Kaderinizde varsa, ıssız adaya razı olun ama Kuzey Sentinel Adası’na gönül düşürmeyin. Zaten sakinleri de sizi istemiyor. Hint Okyanusu’nda, Bengal Körfezi açıklarında, 72 kilometrekarelik ufacık bir yer burası. Nüfusun en fazla 400 olduğu tahmin ediliyor. Evet, elde sadece tahmin var. Adanın avcı-toplayıcı halkı tarihin hiçbir döneminde dışarıyla temas kurmadı, ileride de kuracak gibi değil. Onları tanıyabilmek için bugüne dek zora da başvuruldu, güzelliğe de ama ada sakinlerinin tavrı değişmedi. Ziyaretçilerin payına sadece ok yağmuru düştü. Harita üzerinde adanın sahibi görünen Hindistan hükümeti bile denemekten usandığını ve vazgeçtiğini açıkladı. Modern dünyadan uzaklar diye sıkıntı yaşadıklarını da zannetmeyin. Hint Okyanusu’nu 2004’te vuran tsunamiden sonra Kuzey Sentinel’e de bir göz atan (ve yine oklarla karşılanan) helikopterler, adalıların herhangi bir zarar görmediğini tespit etti.
Teksas’ın ıssızında 10 hektarlık bir çiftlik. Ama ortada bir çiftçilik faaliyeti yok. Araziye yayılmış bataklık, çalılık ve göletlerin kıyısında köşesinde görülebilen tek şey, çürümeye yüz tutmuş insan cesetleri. İşte bu yüzden, bilenler mekana gayet soğuk bir şekilde “insan çiftliği” diyor. Benzerlerinin içinde en büyüğü olan Adli Antropoloji Araştırma Tesisleri’nin resmi amacı, insan bedeninin nasıl çürüdüğünü incelemek, bu sayede bilime (ve hukuka) katkı sağlamak. Çok sıkı korunan tesiste, etrafa ölüm sonrasının farklı aşamalarında bulunan cesetler (bir defada altı adet) bırakılıyor ve doğanın etkisi araştırılıyor. Yanından dahi geçmek istemeyeceğinizi tahmin ediyoruz ama içeri girmekte ısrarcıysanız (ve konunun uzmanı değilseniz) maalesef tek yol, cesedinizi bağışlamanız.
Her zaman yapabileceğiniz iki şey: Gizemli kardeşlik cemiyeti Skull and Bones’un New Haven, Connecticut’taki binasının girişinin fotoğrafını çekmek ve cemiyet hakkında sayısız komplo teorisi okumak. Yapamayacağınız tek şey: Bu binanın içine girmek. Yale Üniversitesi’nden öğrencilerin tuhaf bir seremoni sonrasında adım attıkları esrarlı yuvanın ismi Mezar (Tomb). Kumtaşından, penceresiz binanın içinde neler olabileceğine dair varsayımlarsa sınırsız. Apaçi şefi Geronimo’nun iskeleti, gizli bir tapınak, Yale’in kurucularından Elihu Yale’in mezartaşı, dünyanın geri kalanından beş dakika ilerideki bir saat... ABD’nin yönetici elitinin (son örnek George W. Bush) yolu bu binadan geçti ama neler gördüklerini anlatan henüz çıkmadı. Düşünün, amblemindeki 322’nin ne anlama geldiği bile halen bilinmiyor.
Somali’nin doğu kıyılarında bir liman kasabası. Nüfus yaklaşık 12 bin. Ama su sınırlı. Hastane veya okul yok. Tarım faaliyeti mevzubahis değil. Burası Hint Okyanusu’nu haraca kesen Somalili korsanların ana barınağı Hobyo. Ganimet tenha sokak aralarında el değiştiriyor, rehineler derme çatma kulübelerde tutuluyor, sokaklarda Kalaşnikoflu çocuklar devriye atıyor. NATO kuvvetlerinin bile hale yola sokamadığı bir destinasyon, bir nevi modern Define Adası. “Yok, ben giderim” diyecek kadar gözü karaysanız, önden bir elveda notu yazın.
Bugüne dek James Bond filmlerine konu olmadıysa sebebi Soğuk Savaş’ın bitmiş olması. Moskova’da gizli, ikinci bir metro olduğu yönündeki iddialar ilkin 1992’de araştırmacı yazar Vladimir Gonik tarafından Preispodnyaya (Yeraltındaki Dünya isimli kitapta) ortaya atıldı. Buna göre Josef Stalin, 1947’de, bir nükleer savaş durumunda devletin önemli organlarını hem birbirine bağlayacak hem de gerekirse şehir dışındaki güvenli bir sığınağa ulaştıracak bir metro inşa ettirdi. 50-200 metre derinliğinde işleyen ve en uzunu 60 km’lik dört hattan ibaret bu metro sistemi Kremlin, KGB (şimdi FSB), Vnukovo Havaalanı ve Ramenki Sığınağı arasında gizli bir ulaşımı mümkün kılıyor. Sığınak dediysek yabana atmayın; Ramenki, 15 bin kişinin 30 yıl boyunca gün ışığı görmeden yaşayabileceği bir yeraltı kasabası. Rus yetkililerin bu iddiaları bugüne kadar doğrulamadığını not edelim. Yalanlamadıklarını da...
Atlantik Okyanusu’nda, São Paulo eyaleti açıklarındaki bir adanın görkemli bir ismi var: Ilha da Queimada Grande. Ama bilenler kısaca Yılan Adası deyip geçiyor. Ada, tahmin etmişsinizdir, yılanların istilası altında. Mızrakbaşlı çıngıraklı yılan ya da daha havalı ismiyle Bothrops insularis, yakaladı mı acımıyor. Güney Amerika’da en çok ölüme sebep olan kuzeni Fer-de-Lance’dan beş kat daha zehirli. Adaya sadece yoğun güvenlik önlemleri altındaki akademisyenlerin girmesine izin veriliyor. Maceracıları götürmeye razı olabilecek tekne kaptanları da mevcut ama okyanus dalgalarıyla boğuşmayı göze almalısınız. Ayrıca herhangi bir liman yok, Allah ne verdiyse yüzüp kayalıklardan yukarı tırmanmak gerekiyor. İyi haber: Kayalıklardan denize düşerseniz neye sarılacağınız belli. Ayrıca düşmeseniz de durum değişmiyor.
Sağlam anteniniz varsa siz de yakalarsınız. Rusya’nın kuzeybatısında, Pskov kasabası yakınlarında (olduğu sanılan) bir radyo, 1982’den beri kesintisiz yayın yapıyor. Yalnız istek parça falan yok. Aslında yayında herhangi bir şarkı, türkü, muhabbet de yok. Sadece kesintisiz bir vızıltı. Bir de gizemli bir mikrofon. Birkaç ısrarlı dinleyici, 2010’da, bir erkek sesinin tekdüze bir tonla okuduğu birkaç Rus ismini (Konstantin, Oksana, Tatyana vs.) yayında yakalayabildi. Bazen arka planda fısıltıyla konuşanları duymak da mümkün. Yayının tam olarak nereden geldiği kestirilemiyor. Niyesi, nasılı da bugüne dek açıklanmadı. En yakın tahmin, Soğuk Savaş mirası bir casusluk aracı olduğu yönünde. Bugünkü işlevi? Dinleyip karar verin.
Dünyanın en meşhur şirket sırrı. Üstelik şehir efsanesi de değil. Özet geçelim: John Pemberton isimli kimyager 19’uncu yüzyılın sonunda, içinde biraz şarap, biraz da kokain bulunan içecek French Wine Coca’yı ürettiğinde ticari şansının yüksek olacağını tahmin ediyordu ama esas başarı, şarap ve kokaini “sağlık nedenleriyle” karışımın dışına çıkardığında geldi. Bu defaki ürününe, yani Coca-Cola’ya, ayırıcı tadını veren yepyeni bir malzeme katmıştı ve bunun ne olduğunu kimseye söylemedi. Coca-Cola’yı ondan satın alan (ve ardından satın alandan satın alan) firmalar da bu sırrı muhafaza etti. O kadar ki, mahkemede formülü açıklamaya zorlanmamak için, ürünü taklit edenlere dava bile açılmıyor. Bilinenler çok az: Karışımın ancak yüzde 1’ine tekabül eden söz konusu malzemenin ismi Merchandise 7x ve neyin neyle ne kadar karıştığına ilişkin formül bugün firmanın Atlanda’daki sergi salonunda duruyor. 2 metrelik ve hiç açılmayan bir özel kasada... Belki orada bile değildir, bilemiyoruz. Söylenen tek şey, formülü bilen az sayıda kişinin beraber seyahat etmediği. Gerçekten.
Bu çağda radyo mu olur, deyip geçmeyin. Eski usul halen iş görmeseydi, Radio Liberty Binası bugün dünyanın en sıkı korunan yerlerinden biri olmazdı. Prag’daki binadan, haber alma özgürlüğü kısıtlı 20 ayrı ülkenin vatandaşlarına, 28 dilde yayın yapılıyor. 70’inci yaşına yaklaşan ve kardeşi Radio Free Europe ile birlikte Soğuk Savaş’ta Doğu Bloku’na demokrasi anlatmak için kurulan Radio Liberty’nin en büyük destekçisi, ilk zamanlarında olduğu gibi bugün de Amerikan Kongresi. Bir zamanlar Münih’teydi, şimdi Prag’da, Komünist Parti’nin eski binasında. Orada çalışmıyorsanız girmeniz mümkün değil. Hem sırada yıllardır bekleyen bir sürü kızgın lider var.
Uyuşturucu savaşları, Meksika’da son beş yılda 40 binden fazla insanın canına mal oldu. Öyle akıl almaz miktarların döndüğü bir sektör ki, uyuşturucu baronları bu uğurda ne cana ne de mala acıyor. Son 10 yılda, iki ülke arasında açığa çıkan tünel sayısı 150’den fazla. Aklınıza The Shawshank Redemption’ın kaşıkla açılan çukurları gelmesin; malzeme gayet sağlam, ışıklandırma yerinde. Bazıları 800 metreyi buluyor. Ortalama bir tüneli kazmak için altı ayla bir yıl arası çalışılıyor. Girişler sınırın Meksika tarafındaki Tijuana kasabasındaki özel mülklerden, çıkışlar ABD’nin San Diego’sundan. Daha ortaya çıkarılamayan yüzlerce tünel olduğundan tüm yetkililer emin. Görmeniz ne kelime, bulmanız bile mümkün değil.
Rusya o kadar geniş ki, gitmek görmek bir yana, neresinde ne olduğu bile halen belli değil. Issızdaki faaliyetler dış dünyanın ruhu bile duymadan devam edebiliyor. Bir örnek, Yamantau Dağı. ABD’nin 1990’larda gündeme getirdiği uydu fotoğrafları Güney Urallar hattındaki dağda bir inşaat faaliyeti olduğunu açıkça gösteriyordu. Mesele biraz eşelenince bölgeye ilk kamyonların Brejnev’in Sovyet Rusya’sı döneminde gelip gitmeye başladığı öğrenildi. Arazide şu an birçok Rus askeri üssü mevcut ama Yamantau’da ne bulunduğu halen sır. Favori iddia: Burası nükleer, biyolojik ve kimyasal saldırılara dirençli, 60 bin kişilik bir sığınak. Plase: Rusya’nın olası nükleer karşı saldırıyı yürüteceği tesis.
Dünyanın sayılı müzelerine gitseniz de bazı eserleri asla göremeyeceksiniz. Bunların çoğu koleksiyonerlerin elinde ama sayıca en fazlası tek bir ailede. Parisli Wildenstein ailesinin yaklaşık 10 bin parçalık bir koleksiyona sahip olduğu varsayılıyor. Bir kısmı New York, Buenos Aires, Londra, Tokyo’daki galerilerde sergilense de gün yüzü görmeyen birçok eser var. Nereden mi biliyoruz? Aile son yıllarda miras anlaşmazlığına düşünce, Paris’teki Wildenstein Enstitüsü’ne yapılan baskında bugüne dek kayıp veya çalıntı olarak listelenen çok sayıda esere rastlandı.
Memleket basınının sevdiği bir meseledir. Etkili işadamları ve siyasetçilerden müteşekkil Bilderberg Grubu her sene bir defa farklı bir ülkede, yoğun güvenlik önlemleri altında toplanır. Kendileri fikir alışverişi olarak değerlendirse de, komplo teorisyenleri dünya meselelerine bu toplantılarda yön verildiğini savunuyor. Siz de merak ediyorsanız, grubun web sitesine göz atıp türlü bilgiyi birinci elden okuyabilirsiniz. Örneğin bu toplantıların Hollanda Prensi Bernhard, ünlü banker David Rockefeller, Polonyalı diplomat Joseph Retinger ve İngiliz politikacı Denis Healey’in inisiyatifiyle başladığını, ilk buluşmanın da 1954’te Hollanda’nın Arnhem kentindeki Bilderberg Oteli’nde gerçekleştiğini öğrenebilirsiniz. Sitede bulamayacağınız tek şey, yönetim merkezinin adresi. Halen de kimse bilmiyor. En yakın tahmin Hollanda’nın Leiden şehri.
9/11 sonrasının en çok konuşulan mekanı. Afganistan’ın doğusundaki dağlarda, 4 bin metre yükseklikte, Pakistan sınırına yakın bu mağaralar, El Kaide ve Usame bin Ladin’in bir numaralı sığınağıydı. Suyun binlerce yıllık aşındırması sonucu oluşan Tora Bora, Afgan-Rus Savaşı’nda CIA’in desteği, ardından da Bin Ladin’in kişisel servetiyle bir şebeke haline getirildi. ABD ve NATO’nun müdahalesi sırasında dünya basını, mağaraları yüksek teknolojiyle donatılmış bir askeri merkez olarak sunduysa da, gerçeğin böyle olmadığı sonradan ortaya çıktı. El Kaide sadece coğrafi bir avantaj kullanıyordu. Mağaralar bugün NATO’nun askeri denetimi altında. Yakından geçebilme ihtimaliniz yok. Google Earth bile kurtarmaz.
Bangkok Hilton diye de adlandırılan Bang Kwang, dünyanın en zorlu hapishanelerinden. Tayland hükümeti özellikle uyuşturucu kaçakçılarını (genelde idam mahkumlarıyla 25 yıldan fazlasına hüküm giymiş olanları) burada misafir ediyor. Koşullar şunlar: 30 kişilik hücreler, yatak niyetine beton zemin, günde bir kase kuru pilav. Sadece erkekler için. İdam mahkumlarına infaz iki saat önceden bildiriliyor. Ancak giren görebiliyor. Çıkış garanti edilmiyor.
Beyaz, zengin, siyaseten etkili, işadamı olarak başarılı ve cumhuriyetçiyseniz San Francisco yakınlarındaki Bohemian Korusu’nda seçkinlere özel bir yaz kampına, bir ihtimal katılabilirsiniz. Ama önce 15 yıllık bir bekleme listesine adınızı yazdırmanız gerekiyor. Sıra nihayet size geldiyse, kampın ilk gününde düzenlenen pagan seremonisine katılacaksınız. Ondan sonrası muhabbet. Kamptaki arkadaşlarınız Clint Eastwood, George W. Bush ve benzerleri... Artık gönlünüze göre dünyalar yıkıp dünyalar kurabilirsiniz, yeni haritalar üzerinde kafa patlatabilirsiniz. Katılımcılar “Yok, öyle olmuyor, sadece çene çalıyoruz” dese de yüksek profil insana başka şeyler düşündürüyor. Siz de o profile uygunsanız, yediğiniz içtiğiniz sizin olsun, konuştuklarınızı anlatırsınız artık.
Bir başka deyişle, Hitler’in sığınağı. Hava taarruzlarına karşı geçici bir korunma mekanı olarak planlandıysa da, savaşın son yıllarında Hitler’le yakın adamlarının devamlı ikametgahı haline geldi. Yerin 15 metre altında, bir koridor etrafındaki 18 odadan ibaret ve son derece sağlam. Hitler, karısı Eva Braun ve Propaganda Bakanı Goebbels (ve ailesi) burada intihar etti. Berlin’i ele geçiren Ruslar intikam hissiyle yerle bir etmeye çalıştı ama tamamen yıkamadılar. Doğu Alman yönetimi de, kendi bölgesinde kalan sığınağı dümdüz etmek için elinden geleni esirgemedi. Yine de bazı kısımların ayakta kaldığı, Pink Floyd’dan Roger Waters’ın iki Almanya’nın birleşmesi şerefine verdiği konserin hazırlıkları sırasında ortaya çıktı. Hasar görmemiş kısımları şu an gayet sıradan bir otoparkın altında. Herhangi bir giriş yok. Girmek isteyen de yok.
“Yüksek riskli” mahkumların tutulduğu cezaevi. 2003’e kadar varlığı bilinmiyordu. Gad Kroizer isimli tarihçi 1930’lar ve 40’larla ilgili haritalarla günümüzdekileri karşılaştırırken açığa çıkardı. Tel Aviv’e bir saat uzaklıktaki Camp 1391’in mevcudiyetini İsrail devleti halen kabul etmiyor. Serbest bırakılan tutsakların tanıklığına göre hücreler 2 metrekare ve hiç doğal ışık yok. Birleşmiş Miletler’in ısrarlı ziyaret talepleri defalarca reddedildi.
İsviçre Alpleri sadece kayak yapmaya yaramıyor, dünyanın bilgisi de orada saklı. Dağlarda 26 binden fazla sığınak mevcut. En donanımlıları olarak kabul edilen Swiss Fort Knox isimli iki sığınak, Gstaad kayak merkezinin yamacında. İşletmeci firma MOUNT10, her türlü askeri ve sivil tehdide karşı garanti veriyor. Girmesi, girilse dahi içeride kalması çok zor. Retina tarama, güvenlik kameraları bir yana, kapılar 3.5 ton. Her adımda yanınızda görevliler bulunuyor. İçeride bulunanlara bir örnek: İnsanoğlunun bilgisini gelecek kuşaklara aktaracak Digital Genome projesi burada muhafaza altında.
Avustralya dendi mi ilk çağrışım kanguru, sonra Sydney Opera Binası, sonra Aborijinler için özel önemi bulunan Ayers Rock. Çağrışımlar bittiyse, gizli saklı meselelere geçelim. Avustralya’nın ortasında, İngiltere’nin yüzölçümünden daha büyük bir arazi, 65 yıldır füze test sahası olarak kullanılıyor. Uzay programları, casusluk faaliyetleri ve mülteci toplama kampları da burada. Araziyi kullanmak isteyen hükümetler 2020’ye kadar giden bir bekleme listesi oluşturdu. Başkasının yaklaşması pek hoş karşılanmıyor.
Dedikodu çoktu ama uydu fotoğrafları Çin donanmasının, Güney Çin Denizi çıkışındaki Hainan Adası’nda bir askeri üs inşa ettiğini ancak 2008’de ortaya çıkardı. Donanma yetkilileri üssün amacını açıklamadıysa da güvenlik uzmanlarına göre tesis nükleer denizaltılarla uçak gemilerini ağırlayacak. Tahminler buraya kadar. Adadaki tepelerin içine kazılan 20 metre girişli 11 tünel, geri kalan faaliyeti uydulardan gizlemeye yetiyor.
Her şey 1970’lerde, teknoloji alanında yatırımları olan işadamı Paul Bennewitz’in gökyüzünde tuhaf ışıklar gördüğünü iddia etmesiyle başladı. Yetkililerle de temasa geçen Bennewitz, gördüklerinin (bu arada birtakım radyo iletileri de kaydetmişti) dünya dışı varlıklardan kaynaklandığından emindi. Diğer UFO takipçilerinden de destek bulunca araştırmalarını da, iddialarını da yoğunlaştırdı. Teorisi, kötü niyetli uzaylıların New Mexico eyaletindeki Dulce kasabası yakınlarında bir dağın altında üslendiği ve ABD hükümetinin de izniyle dünyalılar üzerinde deneyler yaptığıydı. İnanan çok kişi çıkmasa da, yetkililer bu iddiaları yalanlamak için yoğun çaba gösterdi. İkinci ve daha çok desteklenen iddia da zaten bu çabalardan kaynaklandı. Dulce Üssü, ABD’nin nükleer yığınağını barındırıyor olabilir miydi? Üssü ısrarla arayanlar halen mevcut.