Yeniden başlamak için doğru insan
Fitness

Yeniden başlamak için doğru insan

Beşiktaş'ın tazelenme operasyonunun kilit halkası Önder Özen’le kulübün geleceğini ve hedeflerini konuştuk.

Feda sezonunu geride bırakan Beşiktaş, tarihinin en kapsamlı kabuk değişimlerinden birinin kıyısında duruyor. Türk futbolunun en eski mabedi İnönü Stadı, yerine daha iyisi yapılmak üzere yıkıldı. Evinden olan Karakartal’ı, bir süreliğine de olsa gurbet bekliyor. Finansal açıdan da henüz düzlüğe çıkmış değiller ama bunun için her şeyi deniyorlar. Son olarak Vodafone’la forma ve stat sponsorluğu için kapsamlı bir anlaşma yaptılar.

Bunlar saha dışı değişimlerden sadece birkaçı. Bir de saha içi var. Başkan Fikret Orman ve yönetimi, futbolu “bir bilen”e emanet etme kararı alarak, ortaya önemli bir vizyon koydular. Seçtikleri ismin Önder Özen olması, futbol dünyası genelinde takdirle karşılandı. Özen’le birlikte kapıdan giren diğer isim Slaven Bilić oldu. Hırvat teknik adam, ne kadar şahsına münhasır bir insansa Önder Özen de öyle. Bildiğiniz futbol insanlarına benzemiyor. Kanıtlarını ilerleyen satırlarda bulabilirsiniz ama sözü kendisine bırakmadan önce bir not düşelim: Bu sezon taraftarından sebep Beşiktaş maçlarını izlemek için yeterli gerekçelere sahip olduğunuzu biliyoruz ama Özen ve Bilić ikilisini de gözünüzün önünden ayırmayın. Pişman olmayacaksınız.

Nasıl gidiyor, beklediğiniz gibi mi?

Beklediğimiz gibi sayılabilir. Zor bir iş olmasa bana ihtiyaç olmazdı. Kolay üstesinden gelinebilecek bir şey olsaydı ben burada olmazdım. O yüzden, zorlukları olduğunu biliyordum ama aşmak için yeterli enerjiye sahibim.

Üç ay içinde en zorlandığınız şey ne oldu?

Transfer için sorulan sorular. Benim asli görevlerim var, onlara odaklanmaya çalışıyorum. Bunun yanında benden beklenenler de var. Medyayla iyi iletişim kurmak da bunlardan biri. Bu konuda o kadar da iyi bir başlangıç yapamadım. Beşiktaş’a geldiğimde, büyük bir kesim bana “Yabancı toprağa bastın” hissi aşıladı, belki de bundandır. Sanki bir suç işlemiş gibi karşılandım ilk günlerde. Benden nefret eden insanların karşısına çıktım, o kötü elektriği hissettim. Duygusuz bir insan değilim. Sevilmediğim, istenmediğim, nefretle bakıldığım bir yerde kolay ilişkiler kuramamış olabilirim. Bu normaldir. Haber kaynağı olmadığım için rahatsızlık var ama doğru kaynak ben değilim. Yeterince kaynakları var zaten, bana ihtiyaçları yok.

Bu sene hangi sıfatlara sahip bir Beşiktaş olacak sahada?

Kalbiyle oynayan, coşkulu ama daha dengeli bir takım olacak. Savunmadan hücuma, hücumdan savunmaya geçişlerde biraz daha oturaklı ama mutlaka kalbiyle oynayan, mutlaka coşkulu bir takım seyrettireceğiz.

Bilić’le aranız nasıl?

Çok iyi, benim psikoloğum o. Zaman zaman sıkıntılarımızı, özel hayatlarımızı paylaşıyoruz birbirimizle. Hayat yollarımız çok benzer bir kronolojiye sahip. O eşiyle seneler önce ayrılmış, iki çocuklu bir baba. Ben de öyleyim. Ama o, bu evreleri benden önce geçirmiş. Doğal olarak iki çocuklu yalnız bir babanın neler yaşayabileceğini benden önce tecrübe etmiş. Henüz geçmediğim yollardan geçmiş. Odasında deri bir koltuğu vardır, üçlü. Bir gün orada oturdum. Beni dinlerken, kendi hayatından örneklerle bazı tavsiyelerde bulundu ve o konuşma beni gerçekten çok rahatlattı. Odadan çıkarken arkamdan “Hey, 200 dolar!” diye seslendi. “Ne 200 doları?” dedim, “Bir saat psikolog ücreti” dedi. “Tamam” dedim ben de. Sonra odasındaki üçlü koltuğa zaman zaman uzanmaya başladım. Birbirimize psikologluk yapıyoruz. Onun dışında da beraber vakit geçirmesi keyifli bir adam. Ortak ilgi alanlarımız var, onlar hakkında konuşuyoruz. Sevdiğim birkaç restoran var, onlara götürüyorum. O bana Split’i anlatıyor, ben ona Eskişehir’i; o bana Dinamo Zagreb’i anlatıyor, ben Beşiktaş taraftarını. Gezi Parkı konusuyla çok ilgilendi, orada neler olduğunu sordu, anlattık. Benim bazı yakınlarımla tanıştı, ben de onunkilerle tanıştım. Gayet güzel bir iletişimimiz var. Burada olmaktan çok mutlu. Alışamadığı tek nokta; biz bazen mantığı arka plana atıp duygularımızla hareket ediyoruz. O da duygusal bir adam ama ortalama bir Türk vatandaşına göre biraz daha nettir; karmaşık değildir, düzdür. Buna alışması için biraz zaman gerekiyor.

Bu sene maçlarınızı Kasımpaşa’da ve Olimpiyat Stadı’nda oynayacaksınız. Ne gibi zorlukları olacak?

Biz şu an kendine ev yaptırmak isteyen bir memur, bir işçi ailesi gibiyiz. Daha iyisini yapmak için kendi evimizi yıktık ve gidip bir süre kirada oturacağız. Göçebe olacağız. Tabii ki kolay değil ama bu sıkıntının çekilmesi gerekiyorsa, o eve girecek herkes çekecek. Futbolcusu, teknik ekibi, yöneticisi, taraftarı, herkes... Taraftar o yıkılan evin en önemli parçası. Bu sıkıntıyı bizle beraber onlar da göğüsleyecek. Ben bu konuda sorun yaşayacağımızı zannetmiyorum. Beşiktaş taraftarı duyarlıdır, duygusaldır, hassastır. Bu işçi ailesini gurbette yalnız bırakmazlar.

Bir söyleşinizde Olimpiyat Stadı hakkında “Bir şeyler başaracaksak orada başaralım” demiştiniz, açar mısınız?

Bütün zorluklar aslında bir fırsattır. Herkes 60 bin kişilik, her maç kapalı gişe olan, locaları purolu işadamlarıyla dolup taşmış, otoparkında pahalı otomobiller bulunan, çok büyük gelirler getiren bir statta oynayıp oranın tüm nimetlerinden yararlanmak ister ve herkes başarılı olmanın koşullarından birinin bu olduğunu da bilir. Bizimki bir meydan okuma. Olacaksa orada olsun, büyük bir başarı hikayesi çıkacaksa orada başlasın. Biz birine kafa tutmaya hazırsak, orada tutalım. O itilmiş statta olsun. “Bir stat nasıl yapılmamalıdır?” sorusunun cevabı olan statta olsun. O statta her şey eğri ama o eğri gemide bir doğru sefer olsun. Mümkünse o doğru sefer oradan başlasın. Çünkü o seferin nerede biteceğini hepimiz biliyoruz: Dolmabahçe’de...

Türkiye’de futbol genel direktörlüğü ya da sportif direktörlük örnekleri, denemeleri oldu ama hiçbiri tutmadı. Neden?

Türkiye’de sportif direktörlük ucuzlatılmış, bayatlamış, içi doldurulmamış bir kavram. “Bir abimiz” noktasından ileriye gidememiş. Türkiye’de bu unvanla görev yapan büyüklerimiz oldu ama verimlilik boyutu tartışılır. Arkadaşlarımızın, ağabeylerimizin verimliliğinden bahsetmiyorum, işin ortaya konuş şeklinden bahsediyorum. İyi bir iş çıkmadı çünkü Türkiye’de sportif direktörler kulüp başkanlarıdır. Bunu nereden anlıyoruz? Mesela, yabancı sınırı belli. Bunun ne olması gerektiğini tartışmıyorum şu anda, o konuda ayrı bir fikrim var ama kural kitabında yazana bakıyorum. Kitap 6+0+4 diyor ama bazı kulüplerin kontrat altında 13 yabancı futbolcusu var. Bunu bir futbol genel direktörü ya da sportif direktör yapar mı? Ancak bir başkan, bir yönetici, bunun bir hata olmadığını düşünen kişi yapar. Bu tabloyu görüp de ne söyleyebilirsiniz ki? Federasyonda karar verici konumda olsam benim kararım belli, serbest bırakırım ama ben kitapta yazana göre transfer yapmak zorundayım. Bazı kulüplerse kitaba bakmamışlar. Kural önlerine gelmiş, onay vermişler, el kaldırmışlar ama seçtikleri federasyonun verdiği kararı ciddiye almadan 13 futbolcuyla anlaşmışlar. Seneye bu 5+0+3 olacak ve sözleşmesi bitecek oyuncuları yok. Kontrat feshedip gönderecekler. Bu da ekstra maliyet demek. Bunu kim yapar? Dediğim gibi; bunu ancak bir başkan yapar.

“Yabancı sınırını kaldırırım” dediniz, neden?

Dört sene evvel bir blogger benimle röportaj yaptı ve Türk futbolu için hangisinin yararlı olduğunu sordu; sınırlı yabancı mı, sınırsız yabancı mı? Ben de kendisine “Türk futbolu nedir?” dedim. Türk futbolu milli takım mıdır, kulüp takımları mıdır? Önce buna karar vermemiz lazım. Eğer milli takımsa yabancı daha da sınırlanmalı. Kulüplerse kaldırılmalı çünkü rekabet etmek zorundasın. Ulaşılabilir oyuncu sayısı, rekabette birinci derecede önemlidir. Beşiktaş, Galatasaray ve Fenerbahçe’nin bugün kadrosuna alıp koyabileceği Türk oyuncu sayısı belli, çok az. Bunun yanında rekabete dahil olduğu Şampiyonlar Ligi var, Avrupa Ligi var. Orada rekabet edebilmenin yolu, kaliteli oyuncudan geçer. Kaliteli oyuncunun da pasaportuna bakılmaz.

Alex Ferguson’la birlikte her şeyi tek elden yöneten menajerler devrinin kapandığı söyleniyor. Katılır mısınız?

Doğrudur, bana göre de bir değişim olacak. Artık uzmanlık alanları var. Eskiden böyle değildi. Abdullah Gegić, ki kendisi benim idolümdür, Eskişehirspor’da takımın hem teknik direktörüydü, hem antrenörüydü, hem kondisyoneriydi, eğiticisiydi, geliştiricisiydi, yarıştırıcısıydı, menajeriydi, mentoruydu, beslenme uzmanıydı. “Bir bilen”di, her şeydi. Alex Ferguson ise her ne kadar tek başına karar verici olsa da, altında uzman bir ekip çalışıyordu. Sağlık departmanından psikolojik destek departmanına, biyokinetistinden fiziksel gelişim antrenörüne kadar, geniş bir ekibi vardı. Kendisi de karar vericiydi, “decision maker” dedikleri şahıstı. Futbol endüstriyel hale geldikçe uzmanlık alanları da gelişmeye, çeşitlenmeye başladı. “Sadece 11 kişiyi seç, fiziksel olarak hazırla, taktiği ver, ondan sonrası yürür” noktasını geçtik.

Biri gelip size Türk futbolunu emanet etse ve “Yanlış gördüğün ne varsa değiştir, istediğini düzelt” dese nereden başlardınız?

Ben bu görevi kabul etmezdim... Şaka bir yana, zorunda kalsam ilk olarak Türkiye Futbol Federasyonu’nun genel kurul tüzüğünü değiştirirdim. Futbolun bugünü ve geleceği hakkında müteahhitler, bürokratlar değil sporcular, antrenörler, hakemler, futbolun unsuru olan insanlar karar vermeli. Son TFF Genel Kurulu’nda ön sıraya baktığımda, ki bir kısmı tanıdığım insanlar ve mutlaka futbola emekleri de olmuştur ama büyük çoğunluğu müteahhit, işadamı, turizmci, bürokrat, sanayiciydi. Biz gidip Sanayi Odaları seçiminde oy kullanamıyoruz, Türk Tabipler Birliği Genel Kurulu’nda fikir beyan edemiyoruz. Odalar ve Borsalar Birliği Genel Kurulu’nda oranın bugünü ve geleceğini belirleyecek kararlar hakkındaki fikrimiz sorulmuyor. Ama futbolun bugünü ve geleceği planlanırken onlar karar verebiliyor.

Türk futbolcuların altyapılarda iyi dereceler almasına rağmen elit seviyeye geçişte sıkıntı yaşamasının sebebi nedir?

Bizde beceri eğitimi eksikliği var. Yetenekle beceri ayrı şeylerdir. Yetenekler sınırlıdır ama beceriler sınırsızdır, öğrenebilirsiniz. Bir söz vardır; “Şampiyon bir sporcu olmak istiyorsan anneni, babanı çok iyi seçmen gerekir.” Altyapı takımlarımızda hep parlak, önemli yetenekler var ama becerili oyuncular yok. Onları becerilerle donatamıyoruz. Burak Yılmaz iyi yönde bir örnektir bu konuda; yetenekleri zaten doğuştan vardı ama portföyüne yeni beceriler kattı. Vuruş tekniği, koşu tekniği, sıçrama, pozisyon alma, kafa vuruşu gibi. Bu sayede “sınıf” oyuncu oldu.

Önder Özen röportajı ve çok daha fazlası GQ Türkiye Eylül sayısında ve GQ Türkiye iPad edisyonunda...

İlgili Başlıklar
Daha Fazlası