Tarih 12 Kasım 2014 Çarşamba. Elinizde tuttuğunuz derginin yılın adamlarını ödüllendirdiği gece için tüm hazırlıklar tamam. GQ ekibi, ödül alacaklar, verecekler ve diğer konuklar bu büyük gece için evlerinde hazırlanırken olması gerektiğinden çok daha erken bir saatte hazır olan iki kişi var; ben ve Nikolaj Coster-Waldau.
Dizinin son sezonunda kötüden iyiye dönüşmeye meyilli Jaime Lannister’ı hepimiz tanıyoruz ama aynı karaktere hayat veren adam hakkında neredeyse hiçbir şey bilmiyoruz. Oysa onu tanıma vakti geldi de geçiyor bile...
1970 yılında, Kopenhag’ın güneybatısında, Tybjerg adlı çok ufak bir kasabada doğar Nikolaj Coster-Waldau. “O kadar küçük bir yerdi ki tüm kasabanın nüfusu 40 kişi ya var, ya yoktu” diye anlatıyor büyüdüğü yeri. Annesi kütüphanecidir, babası özel bir şirkette idari işlerde çalışır yıllarca. O ise çocukluğunda büyüyünce futbolcu olmaya heves etse de günün birinde izlediği Once Upon a Time in America filmi, kariyer planlamasını bambaşka bir yöne taşır. Hikayenin devamı tam da tahmin ettiğiniz gibi.
Coster-Waldau lise yılları geldiğinde soluğu National Theatre School’da alır. Başvurusunun kabul edilmesiyle de hayatında oyunculuk kapısı aralanır. Önceleri Danimarka’da birkaç yerel filmde rol alan ünlü oyuncu, daha sonra gelen bir teklifi değerlendirerek Hollywood’a transfer olur. Ancak şans pek de yüzüne gülmez, rol aldığı filmler fazla gişe yapmaz.
Bir gün, tam da Danimarka’ya dönmek üzereyken, hayat ona bir armağan sunmaya karar verir: “Ajansım aracılığıyla teklif geldiğinde Los Angeles’taydım ve beni Danimarka’ya götürecek uçağın kalkmasına yalnızca birkaç saat vardı. O güne dek görüşmelerim pek de istediğim gibi gitmemişti ve doğrusunu söylemek gerekirse moralim bir hayli bozuktu. Bir işi yaşlı bulunduğum için kaçırmış, bir diğerini son anda başka oyuncuya kaptırmıştım. Havaalanında beklerken telefonum çaldı. Ajansım yeni bir dizi için görüşme ayarlamıştı. Biletimin yanacak olması canımı sıksa da son bir kez denemeye karar verdim. O gün o uçağa binip Danimarka’ya dönseydim, GQ Türkiye beni yine de Yılın Uluslararası Yıldızı seçer miydi?”
Türkiye’de de bu kadar sevildiğimi bilmiyordum
Evet, Nikolaj Coster-Waldau, GQ Türkiye’nin davetlisi olarak Yılın Uluslararası Yıldızı ödülünü almak üzere karşımda. Bu nedenle sorusuna karşılık, gülümsemekle yetiniyorum. Birbirimizi kandırmaya gerek yok; ne kadar yetenekli olursa olsun, onun yıldızı bu diziyle parladı. Nitekim kendisi de bunun farkında, Sezar’ın hakkını Sezar’a veriyor: “Bugüne dek Hollywood’da pek çok işte yer aldım. Ancak kabul etmem gerekir ki Game of Thrones tüm bu işler arasında beni yukarı taşıyan tek ve en önemli iş oldu. Yine de, buraya gelene kadar dizinin yalnızca Amerika’da çok izlendiğini sanıyordum. Türkiye’de de bu kadar ilgi olduğunun kesinlikle farkında değildim. Havaalanına adımımı attığım andan itibaren fotoğraf çektirmek için yanıma gelenlerin sayısını hatırlayamıyorum bile. Harika bir his, büyük mutluluk.”
Ünlü oyuncunun kariyerine baktığımızda, dizi öncesi rol aldığı At World’s End, Himmerland, The Baker gibi filmlerin IMDB puanının 6’nın üstüne çıkamamış olması da yeterli bir açıklama gibi. Game of Thrones’un puanı mı? 9.5!
Önümüzdeki aylarda beşinci sezonu yayınlanacak olan dizi, bölüm başına 13.6 milyon izleyiciyle Amerikan televizyon kanalı HBO’nun Soprano’dan sonra en çok ilgi gören işi. Ünlü oyuncuya bu başarıyı neye bağladığını soruyorum. Yanıtı benim de sonuna kadar katıldığım bir teze dayanıyor: “Game of Thrones’da kimse başrol değil. Dizinin ilk bölümünden beri ölen ana karakterleri bir düşünün. Hiç ummadığınız anda, bir bölümde, aniden beş ana karakter birden ölüyor. Sürprizlerle dolu olması bence en önemli noktası.” Başrol oyuncularının beş sezon boyunca her türlü kazadan beladan kurtulup asla ölmediği Türk dizilerini düşündüğümüzde, söyledikleri kulağa fazla mantıklı geliyor.
Peki karakterinde onu en fazla etkileyen şey ne? “Senaryoyu okurken bana Jaime Lannister’ı şöyle anlattılar; son derece karanlık yönleri olan, şeytani bir karakter. Ancak ilerleyen sezonlarda, içsel bir yolculukla bambaşka bir adama dönüşüyor. İşte bu beni çok etkiledi. Her ne kadar dizideki fantastik kurgular biraz şüphe duymama neden olsa da, böyle bir karakteri kaçırmak istemedim.”
Dizinin karakterlerini gerçeklermiş gibi tartışmamızın tuhaf olduğunu düşündüğümü söylediğimde o da bana katılıyor ve ekliyor: “Tuhaf ama işin en güzel kısmı. Herkes Jaime’ye ne olacağını merak ediyorsa dizi olmuş demektir, tamamdır yani.”
Elbette merak ediyoruz, hem de çok! Bize yeni sezonla ilgili verebileceği hiç mi sır yok? “Asla!” diyor, “Yapımcılar beni öldürür. Ancak şunu söyleyebilirim ki Jaime kişisel yaşamında saflığı ve iyiliği bulmaya devam edecek.” Görünüşe bakılırsa yeni sezonda kral katili en sevdiğimiz ikinci Lannister olacak. Birincisi mi? Elbette Tyrion Lannister.
Tanıdığım ilk Türk, Sibel Kekili oldu
Peki ya geçen sezon diziye veda eden Sibel Kekilli hakkında ne düşünüyor? “Sibel’le hiç karşılıklı sahnem olmadı. Ancak setlerde sık sık birlikte vakit geçirdik. Şunu söyleyebilirim; inanılmaz sıcak ve saygılı bir kadın. Tanıdığım ilk Türk kendisi oldu, burada karşılaştığım insanlardan sonra da rahatlıkla söyleyebilirim ki harika bir milletsiniz.”
Karşılıklı övgüler sonunda yeniden diziye dönüyoruz. Game of Thrones’tan sonra dönen şansı, Hollywood’un bu yetenekli adamı keşfetmesine neden olmuş. Tom Cruise’un geçen yıl vizyona giren Oblivion filmi ve Cameron Diaz’la başrolü paylaştığı The Other Woman filmleri, diziden sonra rol aldığı yapımlardan birkaçı.
Şimdilerde Alex Proyas tarafından yönetilen ve Gerard Butler, Geoffrey Rush ve Brenton Thwaites’le rol aldığı Gods of Egypt’ın heyecanı içinde. Gökyüzü tanrısı Horus karakterini canlandırdığı filmin çekimleri devam ediyor. Şubat 2016’da vizyona girecek filmin öyküsünü bir klasik olarak nitelendirse de, bu klasik hikayenin orijinal bir şekilde işlendiğini anlatıyor. Bunun dışında şu sıralar önümüzdeki yıl için de iki farklı proje üzerinde daha çalışıyor.
Game of Thrones’un önünde açtığı bu kadar kapı varken neden hâlâ Danimarka’da yaşadığını merak ediyorum. Los Angeles’ta bir ev Hollywood kariyeri için daha doğru olmaz mı? Hayatını değiştirmek istemediğini anlatıyor: “Yaptığın iş hayatını değiştirmeye başladıysa orada bir durmalısın. Danimarka’da da yaşasam, Los Angeles’ta da, sonuçta film ya da dizi çekimi için sürekli seyahat halinde olmam gerekiyor. O halde çocuklarımın ya da eşimin düzenini neden bozayım? Bunun bencillik olduğunu düşünüyorum. Bekar olsaydım belki düşünebilirdim ancak başka önceliklerim var. İş ve özel hayatın birbirinden ayrı yaşanması gerektiğini düşünüyorum. Mesela eşim de, çocuklarım da Game of Thrones’un tek bir bölümünü dahi izlememiştir. Zaten çocuklarıma diziyi izlemek kesinlikle yasak.”
Dizideki fazla kan ve cinsellik onu bu kararı almaya zorlamış: “Çıplaklık elbette çok normal bir şey, sevişmek de öyle. Bu gerçekliklerin olmadığı diziler ya da filmler bana hep komik gelmiştir. Bu izleyici kandırmak ve aptal yerine koymak bir nevi. Yine de kızlarımın henüz bunlar için yeterince büyümüş olduğunu sanmıyorum.”
Biri 10, diğeri 14 yaşında olan kızlarından konu açıldığında kendisini çok iyi bir baba olarak tanımlıyor, peki ya nasıl bir eş Coster-Waldau? İzlanda’da bir dağın tepesinde evlenme teklif ettiği aktris ve şarkıcı karısına ilk görüşte âşık olmuş. Tam 16 yıldır evliler ve söylediğine göre hâlâ birbirlerine çok âşıklar. Anlayacağınız 44 yaşındaki oyuncunun hayatı tam tadında.
Röportajın tamamı ve çok daha fazlası GQ Türkiye Ocak sayısında GQ Türkiye Dijital edisyonunda...