Müzikle sinemanın muhabbeti demlidir. Birbirlerini anlar, tamamlar, yükseltirler. Öyle filmler vardır ki, bir replik ya da sahneden ziyade müzikleriyle anılır: Pulp Fiction (Ucuz Roman), Eternity and a Day (Sonsuzluk ve Bir Gün), Le Fabuleux Destin d’Amélie Poulain (Amélie)... Bazı filmler ise kendini tamamen müziğe adar; hikayesini de, görüntüsünü de müzikle kurar. Çok sevdiğiniz bir müzisyenin bilmediğiniz bir yanını görürsünüz bu sayede. Ya da hayatı zorluklarla geçen bir şarkıcının, bildiğini okuma konusundaki azmine tanıklık edersiniz. Dinlemelik filmlerden ortaya karışık tadımlık hazırladık, buyrun.
Aslında, çıkacağı aynı adlı turnede çekilen görüntülerle yapılacaktı bu film. “Popun Kralı” Michael Jackson, 25 Haziran 2009’da hayatını kaybedince, Staples Center’daki konser provası görüntülerine, “ardından” yapılan övgüler ve biraz da çocukluk/gençlik videosu eklenip This Is It kotarıldı. Filmin tüm haklarını satın alan Sony, rekor izleyiciye ulaşan belgeselle milyon dolarlar kazanırken, MJ hayranları şirketi ve aileyi sanatçının ölümü pazarlamakla suçladı; mükemmel görünme takıntısı olan müzisyenin, asıl onu zaafları olan sıradan biri gibi gösteren bu ham görüntüleri izlese sinir krizinden öleceğini söyledi. Haksız da sayılmazlardı. Çünkü ne olursa olsun, MJ elleriyle ilmek ilmek ördüğü o gizemli halini son nefesine kadar korumayı başarmıştı.
Kadeh tokuşturma sesine kedi miyavlaması, ezana dalga gürültüsü karışıyor. Baba Zula, Sezen Aksu, Mercan Dede, rahmetli Selim Sesler, Müzeyyen Senar, Duman, Erkin Koray, Orhan Gencebay, Aynur Doğan, Ceza, Siya Siyabend çalıp söylüyor. İstanbul’un tüm sesleri olmasa da bazı sesleri, Fatih Akın’ın yönettiği bu filmde buluşuyor. Alexander Hacke’nin sokak sokak dolaşıp nice ses bulması, Bizon Murat’ın Hayyam performansı, gün batarken Kadıköy Cem Sokak’tan görünen deniz, Selim Sesler’e eşlik eden Brenna MacCrimmon’ın tatlı aksanı, gösterildiği dönem biraz oryantalist bulunan bu belgesel filmin unutulmazları.
60’lı yılların ilk yarısında, ABD’nin Greenwich kentinde yaşayan; iyi müziğe, doğru icraya takıntılı; yeni moda işlerden, sıradan poptan, taklit folktan nefret eden bir folk müzisyeninin, Llewyn Davis’in, inandığı şeyleri yaparak ekmek parası kazanma hikayesi... Coen Biraderler imzalı, Cannes Film Festivali Jüri Özel ödüllü filmde, metroda kucakta kedi taşıma sahnesi unutulmaz.
Sıradışı sesini, dik kafalı hallerini ve umutsuz melankolikliğini biliyorduk da; ne kadar komik bir kadın olduğunu, hayat hikayesini anlatan Asif Kapadia belgeseli Amy sayesinde öğrendik. Çıktığı TV programlarında sorulan aptalca sorulara zekice yanıtlar veren, eş dost arasındayken neşe saçan, en zor anında bile espri patlatan komik bir kadın... Amy’nin ölümünün ardından hazırlanan bu belgeselde, ha bire çıkıp gek gek konuşan eski koca Blake Fielder-Civil dışında her şey büyüleyici. Her görüntü, 23 Temmuz 2011’de Londra, Camden’daki evinde alkol zehirlenmesinden hayatını kaybeden Amy’yi çok özlettirici.
Yetenek gördüğü öğrencisini, canını çıkarana dek çalıştıran konservatuvar hocası Fletcher (J.K. Simmons) ile hocasından aferin almak için ölesiye çalışmaya hazır genç ve azimli caz bateristi Andrew (Miles Teller)... Whiplash, son zamanların, seyircisini en ikiye bölen filmlerinden biri oldu. Çocuğunu türlü sınava yarış atı misali hazırlayan ebeveynden bravolar kaptı; müziğin bir tutku olduğunu, hele cazın kalpten koptuğunu savunanları irkiltti. Yine de beş dalda Oscar adayı olmak dahil kazandığı türlü başarı ve “Birine kötülük yapmak istersen ona aferin de” gibi replikleriyle, unutulmazlar arasına girmeyi başardı.