Tüm dünyada üst düzey yönetici pozisyonunda çalışan 1500 kişi üzerinde yapılan bir araştırmaya göre, işverenlerin çalışanlarında aradığı en önemli özellik, yaratıcılık. Çünkü yeni fikirler, ekonomik büyümenin sonsuz bir kaynağı olarak görülüyor. Hal böyle olunca da ister istemez akıllara şu soru geliyor: Nasıl daha fazla yaratıcı olabiliriz ve insanları daha fazla parlak fikirler üretmeleri için nasıl teşvik edebiliriz?
Bu iki sorunun da bilimsel olarak test edilip onaylanmış birden fazla yanıtı var. Bu yazıda en ilginç olanlarını sizlerle paylaşıyoruz. Hayal gücünüzü harekete geçirmeye hazır mısınız?
Birkaç yıl önce, British Columbia Üniversitesi psikiyatrlarından bir ekip, farklı renklerin insanların düşünceleri üzerindeki etkilerini inceledi. Çoğu henüz mezun olmamış 600 kişiden oluşan bir gruba kırmızı, mavi ve nötr renklerdeki fonlara ne tür tepkiler verdiklerini anlamak için bilişsel testler uygulandı. Ortaya çıkan farklılıklar çarpıcıydı. Kırmızı fon testine tabi tutulanların, imla hatalarını fark etme gibi fazla dikkat isteyen konularda çok daha başarılı oldukları gözlendi. Bilim insanlarına göre, bunun nedeni insanların kırmızıyı otomatik olarak tehlikeyle özdeşleştirmeleri ve bu nedenle de bu renk karşısında daha tetikte olmalarıydı.
Oysa mavi renk, kişiler üstünde tamamen farklı psikolojik etkilere sahip. Her ne kadar, mavi fon testi uygulanan kişiler, kısa dönemli hafıza görevlerinde diğerlerine nazaran daha kötü performans sergilemiş olsa da, basit geometrik şekillerden oyuncaklar yaratmak gibi hayal gücü gerektiren konularda kesinlikle çok daha başarılıydılar. Bilim insanları bunun nedenini mavinin, insanlara gökyüzünü ve okyanusu çağrıştırmasına bağlıyor. Çünkü mavi rengin hakim olduğu bir ortamda insan deniz, kum ve güneşi, yani tembel yaz günlerini düşünüp rahatlıyor. Bunun sonucunda da stres altındayken olduğundan çok daha yaratıcı olabiliyor. Buradan çıkarılacak sonuç belli: Yeni bir fikre ihtiyaç duyduğunuzda pencereye çıkıp birkaç dakika gökyüzüne odaklanın. Ya da olayı kökten çözüp ofisinizin duvarlarını açık maviye boyatın.
Yaratıcılık, yalnızca yeni fikirlerle ilgili bir kavram olamaz. Ortaya çıkanları bir süzgeçten geçirmek, hangilerinin işe yaradığını keşfetmek de bu işin bir parçası. Radboud Üniversitesi doktora öğrencisi Simone Ritter tarafından yürütülen bir çalışma, bu tür değerlendirmelerde nasıl daha etkili olunabileceğini gösteriyor. Ritter bu çalışma için, 112 öğrenciden, süpermarkette oluşan ve zamandan çalan kasa kuyruğu gibi gündelik problemleri hafifletebilecek fikirler üretmelerini istedi. Bunun için öğrencileri iki gruba ayırdı ve ilk ekibe direkt olarak çözüm bulmaya başlamaları, diğerlerineyse öncelikle iki dakika boyunca ilgisiz bir hedefe yönelmeleri talimatını verdi. İkinci grup önce iki dakikalık bir video oyunu oynadı, sonra çalışmaya başladı. İki grubun da ortaya attığı fikirlere bakıldığında, başta oyun oynayan ekipten çok daha yaratıcı fikirler çıktığı görüldü. İyisi mi siz, önemli toplantılar öncesi birkaç dakikalığına iPad’inizi oyun oynamak için kullanın. Faydasını toplantı esnasında göreceksiniz.
BİR BİLGİ: Keith Richards’a (I Can’t Get No) Satisfaction şarkısı için ilham, derin uykudayken gelmiş.
Picasso’nun da dediği gibi “Her çocuk bir sanatçıdır.” Ancak asıl önemli olan, büyürken içimizdeki o sanatçıyı koruyup koruyamadığımızdır. North Dakota State Üniversitesi psikologlarından Darya Zabelina ve Michael Robinson’ın araştırmalarına göre büyürken kaybedilen yaratıcılığı geri kazanmak mümkün. Yapılması gereken tek şey, kişinin kendisini bir çocuk yerine koyması ve onun gibi düşünmeye çalışması. Bu noktadan yola çıkan ikilinin araştırmaları için birkaç yüz kişi iki farklı takıma ayrıldı. İlk ekibe şu soruldu: “Yedi yaşındasınız ve okul tatil. Tüm bir gün size ait. Ne yapardınız? Nereye giderdiniz? Kiminle görüşürdünüz?”
İkinci ekibe de aynı talimat verildi ancak bu kez, ilk cümle silindi. Her iki ekip de 10 dakika boyunca düşünüp fikirler ürettikten sonra bir de yaratıcılık testleriyle sınandı. Kendilerinden istenen şey, yine günlük hayatı kolaylaştıracak yaratıcı fikirler üretmeleriydi. İlk etapta 10 dakika boyunca bir çocuk gibi düşünmeye odaklanmış ekipten, diğer grubun tam iki katı kadar yaratıcı fikir ortaya çıktı. Picasso duysaydı, eminiz çok gururlanırdı...
Mutluluğun yaratıcılıkla bir ilgisi olduğunu duymuş muydunuz? Northwestern Üniversitesi’nden Mark Beeman ve Drexel Üniversitesi’nden John Kounios tarafından yürütülen bir araştırma gösterdi ki, mutlu insanlar kesinlikle daha yaratıcı. Belli bir gruba çeşitli sorunları çözdürmeye yönelik yapılan araştırmada, ortalama mutluluğa sahip kişiler, kızgın ya da üzgün insanlara nazaran yüzde 25 oranında daha yaratıcı çözümler buldular. Kısa süreli keyif anları dahi, yaratıcılık konusunda, insanlara yardımcı oldu. Mesela bu iki bilimcinin Robin Williams’ın kısa bir stand-up gösterisini izlettiği kişiler, sorunlara yüzde 20 oranında daha fazla yaratıcı çözümler sundular. En azından gerilim dolu ya da sıkıcı videolar izleyenlere nazaran...
1. Size bulduğunuz fikirlerin bir kaynağı yokmuş gibi geliyor olabilir. Sanki hepsinin birdenbire ortaya çıktığını düşünüyor olabilirsiniz. Oysa bu iş göründüğü kadar basit değil. Beyniniz, bulduğunuz tüm fikirleri bir süreliğine masaya yatırıyor. Örneğin, zor bir sorunla karşılaştığınızı düşünelim. Böyle anlarda beynin sol lobunda yer alan sinir hücreleri yanmaya başlıyor ve tüm ihtimaller bir elekten geçiriliyor. Sonuçta elekten geçen hiçbir çözüm işe yaramıyorsa, bu kez beyniniz yeni bir çözüme ihtiyaç duyulduğuna dair ikinci bir sinyal alıyor.
2. Bu sinyalle birlikte, beyin bu kez sağ lobu devreye sokuyor. Nörolog Mark Beeman’a göre, bu bölüm, resmi büyük görmekten sorumlu. Bu nedenle bu kez, soruna daha farklı bir açıdan bakıyor ve daha fazla detay fark ediyorsunuz.
3. “A-ha!” anından 30 saniye önce, gama dalgaları baş gösteriyor. Beynin sağ yarım küresinden yayılan bu frekans, size çok daha parlak fikirler bulmanız için yardımcı oluyor.
4. Bu noktada, o soruna dair tecrübe eksikliği sorun oluşturabilir, evet. Ancak taze bir bakış açısı da çok işe yarar. California Davis Üniversitesi’nden psikolog Dean Simonton’a göre pek çok fizikçi ve şair, en yaratıcı işlerine, kariyerlerinin erken dönemlerinde, henüz çok tecrübesizken imza atmışlar. Yani bir soruna çözüm ararken tecrübelerinizden yararlanmak kadar, o sorunla sanki ilk defa karşılaşıyormuşçasına konuya odaklanın.
Beyin fırtınası en popüler yaratıcılık tekniğidir, kabul. Toplantı odalarında, reklam ofislerinde ve tasarım firmalarında yani yaratıcılık gerektiren her ortamda bu yönteme başvurulur. Bugün bile insanlar dahiyane fikirlere ihtiyaç duyduklarında bir araya gelip beyin fırtınasının en basit kurallarını uygularlar. Elbette en çok bilinen ilk kural şudur: Karşındakini eleştirme, yalnızca kendi fikrini söyle... Oysa yalnızca kendi fikrini söyleyip susmak, bir yerden sonra fayda sağlamıyor.
Bu gerçeği ortaya çıkaran bir çalışmadan söz edelim. UC Berkeley’de psikoloji derslerine giren Charlan Nemeth tarafından yürütülen bu çalışma için henüz mezun olmamış 265 kadın, üç takıma ayrıldı ve her birine aynı soru soruldu: San Francisco Bay Area’daki trafik sorununu nasıl azaltırsınız?
Bu noktada, takımlar için rastgele üç farklı durum belirlendi. İlk grup bireysel çalışacaktı. İkinci grup standart bir beyin fırtınası çalışması gerçekleştirmeleri konusunda talimat aldılar. Üçüncü grupsa birbirlerini eleştirme ve birbirleriyle tartışma konusunda serbest bırakıldı.
Sonuçlar birbirine yaklaşamadı bile. İkinci ekip, ilk ekibe açık ara fark attı. Tartışmaları istenen grupsa hepsinden çok daha yaratıcıydı.
Hepsi bu değil. Gruplar dağıldıktan sonra 265 kadının her birine başka bir fikri olup olmadığı soruldu. Geneli ikişer fikir daha üretirken, bir önceki aktivitede birbirlerinin görüşlerini eleştirenler yediden fazla fikir ortaya attı. Hep hatırlamakta fayda var: Hayal gücü korkak değildir. Karşıt bir görüşle karşılaştığında güçten düşmez. Aksine, saklandığı yerden çıkar. Aklınızda olsun...
BİR BİLGİ DAHA: Pixar Animasyon Stüdyoları çalışanları, her sabah kendi aralarında bir önceki günün işlerini tartışıyorlar.
En zor problemlerin çoğu işbirliğiyle çözülür. Kimi sorunlar, bireysel hayal gücünün yapabileceklerini aşar çünkü. Diğer bir deyişle, ya birlikte çalışırız ya da tek başımıza başarısız oluruz. Peki ama grup yaratıcılığı için ideal strateji nedir? Northwestern Üniversitesi sosyologlarından Brian Uzzi, bu sorunun yanıtını bulmak için Broadway müzikallerinden yola çıktı ve bir işbirliği modeli olarak gördüğü bu sanat dalını incelemeye aldı.
1945’le 1989 yılları arasında sahneye konan 474 farklı prodüksiyonu inceledikten sonra Uzzi’nin keşfettiği ilk şey, Broadway’de çalışan insanların birbirini çok iyi tanımaları oldu. Daha önce pek çok kez birlikte çalışmış olan ekiplerin diğerlerinden daha başarılı olması da ayrıca dikkatini çekti. Bu noktada Uzzi, kişiler arasındaki bu yakın ilişkilere kendince bir değer biçti: Q.
Buna göre, bir müzikalde Q yoğunluğu varsa, yani ekibin bir kısmı birbirini çok iyi tanıyorsa bu, o müzikale başarı getiriyor. Ancak fazla Q da iyi değil. Çünkü sanatçıların hepsi daha önce pek çok kez bir arada çalışmışsa, aynı şekilde düşünüp aynı şekilde hareket etmeye başlıyorlar ve müzikalde yeni bir enerji oluşamıyor.
Bu nedenle Uzzi’ye göre işbirliklerinin bir ortası olmalı: “En iyi Broadway müzikalleri yeni isimlerle, birbirlerini çok iyi tanıyanların bir araya geldiği ekiplerle sahneye konuyor. Bu karma, gösteri esnasında hem aynı dili konuşan insanların etkili iletişimini hem de yeni kişilerin taze enerjisini bir arada sunuyor.”
Siz de yeni bir fikre ihtiyaç duyduğunuzda her zaman birlikte çalıştığınız insanların yanına yeni isimler ekleyin. Etkisini fazlasıyla göreceksiniz.