruz. X ve Y kromozomları ile oluşan farklar değil, insan olmanın ortak özellikleri öne çıkıyor. Şiddet uygulayanın cinsiyeti değil, şiddete uğrayanın haklarını “hep birlikte” savunmak, cinsiyetlerden bağımsız ister saçlı, ister saçsız, ister pembe-mavi saçlı olmak, karşımızdakine saygısızlık etmedikçe ister duygusal, ister duvar gibi olmak bugünün ruhu. Kendi seçimlerimizi, yönelimlerimizi sahiplenmek, birbirimiz üstünde her ne sebeple olursa olsun güç ve baskı oluşturmadan her cins ve her seçim ve her yaşam biçimi için eşitlikten söz etmek, bugün olması gereken. GQ’nun bir sonraki 10 senesinde kadın-erkek-LGBTIQ haklarından değil; birlikte neler yapabileceğimizden söz ederiz belki de.
Hatta belki de ilk kez her birimiz, eşsiz birer kar tanesiyiz ve isteyenin eriyip denize karışmasını, isteyenin sertleşip buz olmasını, buharlaşıp atmosfere karışmasını yargılamadan, hayranlıkla izleyebilecek bilince ulaşıyoruz. Bu arada birisi de çıkıp artık miladı dolmuş klozet tasarımını değiştirse ve herkesin kullanımına uygun kimsenin açıp- kapatması, dokunması gerekmeyen bir forma getirse o zaman işte her şey eşit ve mükemmel olacak!