Yeni medyanın çok genç bir olgu olması ve de iş gücünün ana parçası olan gençler tarafından daha çok kabullenilmiş olması işin ölüm ile ilgili yanını pek düşünmemizi şimdiye kadar pek gerektirmedi.
Ama gerçek dünyada hepimiz bir gün öleceğiz! Peki, ya dijital dünyada?
Bu soru, aklımıza ilk gelen soru... Ama isterseniz daha ileri gitmeden önce gerçek hayattan bir kesit ile devam edelim:
Facebook’ta çok yakın bir arkadaşım var, bazı günler sevdiğimiz bir şarkıyı paylaşıyor… Bir şey diyemiyorum. Bazı günler ise benim bir fotoğrafımı veya durum güncellememi beğeniyor… Yüreğim burkuluyor. Tam toplantının ortasında, tam neşeli bir yorumun yanında birden onun adı beliriyor. Ne diyeceğimi bilemiyorum.
Ne diyeceğimi bilemiyorum, çünkü bu arkadaşım üç sene önce öldü, ama Facebook hesabı yaşamaya devam ediyor. Arkadaşımın Facebook profili onu hatırlamak isteyenlerin uğrayıp bir şeyler bıraktığı ve arada “kendisinin” mutlu anılarını ve fotoğraflarını paylaştığı bir yer haline geldi.
Sosyal medyadaki hayalet
Bu durum, bazılarımız için rahatsız edici, çünkü o artık yok ve o varmış gibi Facebook profilinin durum güncellemesi, fotoğraf paylaşması, paylaşımları beğenmesi ve dijital bir hayalet, bir zombi gibi etrafınızda dolaşması fikri bazı insanlara tuhaf geliyor. Bazıları da sürekli onun ölümünü hatırlayarak üzülmek istemiyorlar...
Diğer yandan dijital varlığımız zaten başlı başına gerçeklik ve 'fanilik' algımızı kökünden değiştiren bir olgu. Zira, artık zaman-mekan uzamından dışarı düşüp hepimiz biraz tanrılaştığımız; “her an, her şeyi bilen”, “her an, her yerde olan” bir vahdet-i vücuda erdiğimizden ötürü, ölüm kavramından da uzaktayız.
Bugünden 30 yıl sonra
İsterseniz, hem konuyu biraz daha eğlenceli hale getirmek hem de bir düşünce penceresi açmak için şöyle hayal edelim:
55 yaşına geldiniz ve diyelim ki, Facebook’ta 300 arkadaşınız var. Bunlardan 60 tanesi ölmüş ve her gün Facebook’ta (ve/veya başka platformlarda) paylaşımlar yapmaya—hatta biraz daha absürt hale getirelim—sevimli kedi fotoğrafı, birbirinden ilginç yemek fotoğrafları paylaşmaya devam ediyorlar...
O zaman ne düşünürsünüz, ne hissedersiniz, ne yaparsınız?
Sosyal medya 'ölüm'ü yener mi?
Bu yazıyı okuttuğum bir arkadaşım Black Mirror’ın ikinci sezon birinci bölümü “Be Right Back”i izlememi önerdi. Orada da bu konuyu benzer bir açıdan işlemişler (yazının devamı dizideki olaylara dair bilgi içerir): Genç bir çift şehir dışındaki yeni evlerine taşınıyorlar. Neredeyse sosyal medya bağımlısı olan adam, kiralık kamyoneti iade etmek için şehre geri dönüyor ve birkaç gün sonra telaşla bekleyen kadına evin kapısını çalan polis acı haberi veriyor: Sevgilisi öldü ve eve gelemeyecek.
Ama gerçekten öyle mi? Yeni geliştirilen bir teknoloji sayesinde kaybettiğiniz insanların kamuya açık sosyal medya hesapları kullanılarak onların davranış modellerini ve düşüncelerini taklit eden bir yazılım üretilmiş. Siz bu üründen memnun kaldıkça daha özel bilgilerine erişim imkanı vererek yazılımın daha iyi taklit edebilmesini sağlıyorsunuz. Sonra ses ve görüntü kayıtlarını vererek isterseniz konuşuyor ve görüşebiliyorsunuz. Peki bu kadar mı? Hayır. En sonunda kadına sevgilisinin bir android kopyası postayla gönderiliyor... Kaybettiğiniz o kişi kanlı canlıymış gibi karşınızda duruyor. Peki, sonra?
Ne dersiniz? Ölüler öldükleri yerde kalmalı mı, yoksa tıpkısıymış gibi kopyalarıyla acıları dindirebilirler mi? Yorumlarınızı @paktin’e yazabilirsiniz.
Serdar Paktin