SAAT SABAH dokuz civarı; Apple Park’tayız. Çoktan kalkmış ve modern CEO’nun sabah ritüeli başlamış: e-postalar ve spor. Tim Cook, dilediğiniz arama motoruyla ulaşabileceğiniz e-posta adresini saklamamakla gurur duyuyor. Hatta, Cook’un dediğine göre, bu istenmeyen e-posta yığını ona fayda sağlıyormuş. Sabah beş gibi uyanıp hepsini okuyormuş. Müşteriler Apple ürünleri hakkındaki düşüncelerini ve hislerini yazıyorlar, bazen kendi hayatlarından hikâyeler anlatıyorlar ve bu bilgi ilham kaynağı oluveriyor. Cook için çalışıyorsanız, nerede olursanız olun, bir gün bu e-postalardan birini size iletmesi kaçınılmaz.
Ardından, genelde gün ağarmadan evvel, biri gelip Cook’a (onun deyimiyle) “yapmayı tercih etmediği, kendisini yapmamak için muhtemelen ikna edebileceği şeyleri” yaptırıyor. (Çoğunlukla bu ağırlık antrenmanı demek.) Ardından buraya, Cook’un 2011 yılından beri liderlik ettiği şirketin ana merkezine doğru yola çıkıyor.
Krize ya da çatışmaya kapılan bir lider değil Cook; selefi Steve Jobs’ın zaman zaman bu iki iklimde parlamışlığı vardır. “Acele işlerin günü ele geçirmemesine gayret ediyorum,” diyor Cook. Düzenli toplantılar, şirketin farklı bölümleriyle yürütülen farklı sabit yükümlülükler. Soru sormayı seviyor. “Ben meraklı biriyim. Bir şeylerin nasıl çalıştığını merak ederim,” diyor. Bunu gözdağı vermek için yapmasa da onun için çalışan insanların tabi olduğu ve varlığı daima hissedilen bir standart, bir beklenti seviyesi söz konusu. “Bir şey gerçekten sığsa insanların onu pek de iyi açıklayamadığını görürsünüz.” Bir zamanlar Jobs’ın yaptığı gibi, toplantılarını hareket hâlinde, kampüs etrafında dolanarak yapıyor. Çoğu günlerde ofisten akşam altı buçuk-yedi gibi çıkıyor.
Apple’ın icatları—ilk olarak 1976 tarihli Apple I ve 1977’de gelen Apple II; devamında iMac, iPod, iPhone, iPad, Apple Watch ve AirPods—son 50 yılda diğer tüm markalara kıyasla, insanların her gün zaman geçirme biçimleri üzerinde çok daha büyük etkiye sahip oldu. Bu başarılar neticesinde, Apple’ın kurucu ortağı ve birçok imza ürününün geliştirilmesine öncülük eden Jobs ilah olarak görülürken Apple’ın bir zamanlarki tasarım lideri Jonathan Ive yarı-tanrı kabul ediliyor. Fakat Jobs’ın 2011’deki ölümünden bu yana şirketi Cook yönetiyor; hisselerin değerindeki astronomik büyüme döneminde Cook liderlik ediyor ve bugün Apple’ın geleceğine Cook şekil veriyor. Şirketin inşa ettiği mirası korurken bir yandan da Apple’ın bir sonraki büyük hamlesine liderlik etmek onun sorumluluğu. Son zamanlardaki dedikodulara göre bu bir mikrofonlu kulaklık seti olacak; ismi Reality Pro olabilecek bu ürün sanal ve artırılmış gerçeklik kabiliyetlerine de sahip olabilir. Bu kulaklığın eli kulağında olduğu da dedikodular arasında. (Açık olmak gerekirse, Cook bu tür bir ürünün varlığını bir gazeteci huzurunda ne kabul ne de red etmiş olsa da böyle bir cihazın potansiyelini seve seve tartışıyor.) Yine de Cook, kuruluşundan bu yana Apple’ın etrafında yığılan biyografilerin ve hayret verici hayat öykülerinin bolluğuna rağmen, gizemini korumaya devam ediyor. “Onu okumak çok zor,” diyor Eddy Cue; kendisi 1989’dan bu yana Apple’da çalışıyor ve hizmetler bölümünün lideri. “Onun yüz ifadesine bakarak karar vermeye ya da fikir almaya çalışıyorsanız muhtemelen pek bir şey edinemeyeceksiniz. Çok iyi bir poker oyuncusu olacağını söyleyip ona takılırım zira elinde dört as olsa kimsenin ruhu duymaz.”
Bu durum Cook’un işine geliyor: İnsanlığın kolektif geleceğine dair her gün uzun ahkamlar kesen patolojik teknoloji kurucuları açısından yokluk yaşanmayan şu günlerde, Cook o kadar sık çevrimiçi olmuyor. Hızlı hareket edip bir şeyleri devirmiyor. Ülkede teknolojinin giderek belirsizleşen durumunu tartışmak üzere Cook’la birlikte sıklıkla Kongre’de tanıklık etmeye çağrılan kaos amilleri—Elon Musk, Mark Zuckerberg vb.—karşısında Cook’un dalgalanmayan sükuneti imalı bir paylama konumunda kalıyor.
Sohbet esnasında zaman zaman Alabama, Robertsdaleli o çocuğa dönüşüveriyor: biraz meraklı ve dünyanın en güçlü iş adamı olmasının yanı sıra, birçok devlet başkanından daha varlıklı ve nüfuzlu oluşu karşısında biraz şaşkın. Birlikte geçirdiğimiz süre boyunca Jobs’ın yerini almaktan bahsetti, kendi çabasıyla kreatif bir lider olarak sicilini savundu ve Silikon Vadisi’nin ister içinde ister dışındaki rakipleri ve hasımlarıyla nasıl baş ettiğini açıkladı. Telefonumun zihnimi ve çocuğumun zihnini yok etmesini nasıl engelleyebileceğim konusunda bana koçluk ediyor. Apple’ın geleceğinden ve geliştirdiği söylenen icatlarından rahatlıkla bahsediyor. Fakat bulunduğu konuma rağmen kendisine dair algısı hâlâ aykırı olduğu yönünde: “Hiçbir zaman normal olarak tasvir edilmedim,” diyor. Kırsal Güney bölgesinde büyüyen eşcinsel bir erkek olarak rahatsızlıktan duyduğu rahatlığı bir süper güce dönüştürmüş. “Normal kelimesinden daima, birkaç açıdan nefret ettim hep çünkü insanlar normali heteroseksüel anlamında kullanıyor. Bazı insanlar bu şekilde kullanabiliyor. Bilemiyorum—insanlar beni birçok şekilde tanımlamıştır ama muhtemelen ‘normal’ bunlardan biri değildi.”
APPLE PARK hiçbir yerden gelmesi mümkün olmayan bir yerden gelmiş gibi görünüyor. Eğimli camdan dört katlı binanın yer altında, yaklaşık 1,5 kilometrelik bir alanı kaplayan üç katı daha bulunuyor; etrafa zarar vermeden Dünya’ya iniş yapma nezaketini göstermiş bir uzay gemisini andırıyor. Tamamlanan halkanın ortasındaki avluda kış vakti, meyve bahçeleri hareketsiz iskeletlere dönüşüyor: meyve bahçeleri! Çok sayıda erik ve elma ağacı. Ayrıca binlerce meşe! Yüksekliği değişen, menderesli patikalar. Uzakta görünen Kaliforniya tepeleri. Halkanın dışındaysa basketbol, futbol ve voleybol sahaları; fitness merkezi ile ortak kullanım bisikletleri duruyor. Hava güzelse duvarların belirli kısımlarını açabiliyorsunuz. Kampüs, inşası 5 milyar dolar tutan güneş panelleri ve biyogaz yakıt hücrelerinin ürettiği, tümüyle yenilenebilir enerjiyle çalışıyor ve Apple’ın azizlerinin her birinin parmak izini taşıyor: Taslak planları ölümünden önce tasarlayan Jobs; Jobs’ın vizyonunu Apple’daki kendi ekibinin yanı sıra Foster + Partners ile iş birliğiyle gerçekleştiren Ive ve kampüs tamamlandığında şirketin yönetimini üstlenmiş olan Cook. Apple Park bariz biçimde göze çarpmayan bir yapı; anıtlara şüpheci yaklaştığını iddia eden bir şirkete inşa edilmiş bir anıt. Apple yaklaşımına uygun olarak, hem güzel ve kullanışlı hem de insanların aynı amaç için tasarladığı başka hiçbir şeye benzemeyecek—hatta ondan daha iyi olacak—şekilde tasarlanmış. “İnsanların çalıştığı alanın gücünün fazlasıyla hafife alındığını düşünüyorum,” diyor Cook ve üçüncü katta oturmakta olduğumuz kafeye işaret ediyor. “Bu da mimarinin, kampüste dikdörtgen bloklar hâlini almasına neden oluyor”— bu iki kelimeden duyduğu rahatsızlığı vurgulayarak— “Bunları kolaylıkla inşa edebiliriz. İş birliğini, açık olmayı ve dinginliği yücelten bir tasarım bulabilmek için daha derin düşünmelisiniz.”
Gümüş rengi saçları düzgünce kesilmiş; koyu renkli uzun kollu bir polo yaka üst ile dar paça pantolon giyiyor. Apple’ın halka açık etkinliklerinde gördüğümüzden pek de farklı değil. Bileğinde Apple Watch var ama bir kez bile baktığını ya da göz temasından kaçındığını görmedim; bunu, sohbetimiz boyunca sürdürdü. Cook sohbet esnasında ilk adınızı kullanan biri. Apple kampüsünde ortak bir alana girdiğinde kimse kaçışmıyor. Belki zamanla ufak bir cezir yaşanıyor olabilir ama hepsi bu. Bunu Cook’a söylediğimde şaşırmama şaşırmış görünüyor. “İnsanların genelde bana yaklaşmakta rahat hissettiğini düşünüyorum,” diyor. Kalabalık önünde konuşma yaptığında ya da bir gazeteciyle konuşurken sözcüklerini dikkatle seçiyor: sesini nadiren yükseltiyor. Zaman içerisinde işinin bir parçası olan (ve Apple’ın büyüklüğü ile nüfuzu düşünüldüğünde sıklıkla karşılaştığı) insanlarla yüzleşme yükümlülüğüne de alışıyor; her yeni Apple ürününü farklı aşamalarında bizzat sunan Jobs’ın miraslarından biri bu. “Tabii alışmam gerekti,” diyor Cook. “Apple üzerindeki halk odağının Steve’den kaynaklandığını düşünürdüm. CEO rolünü üstlenirken bu fikirdeydim, bilhassa ölümünden sonra o yokken; bu takıntının devam edeceğini düşünürdüm. Etmedi.” Artık unutmak kolay olsa da Cook, Jobs’ın yerine geçtiği dönemde, aralarındaki farklar masaya yatırılmıştı. Cook, 13 yıldır Apple’daydı ama operasyon alanında çalışmıştı; yalnızca tedarik zincirlerine, fabrika yönetimine, malzeme alımına ve Apple’ın icatlarını üreten sistemden olası en ufak verimi almaya yönelik detaylara odaklanıyordu. Bu icatlar keşfedildiği sırada odada değildi. Apple’daki son yıllarında Jobs, sağlık nedeniyle sık sık raporlu izin kullanarak her defasında Cook’u yerine görevli tayin etti. Fakat birçok kişi için Cook bir sistem uzmanı, operasyonel taktisyen olarak kaldı—Jobs dönene dek işlerin emanet edildiği yetişkin kişi. Ardından, aniden, Jobs geri dönmeyecek oldu ve Cook’a yerine geçmesi teklif edildi. Steve Jobs, Walt Disney veya Thomas Edison’sa Tim Cook kimdi? Bugün bile Cook, zaman zaman, ürün insanlarına hayran olanlar (yani Apple’ın müşteri tabanının çoğu) tarafından “ürün insanı değil” denilerek tiye alınıyor. (Bu argümana yalnızca bir örnek vermek gerekirse, New York Times teknoloji muhabiri Tripp Mickle’ın yakın zamanda yayımlanan, Jobs sonrası dönemde şirkette yaşam ve Cook’un liderlik yıllarına odaklanan kitabının başlığı şöyle: After Steve: How Apple Became a Trillion-Dollar Company and Lost Its Soul.)
Cook bu konuda konuşmakta deneyimli; Jobs ve aralarındaki farkın yanı sıra onun yerini almanın nasıl olduğuna dair sorularla karşılaşıyor. “Soruna yanıt vermek gerekirse,” diyor, “Steve’in olmadığı o hayatın ilk günlerinde, CEO haberi çıktıktan altı hafta sonra, gerçekten yıkılmıştım, bomboş hissediyordum.” Kısa süre içerisinde fark ediyor ki “Steve olamayacağımı biliyordum. Kimse Steve olamaz sanıyorum. Bence bin yılda bir gelecek biriydi; her açıdan orijinal bir insandı. Ben de kendimin olabildiğim en iyi versiyonu olmalıydım.”
Peki, bu nasıl bir versiyon olacaktı? Israrcı olursanız Cook; tablo adamı veya takım elbiselilerden nefret eden bir adamın kurduğu şirketi yöneten bir takım elbiseli olduğuna dair kimilerinin çizdiği portreyi—kibarlıkla da olsa—reddediyor. “Steve bunu görmüştü; onun en sevdiğim yönlerinden biri de şirkette inovasyonu tek bir gruptan veya yaratıcılığı bir başka gruptan beklememesiydi,” diyor Cook. “Bunu şirketin her yerinden bekliyordu.” Buna Cook’un çalıştığı operasyon bölümü de dahildi. “Operasyon yürütürken bu alanda, tıpkı diğer alanlarda olduğumuz gibi, yenilikçi ve yaratıcı olmaya çalıştık. Tasarladığımız ürünleri üretebilmek için esasen böyle olmamız gerekiyordu.” Zaman içerisinde Cook, zihnini rahatlatmak ve olan bitenin akıp gitmesine izin verebilmek adına birtakım stratejiler geliştirmiş. Örnek görmek için etrafınıza bakmanız yeterli. Cook’un söylediğine göre, sohbet ettiğimiz kafede çevremizdeki cam ona, içeride olmasına rağmen, dışarıdaymış hissi veriyor. “Buradayken devamlı doğa yürüyüşü ya da zihnimi sakinleştiren şeyler düşünüyorum,” diyor. Alabama’dan ayrıldıktan sonra uzun bir süre önce Kuzey Carolina’da, ardından Colorado’da yaşamış ve doğaya âşık olmuş. “Nadir görülen bir kar fırtınası çıkmadığı sürece orada açık hava hep ulaşılabilirdi,” diyor. Daha sonra, avluda dolaşırken, etrafımızdaki alan Silikon Vadisi öncesi dönemin şatafatına yaklaşıyor. Anlatmaya devam ediyor: “Bisiklete binmeye ve doğada yürüyüş yapmaya başladım. Dışarı çıkıp bunun keyfini sürmemek neredeyse günahtı.” Doğada olmanın “zihin için damak temizleyici” olduğunu söylüyor. Aslında, Cook’a göre, bundan çok daha fazlası. Ölçülü mizacını bir kenara bırakarak haykırıyor: “Yapabileceğin diğer her şeyden çok daha iyi!”
HARİKULADE bir hikâye bu. O kadar harikulade ki, genç Tim Cook’u karşınıza alıp anlatsanız size inanmazdı. “Şüphe içinde bakardı,” diyor. 1960 yılında Alabama, Mobile’da doğmuş ve babasının tersanede çalıştığı Robertsdale’de büyümüş. Robertsdale diğer her şeyden çok uzaktaymış. Cook’un mevcut yaşamı, bugünkü konumuna benzer—”akla hayale sığacak bir şey değildi”—diyor Cook. Robertsdale, Cook’un kendisini hâlâ gördüğü ve özünde bambaşka olan şablona şekil veren yer. “Ben büyürken,” diyor, “internet yoktu; dolayısıyla çevrenizde sizin gibi insanlar pek olmazdı.” Auburn’e gidip endüstri mühendisliği okumuş; futbol takımına ve Rolling Stones’a âşık olmuş. Ardından IBM’e gitmiş ve zaman içerisinde, ileride Intelligent Electronics adlı bir şirkette, ardından Compaq’te ve nihayet Apple’da yaptığına benzer şekilde, tedarik zincirinde devrim yarattı; dünyanın dört bir yanından kaynak malzemelerin toplanmasına destek olup her bir şirketin, parçaları bilgisayar olarak birleştirmeden önce elinde tutma süresini kısalttı.
Bu yıllarda çizilen portre, Noel’de bile çalışan, Honda Accord süren ve zengin olduktan uzun süre sonra da tek odalı bir dairede yaşayan keşiş gibi bir adam. Apple’da işe başlama hikâyesi tekrar tekrar, genellikle de Cook tarafından, anlatılagelmiş. 1997’de Compaq’ta kurumsal malzemeler başkan yardımcılığına yeni atanmışken yakın zamanda uzun süren sürgününden Apple’a dönen Steve Jobs’la tanışmaya davet ediliyor. “O sırada Apple çok zor durumdaydı, iflasın eşiğindeydi,” diyor Cook. “Michael Dell, Apple’ın CEO’su olsaydı kepenkleri kapatıp parayı da hissedarlara vereceğine benzer bir şey demişti. Herkesin düşündüğü şeyi söyleme cesaretine sahipti.” Fakat Cook, Jobs’la tanışmayı yine de kabul etti—büyük ölçüde meraktan—ve “konuşmaya başladıktan birkaç dakika sonra bunu yapmak istediğimi düşündüm.”
Cook bu kararı, bir dehayla konuştuğunu anlayınca kreatif bir dahi için çalışmaya mecbur bulduğunu söyleyerek izah ediyor. “Tanıştığım CEO’ların çoğunu ‘kol düğmeli CEO’lar’ dediğim bir kategoriye atıyordum,” diyor Cook. “Çalışan gerçek insanlardan ve şirketin ürünlerinden uzakta ve alakasızlar. Karşımdaysa ürünü için heyecanlı bir adam vardı.” Cook’a kreatif bir dahi için çalışmayı neden cazip bulduğunu sorduğumda, sohbetimiz sırasında birkaç defa değineceği bir şeyden söz ediyor. Jobs’ın “dünyayı gerçekten değiştirmek isteyen” tanıştığı ilk kişi olduğunu söylüyor. “Silikon Vadisi’nde görmeye alışık olduğumuz türden bir göz boyamadan söz etmiyorum. Gerçekten de dünyayı değiştirmek istiyordu. Bu özelliği bir CEO’da bir daha hiç görmedim.”
Teknoloji şirketlerinin liderlerinin—indirimli yatak süngeri satmak gibi son derece sıkıcı hizmetler sunanların bile— sürekli dünyayı kurtarmaktan bahsetmesi artık görgü icabı zorunlu olsa da bir bilgisayar şirketinin böyle bir şey yapabilmesi fikri 1998’de radikal kalıyordu ve Cook ikna olmuştu. Şeker renkli ilk iMac’lerin dönemiydi; Cook’a teklif edilen iş, Apple ürünlerini daha hızlı ve etkili bir şekilde dağıtıp Michael Dell’in şirketi yok paraya satmasını önlemek, dünyayı değiştirecek o hayalleri uygulama anlamında anlamlı kılmaktı. Ekibe katıldıktan sonraki iki yıl içerisinde Cook, Apple’ın satılmamış mevcut envanterini bir aylıktan iki günlük bedele indirdi ve onu nihayetinde en tepedeki işe taşıyacak başarı merdivenini tırmanmaya başladı.
Üstelik bunu şaşırtıcı derecede sakin ve sürtünmesiz biçimde yaptı. Onun ve diğer insanların bu döneme dair anlattığı hikâyelerde bile kasıtlı boşluklar var. Mesela: Bir gün Cook ofisteyken Sabih Khan adlı çalışan, Çin’de operasyonla alakalı acil bir sorun olduğunu söylüyor. Yarım saat kadar sonra Cook etrafa baktığında Khan’ın hâlâ odada olduğunu görüyor. “Neden hâlâ buradasın?” diye soruyor. Khan doğrudan havaalanına gidip Çin’e uçuyor ve durumu hallediyor. Apple kampüsündeki göletin etrafında yürürken Cook’a bu hikâyenin anlamını soruyorum. Ne kadar çok okusam, o kadar az anlıyorum. “Ben... Yani, o an aklıma gelen bir şeydi,” diyor. “Bunu söylediğim için kaba biri olduğum mu düşünülüyor bilmiyorum ama”—diyor kahkahayla—” ben öyle hissetmemiştim. Bence O da hissetmemişti. Hâlâ burada. Operasyonun tümünü O yürütüyor.”
COOK’UN İSTEYEREK kendisi hakkında bir şey söylediği nadir anlarda da bunu gönülsüzce yapıyor çünkü böyle olmazsa gerçekten zararı dokunacağına inanıyor. 2014 yılında, uzun zamandır hakkında sessiz spekülasyonların konuşulduğu, cinsel yönelimi hakkında Bloomberg Businessweek’e yazı yazıyor. Kendisi hakkında konuşmaktan rahatsız olan, hangi dizileri takip ettiğini bile söylemeyecek kadar mahremiyetine düşkün bir adam için bu, son derece sıra dışı bir karar. Buna rağmen: “İnternette bir yerde haberlerimi okuyan çocuklardan notlar aldım,” diyor. “Hepsi çaresiz hissediyordu. Aileleri tarafından itilmişler, bir şekilde hayattan dışlanmışlardı. Ben de bu konuda bir şeyler yapmak için sorumlu hissettim. O çocukların görmeleri gereken şeylerden biri, hayatın sona ermediğiydi. Ben de kendi mahremiyetimle bu durumu takas ettim.”
Cook’un genel tedbirliliğinin, durağanlığının aslında— görebildiğim kadarıyla—tek bir istisnası var; bu da genel anlamda teknolojinin zararları olarak özetlenebilecek bir konu. Apple’ın CEO’sunun bu konuyu dert edinmiş olması tuhaf görünse de Cook bu meseleyle yıllardır çarpışıyor. 2019 yılında, Silikon Vadisi’nin kalbinde; gelecek vadeden yüzlerce kuluçkacı, risk sermayedarı ve Steve Jobs’ın önünde yaptığı Stanford mezuniyet konuşmasında Cook şunları söylemişti: “Siniklik çağında bu bulunduğumuz yer, insanların sorun çözme kapasitesinin sınırsız olduğuna hâlâ inanıyor. Ama görünen o ki sorun yaratma kapasitemiz de aynı şekilde sınırsız.” CEO olduğu süre boyunca Cook, “veri-sanayi kompleksi” olarak tanımladığı—tüketicinin kişisel bilgilerini ve verilerini kullanarak ve satarak kâr eden şirketlerden oluşan kompleks—olguyu, genelde sesinde hafif bir hararetle, kötülemek için hiçbir fırsatı kaçırmıyor. Halka açık bir başka açıklamasında Cook bu pratiğin “ilk olarak temel mahremiyet hakkımızı, bunun neticesinde sosyal dokumuzu değersizleştirdiğini” ve “algoritmaların beslediği yaygın bilgi kirliliği ve komplo teorileriyle” dolu bir ekosistem yarattığını söylüyor. Mahremiyetine fazlasıyla düşkün olduğu bilinen Cook’a bu konuya neden bu kadar önem verdiğini soracak olursanız, konuyu tekrar Apple’a getirecektir. “Apple için bu, şirketin kuruluşundan bu yana odaklandığımız, kişisel bir mesele,” diyor.
Cook değerleri—Apple’ın ürünlerinden, hisse fiyatından daha fazlası olduğu fikrini—şirketin kamu nezdindeki imgesinin merkezinde konumlandırmakta sıra dışı derecede başarılı. Apple üç yıl önce, 2030 yılına dek tedarik zincirinde karbon nötr olma niyetini duyurdu. Bu duyuru, başlı başına, Apple’ın DNA’sında köklü bir değişimin temsilcisiydi. “Biz ağzı sıkı bir şirketiz,” diyor Cook. “Üzerinde çalıştığımız şeyleri, ortaya çıkıp sunulabilecek seviyeye gelene dek kendimize saklamayı seviyoruz. Fakat değerler açısından kendimizi yeniledik. Çevreyi ele alalım—2030’da nasıl görüneyeceğimizi tartışıyoruz. Oraya giderken kullanacağımız yol haritalarını tartışıyoruz. Bu maddelerin çalınmasını istiyoruz.” Cook bu işin büyük bir kısmını Jackson ile yürütüyor. “Zamanında çok CEO ile tanıştım,” diyor Jackson, EPA’ya liderlik ettiği dönemden bahsederken. “Ve hepsi de beni başlarından savmak için ne yapmaları gerektiğini soruyordu. Arada bir, daha çok para kazanmalarına yardımcı olacak bir kural yazmamı isterlerdi. Ya da en azından para kaybetmemelerini sağlayacak bir kural. Tüm bunlara saygım var. Fakat Cook’un bu işe, Apple’ın tümüyle dahil olduğu ve hep söylediği, suyun üzerindeki dalgalanma olma fikrini getirmiş olması inanılmaz bir hareket.”
“İnsanların telefonlarını bırakmalarına yardımcı olacak araçları sağlamaya gayret ediyoruz,” diyor Cook kibarca. “Çünkü benim felsefeme göre, telefona baktığınız süre birinin gözlerine baktığınız süreden fazlaysa, yanlış yapıyorsunuz demektir. Biz de Screen Time gibi uygulamalar geliştiriyoruz. Seni bilmem ama ben raporumu yakından inceliyorum.” Belki ve şaşırtıcı olmayan biçimde, telefonuma kafayı takmış küçük bir çocuğum var—odada peşinden koşuyor. Cook’a bunu anlattığımda kabul ile sitem arasında bir ifadeyle başını sallıyor. “Çocuklar dijital doğuyor, artık dijital çocuklar,” diyor Cook. “Bunun etrafına sert sınırlar çizmenin çok önemli olduğunu düşünüyorum. İnsanlara eskiden yapamayacakları şeyleri yapmalarını, yaratamayacakları şeyleri yaratmalarını, öğrenemeyecekleri şeyleri öğrenmelerini sağlayacak gücü veren bir teknoloji yaratıyoruz. Bizi motive eden şey tam olarak bu. İnsanların telefonlarımızı çok fazla kullanmasını istemiyoruz. Bundan teşvik bulmuyoruz. Bunu istemiyoruz. İnsanların bunu yapmaması için araçlar sağlıyoruz.”
APPLE GİBİ bir şirkete liderlik ettiğinizde, neredeyse her birkaç yılda bir, basit yaşam biçimlerimizi altüst etmesini beklemek tuhaf bir koşul. Cook bunu gizliden gizliye, şirketin hizmet işlerini büyüterek yapmış; bu kategori Apple News, Apple Pay, Apple Music ve Apple TV+’ı kapsıyor. Bu departman yakın zamanda Apple’da yeni bir gelir rekoru kırdı ve Aralık ayında biten son raporlanan çeyrekte 20,8 milyar dolar kazandı. “Geriye dönüp baktığınızda, 10 yıl önce, servisler şirketin çok küçük bir kısmını oluşturuyordu,” diyor Cook. Bugünse Apple’ın işlerinin yüzde 20’den biraz azını temsil ediyor. Geçtiğimiz yıl Apple’ın Sundance’te 25 milyon dolara satın aldığı CODA adlı film Oscar ödülü kazandı. “Çaylak sezonumuzdayız,” diyor Cook. “Ve en iyi film için Akademi Ödülü kazandık bile.” Kısa bir süre önce şirket, Timothée Chalamet’yle Apple TV+’da yayınlanacak bir dizi reklam için iş birliği yaptı; şirketin tomurcuklanan ekran evreninde oynamak istediği çeşitli rollerden bahsediyor. Cook projeyi bizzat onaylamış. “O reklamı çok seviyorum,” diyor Cook sırıtarak. Çok yakın bir zamanda, Apple’ın artırılmış ve sanal gerçeklik alanında (mesela yazıda bahsi geçen karma gerçeklik kulaklık setleri) ve belki de ileride otomotiv sektöründe bir şey duyuracağı beklentisini doğuruyor. Apple’ın sadık takipçileri Cook’un bu teorik ürünlerden hiçbirini benim yanımda duyurmayı seçmemesine şaşırmayacaktır. Fakat Apple’ın—varsayımsal olarak—AG/ SG alanında bir şeye neden ilgi duyabileceğini açıklamaya gönüllüydü.
“Artırılmış gerçeklikte kullanılan teknolojiyi düşündüğünüzde, AG/SG cihazının bir bölümünü ele alın; fiziksel dünyayı dijital dünyadaki şeylerle üst üste çatmanın insanların iletişimini ve aradaki bağı ciddi anlamda güçlendirebileceğini düşünün,” diyor Cook. “İnsanlara daha önce başaramadıkları şeyleri başarma gücünü verebilir. Birlikte oturmuş beyin fırtınası yaparken bir anda, herkesin görebileceği, üzerine birlikte çalışabileceği ve yaratabileceği dijital bir şey açabilirsek, daha rahat iş birliği yapabiliriz. Salt gerçek dünyadan daha iyi bile olabilecek böyle bir ortam olduğunu düşünün— sanat dünyayı bunun üzerine yerleştirmek daha da iyi bir dünya yaratabilir. Bu heyecan verici bir şey. Yaratıcılığı hızlandırabilecekse, bütün gün yaptığınız ve farklı yapmayı aklınızdan bile geçirmediğiniz şeyleri yapmanıza fayda sağlayacaksa...”
Cook yakınlardaki camdan bir levhaya işaret ediyor. İstesek ölçebiliriz, diyor. Duvara sanat eseri asıp hemen şu an bakabiliriz. Cook’a göre bunlar, insanların hayalini kurduğu ilk AG kullanım alanlarından birkaçı; başka bir deyişle, daha nelerin mümkün olduğunu, nelerin icat edildiğini ve kullanılmak üzere olduğunu bir düşünün. Yıllar önce, Apple’ın ilk AG ürünlerinden Google Glass kalıbıyla gözlük üretme olasılığı sorulduğunda Cook, The New Yorker’dan Ian Parker’a bu girişime dair şüpheleri olduğunu söylemişti: “Gözlüğün akıllıca bir hamle olmadığını düşündük hep; insanların onları giymek istemeyeceği sebebiyle. Kullanışlı değillerdi; hep inandığımız biçimde, teknolojiyi arka plana atmıyordu.” Ardından şöyle diyordu: “Hep suya düşeceğini düşünürdük ve bugüne dek öyle oldu.”
Bunu Cook’a hatırlattığımda kahkaha atıyor. “Düşüncelerim hep gelişiyor. Steve bana iyi hocalık etti: Düne ait yargılarına asla bağlanma. Yanlış olduğunu söyleyen yeni bir şeyle karşılaştığında, ayaklarını yere çakıp neden haklı olduğunu anlatmayı sürdürmek yerine, daima kabul edip devam et.”
OCAK AYINDA APPLE, Cook’un maaşına, kendi talebiyle, yüzde 40’tan biraz daha fazla oranda kesinti yapılacağını ve 49 milyon dolara düşürüleceğini duyurdu. Zaman içerisinde Apple, Cook’a fazlasıyla para kazandırdı (Forbes’a göre bu sayı 1,8 milyar dolar civarında; 2015’te mirasını—yeğeninin üniversite eğitim masrafları hariç—derneklere bağışlama niyeti olduğunu söylemişti). Fakat belirsiz ekonomik iklimde, diyor Cook, şimdilik daha az para kazanmanın en iyisi olduğuna karar vermiş. “Bulunduğumuz—sadece bizim değil, tüm dünyanın bulunduğu—çevrede emsalle önderlik etmek ile doğru olduğunu düşündüğün şeyi yapmanın bir bileşimi diyebilirim. Ben de teklif ettim. O birkaç konu var sadece. Gizemli bir durum yok.” Cook’un söylediğine göre Apple, belirsiz ortama rağmen, işe alımlara devam ediyor ama belki de ivmeyi düşürmüş olabilir. Yatırım yapıyor ama aynı şekilde. Çoğunlukla, diyor Cook, “uzun vadeye odaklanmış durumdayız.”
Uzun vade bu şirkete yaradı: Bunu görmek için tek yapmanız gereken dışarı bakmak. Cook kampüste yürümeyi teklif ediyor. İçeri girerken verdikleri karta işaretim olup olmayacağını soruyorum. Gülüyor—”İkimizi de durdurabilirler,” diyor tek kaşını kaldırarak. İki kat aşağıda ve dışarıda, kibar iletişim çalışanlarından ibaret bir dalga önümüzde ilerlerken, Cook yanından geçtiğimiz herkese sade bir selam veriyor. Bu yürüyüşü aşağı yukarı her gün yaptığını söylüyor—”Elinizde böyle bir imkân varsa ve bir yandan yürüyüp bir yandan konuşabiliyorsanız, devamsızlık yapıyor sayılmazsınız.” Apple kampüsünde golf arabaları da mevcut. “Ben hep yürümeyi tercih ediyorum,” diyor açıkça. “Araba insanı değilim.” Güneş doğmuş. Camın ardında, bu iç avluyu çevreleyen binanın içinde, ikili üçlü grupların beyaz tahtalara Apple-vari kıvrımlar çizdiğini görebiliyorsunuz. Göletin kenarında Cook nazikçe yanımdan alıkonuluyor ve bir sonraki toplantısına götürülüyor. Giderken el sallıyor ve beni mükemmel bir günle baş başa bırakıyor.
GQ Türkiye Bahar 2022 Sayısını Global Creativity Awards Kapağıyla Satın Almak İçin Tıklayın