Yaratırken köklerinde keşfe çıkan İstanbul merkezli sanatçılar ve tasarımcılar, geniş kadrajda, aynı ormanda kusursuz ahenkte, birbirlerinden habersiz, kendi aralarında sessiz bir uyum içinde.
Fotoğraf: Yusuf Sevinçli
Cilalanırken aşınan kavram globalizm, bazen tek ses yoğunluğunu artırıp, köklerden koparma riskini taşıyor. İşte o zaman heyecan vermesi gereken ne varsa öz ritmini kaybediyor, aynı gibi oluyor.
Eser: Sinan Logie
İlhamının geniş bir yelpazeye tekabül ettiğini söyleyen mimar, akademisyen ve sanatçı Sinan Logie (47) son yıllarda sürekli İstanbul’un çeperlerinde uzun yürüyüṣler gerçekleṣtiriyor ve gözlemlerini hem akademik çalışmalarını yönlendirirken hem de sanat üretiminin kaidesini oluştururken kullanıyor. Sinan, resimden, heykele ve yerleştirmeye kadar geniş bir alanda üretiyor. ‘Akışkan Yapılar’ başlığı altında yeni fazlarla 2014’ten bu yana ürettiği tüm işleri hayatının zihinsel durumlarıyla bağlamaya çalıştığını söylüyor: “Bu üretim, İstanbul’da deneyimlenen kentsel durumların, bir dıṣa vurumu. İmgeler ve deneyimler çok farklı ölçeklerde. Bir mimari detaydan, bir gecekondu mahallesinin ara sokaklarına uzanan mekânlar... Her zaman bir gerilim, bir sürtünme hissi ortak nokta” diyor. Sanatçı, “Bu yolculuk esnasında, malzemenin üretim sürecindeki bozulmalarına izin verilir. Bu noktada, eylemlerimizin bıraktığı izler, yani kişisel sorumluluklarımız sorgulanır” diye ekliyor.
Bu kişisel sorgulama, tek sesin içinde fark yaratabiliyor. Süreçler hep birbirini besliyor. Sorguluyoruz, düşünüyoruz, konuşuyoruz. Bütün olurken tek kök yok, zenginlik de buradan geliyor.
Mesela 24 yaşındaki moda tasarımcısı Arda Paris Akay’ın ikinci ismi, Anadolu coğrafyasındaki en önemli mitolojik karakterlerden biri olan Truva Prensi’nden geliyor. Ailesinin her kolu, farklı bir Doğu Avrupa ve Balkan ülkesinden. Adını, Balkanlarda bir nehirden alan ‘Drina’ (Kış, 2019) koleksiyonunda farklılıklar ve benzerlikler bir arada. Ama Arda, İstanbul’da doğmanın şansını hissediyor. “Doğu ve Batı olarak sentezlediğim köklerim, ürettiğim her şeyin nedenselliğinin içselleştiği büyülü ve Doğu mistisizmi zenginlikleriyle bezeli geleneklerimin bir kabuğudur. Anadolu ve Balkan kültürünün gelenekleri sürprizlerle dolu bir kapan gibidir. Bu haliyle sizi uçan halıyla Binbir Gece Masalları’ndan günümüze getiren büyülü bir yolculuk yaparsınız. Benim yetiştiğim coğrafya, antropolojik bir başlangıcın mihengidir. Göbeklitepe’den Zeugma’ya uzanan surlar ve sırlarla dolu bir habitat... İznik çinilerinden, Selçuklulara, Hititlerden Asur’a sonsuz bir arşivin içinde yaşamanın yaratıcı sürece yaptığı doping açısından çok şanslı olduğumun da farkındayım” diyor.
Yaratıcı çıkış noktası, okurken de duyulara hitap ediyor: Doğu baharatlarını Balkanlardan gelen soğuk hava dalgasıyla birleştirirken, Batı gelenekleriyle füzyonlamak!
Bir diğer moda tasarımcısı Tanyeli Erdem (28) koleksiyonunda ‘Akdeniz kültürünün duygularıyla hareket eden, rahat ve her koşulda mutluluğu yakalayabilen insanlar’ ile buluşuyor. Ve “Her ne kadar tek sesi dinliyor gibi görünsek de bu coğrafyadan çıkan gerçek işler köklerimizden gelen bilginin yoğrulmasıyla ortaya konuyor” derken, The Kid koleksiyonundaki kırkyama kullanımını, şalvar pantolonlarını ve köklerinden gelen renkleri örnek gösteriyor.
Genç tasarımcılardan Selina Alp (25) ise beş etnik karakteristiği miras aldığı ailesinin kökleriyle tasarım sürecinde kendine meydan okuyor. “Köklerimden bağımsız bir şey tasarlayabilir miyim?” deyip, köklerini ilk bakışta görünür kılmadığı koleksiyonunun baş kahramanını anne tarafından gelen kökleriyle Rus bir boksör olarak seçiyor.
Köklerimiz farkında olmasak da orada, vurgulamasak da bir yerde hissediliyor, keşfettikçe şaşırtıyor ve belki de en zorlu kısımda, yani yaratımda sahneye çıkıyor.
Moda tasarımcısı Giray Sepin (39) “Hâlâ bilmediğim, bazen araştırdıkça, bazen de tesadüfen karşıma çıkan yeni bilgilerle şaşırmaya devam ediyorum. Bunlar ister istemez koleksiyonlarıma yansıyor. Bazı koleksiyonlarda en temel hikâyeyi oluşturduğu da oluyor. Detayları bozarak, değiştirerek, gizleyerek kullanmayı seviyorum. Belli bir yerden geliyormuş, herhangi bir yere aitmiş hissinden kurtarmaya çalışıyorum. Bu kökten çıkıp sıyrılarak her yerde olabilmenin özgürlüğü gibi” diyor. Ona göre, ‘özgür ve evrensel olabilme heyecanı genele yansıyor.’
Bir başka moda tasarımcısı Merve Ulu (29) kökleri veya bir başka kültürden etkilendiği süreçleri, globali takip etse de ona tam anlamıyla sadık kalmayıp, etkilendiği detayları hayal ettiği karakterlere dönüştürüyor. Kökler öyle işlevsel öyle zengin bir vizyon sunuyor ki; Merve onlara tutunmak yerine, ‘onlardan ne öğrenebilirim veya neye dönüştürebilirim’ konusuyla ilgileniyor.
Mesela koleksiyonunun ilhamı Barış Manço’nun ‘Kul Ahmet’in Ceketi’ adlı şarkısı. Merve, ceketini sırtına gömlekle takım olsun diye değil, kefen vazifesi görmesi için giyen, mahalleli kahvede muhabbet peşindeyken işinin başında olan ‘Kul Ahmet’i betimlerken, çalışmanın ve emeğin değerinin büyüklüğünü vurguluyor.
Zamansız dinlenen bir şarkı ya da anneanne evinde geçirilmiş birkaç gün onun için sağlam ilham kaynakları. Hayatın arşivi, modern zamanlarda yankılanıyor; ortaya çıkanlar “İşte ben!" diyor.
Fotoğraf sanatçısı Yusuf Sevinçli (40), foto grafik estetiğini ‘hijyenik, cilalanmış, stüdyoda yapılmış pop müzik gibi’ değil tam tersine ‘hayatın içinden, organik, direkt ve canlı dinlendiğinde gerçek etkisini hissedebileceğiniz punk rock gibi’ diye tanımlıyor. Siyah beyaz, yüksek kontrastlı, bol grenli fotoğraflar, hâlâ analog makinelerle film çekip, karanlık odada baskı yapan bir fotoğrafçı olarak bunların karşılığını da çiğ, ham ve gürültülü gitar-bas-davul power üçlüsünde görüyor.
Wim Wendersin bir röportajında "Rock olmasaydı, yönetmen değil kravat takan bir avukat olabilirdim’’ demiş; Yusuf ise “Rock köklerim olmasaydı, fotoğrafçı olamazdım” diyecek kadar etkiyi benliğinde hissediyor.
Eser: Bora Akıncıtürk
Sanatçı Bora Akıncıtürk’ün (38) çizimleri ergenliği, çocukluğuyla ilişkili. Yaşı ilerledikçe hatıralarının rolünün arttığını söylüyor. Bu da belki tek seslilik yoğunluğunda kendi olabilmesine imkân veriyor. Kökleri sadece ırk, memleket olarak değil, cinsel kimlik, genetik özellikler, kültür, aile gibi kimliğini oluşturan her şey olarak düşünenlerden olduğu için, ilham ve üretimde köklerin öneminin farkında.
Eser: Ahmet Doğu İpek
Tuval işlerinin dışında, farklı disiplinlerden sanatçılarla çalışıp mekâna özgü işler, üç boyutlu yerleştirmeler ortaya çıkaran sanatçı Ahmet Doğu İpek (37), ‘Soupir’ ile kendini geride tutup, işin kurulu olduğu yapının kökleri ve tarihiyle ilgileniyor. “Soupir, bu yapı nefes alan bir varlık olsaydı ya da geriye bakıp bir ah çekseydi, bedeni nasıl görünürdü’ sorusundan doğdu’’ derken bir metaforla kök kavramını görselleştiriyor: “Bir taşı sapanla çok ileriye fırlatabilmek için onu iyice geriye doğru çekmek gerekli. Köklerimizle ilişkimizin de böyle olduğunu düşünüyorum.”
Uzağa ve yeniye özgürce yol alırken bilinmezlikte kaybolma riski bâki. Ahmet Doğu İpek’e göre “Tek sesi oluşturan çoğunluktan biri olmamak için kökler iyi bir sığınak olabilir. Bahsettiğim, sürekli bir nostaljinin içinde yaşamak değil ama ihtiyaç duyduğumuzda bize özel olan, bizi biz yapan ve sığınacağımız bir yerin varlığının önemi.”
Birikimin üzerine yeni sözler eklemek
Bir tuval üstünde veya yeni koleksiyonda bir cekette, belki genlerden, belki de deneyimlerden bir çağrı yaratım sürecinde gizli bir başrol oynuyor. Nihai eserin kapılarından biri köklere açılıyor.
“Tarihin içinde yerini koruyan, engin tecrübelerle elde edilmiş, ihtiyaç temeline oturtulmuş her şey kıymetlidir” diyor Hatice Gökçe ve devam ediyor: “Kumaştan tutun biçime, aksesuara, dikim tekniğine kadar bu böyle. Bir tasarımcı olarak bu bilgiye hep saygı duydum. Köklerimizde ne varsa hepsi ihtiyaç temelinden hareketle var olmuşlar. Süsleme sanatı bile buna dahil. Bu sebeple bunları ‘geleneksel’ deyip, kenara bırakmaktansa tekrar ele almak, varsa katılabilecek bir şey eklemek ve yeniden sunabilmek, dikkatle özen gösterilmesini sağlamak bir tasarımcı olarak en zevk aldığımız ve her dakikasında hayata dair çok şey öğrendiğimiz bir uğraş.”
Köklerin rolü artınca manadaki değer de artıyor. Temellendirilmiş her iş, kimliğe bir vurgu katıyor. Peki sonunda ne oluyor?
Hatice’nin yaklaşımı şöyle: “Geniş bir kitleye seslenmektense daha küçük ama beğenisi yüksek bir kitle için var olmak bir lüks aslında. Her yaptığımız işin içinde köklerimizden bir teknik, bir gelenek, bir yöntem ya da bir biçim var. Bazen koleksiyon adımızda, bazen sunuş biçimimizde, bazen de tasarımlardaki dikişi tekniğinde yer alıyor. Bunların toplamı bizim tasarım değerimizi yansıtıyor.”
Kökler, referans oluşturduğu her noktada şimdiye selam verirken bir yandan da geleceğe projeksiyon tutuyor. Geçmişten gelen ‘eski’ diye adlandırıldığında kulağa gelen olumsuzluk, tüm bunları düşününce silikleşiyor. Akışta değişimin gücü hissediliyor. Birikiminin üstüne yeni söz söyleyenler farklılaşarak, ahenkle yükseliyor. Kökler her kadrajda, her açıda, her vizyonda... İngiliz yazar D.H. Lawrence’ın dediği gibi:
Doğadaki en narin şey, bir çiçek
Onun bile Dünya’da bir kökü, toprağı var.
Film: Berkay Temel
Kreatif Direktör: Güneş Güner
Yazı: Alper Etiş
Fotoğraflar: Furkan Temir
Prodüktör: Ahmed Çaylı
Saç: İbrahim Zengin
Makyaj: Yağız Yoldaş
Tasarımcılar: Arda Paris Akay, Hatice Gökçe, Giray Sepin, Selina Alp, Seydullah Yılmaz, Tanyeli Erdem
Sanatçılar: Ahmet Doğu İpek, Bora Akıncıtürk, Sinan Logie, Yusuf Sevinçli