Değişmesi, dönüşmesi gereken politika yapıcılar, aktif siyasetin içinde yer alanlar, sivil toplum kuruluşları, büyük şirketler değil mi?” diye düşünebilirsiniz. Elbette onlar da değişmeli, dönüşmeli. Ancak hem makasın açılmasına katkımız olduğundan hem de etrafımızda gördüğümüz eşitsizliklere müdahale edememek bizi umutsuzluğa, amaçsızlığa sürüklediği için biz de sürece dahil olmalıyız.
“Aktif vatandaş”, “aktif gezegendaş” olmak üzerine yaptığım konuşmalara kayasını tepeden yukarı doğru yuvarlayan Sisifos’un fotoğrafı ile başlıyorum çoğu zaman. Kendisini almaya gelen Thanatos’u (Ölüm) kandırıp zincire vurduğu için Zeus onu, sonsuza dek, tepeye vardığı an yeniden aşağı düşeceğini bildiği kayayı itmekle cezalandırmıştır.
Boş, biteviye, sonuçsuz çabanın, çalışmanın sembolüdür Sisifos. “Hiç Sisifos gibi hissettiğiniz oluyor mu?” diye soruyorum sonra: Güneş doğmadan uyan, duş al, kahveni yap, arabana/servise bin, işe git, bütün gün camları açılmayan bir ofiste, hisselerin biraz daha değerlenmesine katkı sunmak için çalış, mesain bitince çık, akşam trafiğinde uzun saatler geçirdikten sonra eve gel, hızlıca yemek söyle, dizi izlerken koltukta uyuklamaya başladığını fark edince yatağa git, güneş doğmadan kalk… Bu döngüden çıkmak mümkün mü peki? Eğer kendimizden daha büyük bir amaç edinir, onarmaya, olumlu etki yaratmaya odaklanırsak, evet. “Eşitsizlikler her alanda ve çok derin, ben hangi biriyle başa çıkabilirim ki?” diye soracak olursanız ona da cevabım var: Sizi en çok rahatsız eden ve etkinizin en yüksek olacağını düşündüğünüzden başlayın. Açlık, evsizlik, temiz suya erişim, eğitimdeki fırsat eşitsizliği, sağlığa erişim, dijital uçurum…
Sizin meselenize yönelik çalışmalar yapan, projeler geliştiren bir sivil toplum kuruluşunun gönüllüsü olabilirsiniz. Örneğin, yetkinlikleriniz, deneyiminiz doğrultusunda üniversite öğrencilerine mentorluk yapabilirsiniz, bir gıda bankasında gönüllü olabilirsiniz.
Ancak makasın kapanabilmesi için gelirimizin bir kısmını şeffaf, hesap verebilir bir sivil toplum kuruluşuna bağışlamak da son derece önemli. Çağımızın en etkili düşünürlerinden Peter Singer Kurtarabileceğin Hayat: Küresel Yoksulluğu Sona Erdirmek İçin Payına Düşeni Yapmanın Yolları (2009) adlı kitabında net gelirimizin en az %10’unu hayatları kurtarmak, açlığı, yoksulluğu azaltmak için ayırmanın etik zorunluluk olduğunun altını çiziyor. Bu oranı %70’e kadar çıkaranların, iki sağlıklı böbreğinden birini tanımadığı bir hastaya verenlerin hikayelerini aktarıyor.
Singer arabalarımız, klimalarımız, tüketim alışkanlıklarımızla emisyon gazı salınımının büyük kısmının sorumlusu olan bizlerin, bu soruna en az katkısı olan ve onun sonuçlarından en sert biçimde etkilenenlere karşı sorumluluğu olduğunun altını çizer. Ona göre, verdiğimiz zararı onarmanın en etkili yolu da maksimum yaşamı kurtarmaya, iyileştirmeye yönelik etkili bağışçılıktır. Kimi zaman arabamızdan, klimamızdan, doğum günü partilerinden, tatillerden, yeni kıyafetlerden, mobilyalardan hatta çocuk yapmaktan vaz geçerek kaynakların en çok ihtiyacı olanlara ulaşmasını sağlamak.
Evet, bir kapının eşiğindeyiz… Ya tüm tercihlerimizi, harcamalarımızı, önceliklerimizi yeniden gözden geçirecek ve eşitsizliklerin azalması için elimizden geleni yapacağız veya er ya da geç Sisifos gibi biteviye, anlamsız bir döngünün içinde olduğumuz hissi gelip bizi buluverecek. Karar sizin, bizim, hepimizin.