Gözlerden uzak İtalyan kasabası Maranello, yakınlardaki Bolonya kentinden, genellikle kamyonların geçtiği dar, güneşli bir otoyolla ayrılıyor. Ölümlü olduğunu hatırlayanlar için Bolonya havaalanından transit geçiş 50 dakika sürüyor; Maranello tarzında sollamak üzere şeritlerin üzerinde drift yaparsanız bu süre epeyi azalıyor. Maranello, 1940’lardan beri ünlü İtalyan otomobil firması Ferrari’ye ev sahipliği yapıyor. İnsanlar bu 17.000 nüfuslu kasabaya Ferrari Land diyor çünkü İtalya’da Maranello’dan bahsederseniz akla ilk olarak Ferrari geliyor. Buraya yapılan ilk ziyareti asla unutmadığınız söylenir; belki de bunun nedeni, yeni gelenlerin yolculuktan sağ çıkabilmelerine duyduğu minnetten kaynaklanıyordur.
Ferrari’nin şu anki iki F1 pilotları, Charles Leclerc ve Carlos Sainz uzun yıllar süren pit molası sonrasında şampiyonluk unvanlarını Maranello’ya geri getirmek için son derece hırslılar. Ama ikisi de, bundan çok önce bu şehirde beklenmedik çıkışlar yaptıklarını itiraf ediyor. 24 yaşındaki Monakolu hünerli Leclerc, buraya ilk geldiğinde Ferrari kompleksinin girişlerinden ilkine kadar ilerleyebilmiş. O sırada 11 ya da 12 yaşında olan Leclerc’in yanında Ferrari için çalışan bir aile dostu varmış ancak yine de girememiş. “Otoparkta oturduğum iki saat boyunca içerisinin nasıl bir yer olduğunu tahmin etmeye çalıştım. Oompa Loompa’ların etrafta koşturduğu Charlie’nin Çikolata Fabrikası’nı hayal ettim” diye anımsıyor. Leclerc’in takım arkadaşı, Ferrari onu aradığında rakip bir takımla birlikte olan ılımlı ve kibar İspanyol Sainz ise Maranello ile gizli kapaklı tanışmış. 27 yaşındaki pilot, “Gizli bir keşif gezisiydi çünkü başka bir takımla olan sözleşmemin bitmesini beklemem gerekiyordu” diyor. Sainz her zaman Formula 1’in en eski ve en tanınmış takımının ana girişinden içeri girmek istiyordu, “Ve ben arkadan girdim” diyor, durumun beklediğinden farklı geliştiğinin altını çizerek.
Leclerc ve Sainz ile tanışma öncesi bu eksantrik tek şirketlik kasabayı yürüyerek keşfetmek için birkaç saatim vardı: Burası gerçekten de Ferrari Land, haklılar. Kasabanın merkezindeki bir anıt, takımın maskotunu, 75 yıldır gösterişli spor arabalarında ve pilotların üniformasındaki logoda şahlanan malum atı canlandırıyor. Yakınlarda, yeni doğmuş bir bebeğin annesi, parlak kırmızı bir bebek arabasını itiyor; bebek bezi ve çantası da benzer renkte. Teknisyenler, uygun şekilde kırmızıya boyanmış tulumlarda işe geliyor. Ferrari ve Maranello’nun iç içe geçmiş kaderlerine dair -II. Dünya Savaşı’na kadar- bilgi veren panellerle süslenmiş bir kasaba tarihi yürüyüşü, rosso corsa (yarış kırmızısı) asfaltı sayesinde sıradan kaldırımlardan ayrılıyor. San Biagio Kilisesi’ne vardığınızda, o kadar marka odaklı oluyorsunuz ki, vitray panellerden birinde İsa’nın Ferrari kırmızısı giydiğini hemen fark ediyorsunuz.
Ferrari yerleşkesine vardığımda takımın son zamanlardaki başarısızlıklarının özgürce tartışıldığını duymak şok ediciydi. Geçmiş sezonlar içler acısıydı: Un disastro! Espresso içen beyaz gömlekli yöneticiler de böyle söylüyor. Laboratuvarların dışına çıkan beyaz önlüklü çalışanlar da aynı şekilde. Bu sadakatsizlik değil, işin gerçeği. Bu sezon olmasa da bir sonraki sezona, daha iyi günlerin olacağına dair mevcut güveni ifade ediyor. Koleksiyonluk Ferrari’lerin restorasyonuna ayrılmış, mükemmelliğinden ödün vermeyen bir hangarda, beyaz saçlı kıdemli bir teknisyen ekibi, mevcut durumdan memnuniyetini ifade etmek için ıslık çalıyor. Hızlı çocuk Leclerc favori.
Sainz bana doğru yaklaşırken, “Haftanın en zor günü” diyor. “150 tur bitiriyorsun ve düşünemez hale geliyorsun.” İri yuvarlak gözleri var, doğal bir yakışıklı. Bugün saçları tembelce yana ayrılmış. Leclerc’in meşhur yakışıklılığı ise takım arkadaşınınkinden daha zarif ve rafine. Onu bir erkek grubunun solisti olarak kolayca hayal edebilirsiniz. Meslektaşları tarafından çok seviliyor ve F1 sürücülerinin mücevherleri yasaklayan yangın güvenliği düzenlemeleri olmasa teknisyenlerin bir araya gelerek satın aldığı altın bir şans kolyesiyle yarışacağı konusunda net. Leclerc “Yedi yaşındayken arka arkaya iki yarış kazanırsanız, yenilmez olduğunuzu düşünürsünüz” diyor. “Babam bana ‘her zaman mütevazı ol, iyi anlarda ve özellikle yenilmez olduğunu hissettiğinde’ der.”
Yeni bir Ferrari moda koleksiyonundan kıyafetleri denemek için buradalar. Ayrıca hayran giysileri imzalayacak, çalışkan personelle fotoğraf çekecek ve bir simülatöre girdikten veya teknik meselelerle uğraştıktan saatler sonra gevşemek için koleksiyon arabaları arasında uzanacaklar. Kırmızı bir balaklava ve bir çift eldiven üzerinde çalışıyor Leclerc. Sainz, onun yanına gidiyor ve “Çok güzel” diye mırıldanıyor. Biraz birbirlerine laf atıyor, sonra yaklaşan bir yarışta zorlu bir dönüş hakkında acil, açgözlü bir tartışmaya giriyor, simülatördeki bir pürüzden bahsediyorlar.
F1’deki her takım iki sürücüye sahip. Nadir durumlarda, bu sürücülerden biri veya diğeri dahili olarak tercih edilir. Bir numaralı ve iki numaralı pilotlar vardır. Ferrari bir numaralı pilotları olmadığında ısrarcı olsa da, dışarıdan bakanlara göre tercih edilen çocuk Leclerc ve birkaç yaş daha ileride olan Sainz ona yardımcı olmak zorunda. Bu garip, sportmenlik karşıtı durumun ortasında kalan pilotlar genellikle zaman içerisinde birbirlerinden nefret etmeye başlar. Garajdaki bir Ferrari yöneticisi, bu ikisinin daha çok “rakip okul arkadaşları” gibi olduğunu söylüyor; “Yakınlar. Sürekli sohbet-sohbet-sohbet. Her şey için rekabet ediyorlar; tuvalet kapısına önce kimin varabileceği gibi. Ardından yine sohbet- sohbet-sohbet...”
Yine de Sainz adına üzülüyorsun. Ferrari, F1 sürücüleri için ulaşılabilecek en yüksek mertebe. Leclerc ancak başarısız olur ve ona kapı gösterilirse buradan başka bir yere devam edecek. Sainz’in Ferrari ile şampiyonluk umutları beslemesi için arkadaşının batıracağına dair daha sessiz umutlar beslemesi gerekiyor. Sainz, herhangi bir nedenle canı sıkıldığında ya da kendi anlatımıyla “Belirli bir günde kendimi yorgun veya üzgün hissedersem veya belki de içimde bir şeyler yolunda gitmiyorsa, kötü bir ruh halindeysem ve sebebini bilmiyorsam” kendine mutlaka şunları söylüyor; “Ben bir Ferrari sürücüsüyüm. Maranello’dayım. Bugün bir simülatör kullanacağım. Arabayı test edeceğim ve yakında yarışacağım.” Leclerc’e göre yarış, zihni sıfırlıyor. Sevgili babası Hervé vefat ettiğinde, henüz Formula 1’in “feeder” serisinde bir gençti. Leclerc, kaybının ardından birkaç gün sonra planlanan bir sonraki yarışa girdi ve kazandı. Bu sürücülerin, hafta sonu 300 km hızla hücum ettikleri sürece pazartesiden perşembeye kayıplara, hayal kırıklıklarına ve rezilliklere katlanacağını hissediyorsunuz.
Sainz için, kafaya takarsa, küçük hakaretler her yerde bulunabiliyor. Garajda ona verilen bir dizi el değmemiş beyzbol şapkasının siperliklerinin arka genişliğine imzasını karalıyor ve otomatik olarak Leclerc’in adının kendisininkinden önce konumlandırılması için yer bırakıyor. Hemen hemen aynı boyda olmalarına rağmen Maranello’nun merkezinde bulunan iki sürücünün cut-out tablosunda Leclerc bir kafa boyu uzun resmediliyor.
Netflix’in Sainz gibi, elit grubun dışındaki kısıtlı rakiplerin deneyimlerini meşrulaştırmak için çok şey başarmış dizisi Drive to Survive, F1 üzerinde büyük bir etki yarattı; yeni insanların ilgisini çekti, hayranların sürücülerle olan ilişki biçimini değiştirdi. Sainz, değişen havayı fark edecek kadar uzun süre yarıştı. “Sokakta daha çok insan seni tanıyor” diyor bana. “Daha çok sponsor, daha çok etkinlik, daha çok fotoğraf.” Bir sürücünün hayatı, sürüşten ziyade başka şeyler hakkında oldu demek istiyor.
Burada büyük, iki katlı bir Ferrari müzesi var; odaları kusursuz arabalar, kupalar ve hatıralarla dolu. Michele Pignatti Morano adlı zarif bir adam olan müze direktörü, Leclerc, Sainz ve meslektaşlarına şimdiden şunları söyledi: “Bize bir şampiyonluk daha kazandırırsanız, sizin için duvarları yıkarım.” Pignatti Morano beni gezdirirken bir Ferrari ritüelini açıklıyor: Şampiyonluk kazanan bazı arabaların bu müzeye getirilip Zafer Salonu dedikleri bir odanın halı kaplı kıyılarına sonsuza kadar park edilmesi. Burada dramatik bir müzik çalıyor; büyük hayranların bocaladığı ve ağladığı biliniyor. Pignatti Morano, Leclerc veya Sainz’in arabası için alana ihtiyaç duymaları halinde yıkılabilecek bir duvara el sallıyor ve ekliyor “Onlara ‘Beni bahane etmeyin’ dedim.’’
Müzenin başka bir yerinde ziyaretçiler, 1898 doğumlu, 1920 ve 30’larda hızlı arabaların tasarımcısı ve pilotu olarak gelişmeye başlayan şirket kurucusu Enzo Ferrari’nin korunmuş masasına ve favori küllüğüne hayranlık duymaya davet ediliyor. Biyografi yazarlarından biri olan ABD’li spor yazarı Brock Yates’e göre Enzo, kendini “adını taşıyan arabalarla otomobil yarışlarını kazanmaya” adamıştı. Yates, bunun bazen şirketinin ticari amaçlarına zarar veren bir adanmışlık olduğunu yazıyor. 1940’larda ve 50’lerde Maranello fabrikalarından çıkmaya başlayan o sevimli coupe ve cabriolet’ler, doğrudan efsane haline geldi... Her birini bir sonraki çocuğu olarak gördüğü, egosunun parça parça vücut bulduğu araçlarla kazanmaya takıntılı olduğu halde nadiren bir yarışa giderdi ve Maranello bölgesinden neredeyse hiç ayrılmadı. Her sezon yarış arabalarının hızlarını artırma işi, karşılığında can alıyordu. 1950’lerin sonlarında Vatikan, Ferrari sürücülerinin artan ölümleri konusunda o kadar endişeliydi ki, gazetesi Enzo’yu “kendi oğullarını yiyip bitiren” Kronos’a benzetti.
Yates, Enzo Ferrari: The Man and the Machine adlı kitabında bahsettiği üzere, Ferrari patronunun 1988’de 90 yaşında ölmeden önce Papa II. John Paul’a son itirafını telefonla vermesi için yeterli samimiyeti kurmuştu. Yates, Enzo vefat ettiğinde, kasabada bilinmezlikten doğan bir düş kırıklığı duygusu olduğunu söylüyor. Maranello’da kuşlar ötmeye devam etti. Yerçekimi kuvvetini yitirmedi. Formula 1 yarışları da her zaman olduğu gibi devam etti; trajedi nedeniyle ara verildi ama hiç durmadı. 1990’lardan itibaren, Ferrari’siz Ferrari, birçok başarı ve başarısızlık gördü; en baş döndürücü olan, o muhteşem Alman sürücü Michael Schumacher’in arka arkaya beş şampiyonluk kazandığı 2000 ve 2004 yılları arasındaydı. Şirketin satış bölümü de daha bilinçli bir şekilde yönlendirildi ve 2010’lara gelindiğinde Ferrari, Gucci ve Hermès gibilerin yanında konumlandırıldı.
Müzede, Pignatti Morano beni çoğunluğu zengin sahiplerinden ödünç alınan süper arabaların sergilendiği bir alana götürüyor. Gelecek nesillerin bu tür parçaları satın almaya gücünün yetme ihtimali çok düşük. Ferrari’nin yol arabaları incelikle hesaplanan verilere göre üretiliyor ve eski modellerin değerleri ikincil piyasada çok yukarılara çıkıyor. Yerden cep hizası kadar yüksekte olan 2013 model bir süper otomobilin yanında duran Pignatti Morano, genç bir ziyaretçinin gelmesini bekliyor —ardından otomobilin kelebek kapısını dramatik bir şekilde açarak, bulunduğu yere inanamayan çocuğu içeri, yedi basamaklı lüksün tadını almaya davet ediyor. Çocuk bir dakika sonra arabadan iniyor: sersemlemiş ve gözleri kızarmış bir şekilde. Markalaşmanın olayı insanların aklını başından almaksa, Ferrari bunu gerçekten başardı.
Pignatti Morano’nun “sormayın” cevabını verdiği meblağlarda fiyatlandırılan, özel yapım arabalara ayrılmış bir odada kendisine “Ferrari’ler hiç komik oluyor mu?” diye soruyorum. Cevap, “Kişisel zevke, özellikle savurganlığa ve toleransa bağlıdır” oluyor. İşin doğrusu, Ferrari gibi lüks ürünler pazarına sabitlenmiş bir marka, saçma veya komik duruma düşerse kaybedecek çok şeyi olur. Ferrari’nin, motor sporlarındaki rakiplerinden daha fazla koruması gereken kimliği var ve bu da laf atmalar ve şakalar ile gergin bir ilişkiyi beraberinde getiriyor.
Hangara döndüğümüzde, klasik arabaların çekidüzen verilip yenilendiği sırada, Leclerc’e Ferrari kompleksiyle ilgili ilk çocukça düşüncesinin ne olduğunu soruyorum. Bir keresinde giriş kapısının ötesinde Wonka benzeri bir sihrin gerçekleştiğini, her yerde çalışkan Oompa Loompa’ların olduğunu hayal ettiğini söylüyor. “Gerçekler, bir ergenin hayal gücüyle karşılaştırıldığında o kadar da etkileyici olmuyor değil mi?” Leclerc, yanıt olarak, terzilerin eski deri koltukları yeniden diktiği ve sekiz milyon dolarlık bir üstü açılabilir arabanın tamirciler tarafından parçalara ayrıldığı, motorun sıfırdan dövüldüğü garaja işaret ediyor. Wonka’lar, Oompa Loompa’lar... Burada çalışanlar, olası olmayan fikirleri somut bir şeye dönüştürmeye yardımcı oluyor. “Hayal ettiğimin çok ötesinde” diyor.
Maranello’yu ziyaretim sırasında, Ferrari halkla ilişkileri, sürücülerinin iş sırasında yaralanmaları veya ölmeleri konusunda sorgulanmasına müsamaha göstermeyeceklerini açıkça belirttiler. Şimdi, garajda, Leclerc yasak konuyu kendisi gündeme getiriyor —burada olmaktan ne kadar keyif aldığını anlatmak daha iyi. Leclerc, annesinin bazen korkuyla telefon ettiğini söylüyor. Aile dostları (Leclerc’in vaftiz babası ve onu Maranello’ya ilk getiren kişi) Jules Bianchi adında genç bir pilottu. Bianchi daha sonrasında tam teşekküllü bir F1 sürücüsü olmak üzere yükseldi. 2014 yılında, henüz 25 yaşında, geçirdiği bir trafik kazası sonucu hayatını kaybetti.
Leclerc’in küçük kardeşi Arthur da bir pilot. Aile riskle hep burun buruna. Seyircilerin F1 yarışlarına olan ilgisi yoğun olarak çarpışmaların daha yaygın olduğu başlangıç safhasına odaklanıyor gibi görünebilir; daha sonra ilgi, sosyal medyada kazalar bildirildiğinde, yukarı ve aşağı yönde değişiklik gösteriyor. Sürücülere gerçek aileleri olan gerçek insanlar gibi davranmaya meyilli olan Netflix, hala kazaları tekrar tekrar ve ağır çekimde ön plana çıkarıyor. Ferrari’ler hiç komik oluyor mu? Ebeveynler ve ortaklar için hiç olmuyor.
Leclerc “Annem için zor” diyor. “Yaptığım işi seviyorum demenin dışında ona ne söyleyeceğimi bilmiyorum. Onu daha iyi hissettirmek için söyleyebileceğim özel bir şey yok. Dikkatli olacağımı da söylemeyeceğim. Bu doğru olmaz. Elimden gelenin en iyisini yapacağım, ne olursa olsun. Biliyor; bu tehlikeli bir spor. Yıllar boyunca büyük ölçüde daha güvenli hale geldi. Ama sonsuza dek tehlikeli bir spor olarak kalacak.” Gülümsüyor, gözlerinde hafif bir korsan parıltısı var; “O da biliyor. O arabaya bindiğimde benden mutlusu yok.”
Leclerc ve Sainz, “ciao”larla, tokalaşmalarla evlerine doğru yola çıkıyor. Uyumakta güçlük çekerlerse, zihinlerinde hayali etaplar canlandırıp devir sayaçlarını görselleştirerek, kısaltılmış soyadları LEC ve SAI’nin kurgusal skor tablolarında yükselip düştüğünü görerek kendilerini sakinleştirmeye çalışabilirler. Sabah, özel bir jete binerek yarışmaya uçmak için Bolonya havaalanının yolunu tutacaklar.