Uluslararası Başarı Ödülü senin için ne ifade ediyor?
Uzun zaman önce başlamış bir yolculuğun ilk durağı oldu “Uluslararası Başarı Ödülü” benim için. Hem GQ gibi küresel bir markadan bu ödülü almak hem de böyle bir ödülün ilk defa veriliyor olması… Mutlu etti tabii. Yıllarca verilen mücadelelerin, duruşların alkışı gibi oluyor bir yerde. Kendi ülkende başarmak güzel; kendi ülkenin bir projesiyle yurt dışında görülmek de güzel. Ama asıl güzellik, bu ülkede doğup oralarda selamını vermek.
Seni rutinin dışına çıkaran, kariyerindeki en etkileyici dönüm noktası neydi?
Cevabı çok. Kariyere nereden baktığına bağlı. Londra’da oynadığım Martı oyunundaki Medvedenko’dan Kayıp Şehir İrfan’a, Poyraz Karayel’den The Serpent’taki Vitali Hakim’e, hepsi birer dönüm noktasıydı. Belki biri diğerine sebep oldu ya da birinde diyemediklerim bir diğerinde taşmıştır. Dönüm noktaları her zaman büyük ve ihtişamlı olmak zorunda değil, bazen sessizce kendi darbelerini yapıyorlar. Sonradan görüyorsun ne kadar büyük şeylere yol açtığını. Her biri, gerçekleşmeden önceki bütün rutinleri altüst etti; oyun değişti ve bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmadı.
London Academy of Music and Dramatic Art’ta aldığın eğitim oyunculuk tarzını nasıl şekillendirdi?
Oyunculuğun ‘oynamamak’la başladığını ilk kez orada, daha ilk gittiğimde anlamıştım. Dün doğru olanın bugün yanlış olabileceği, bugün doğru olanın ise yarın yanlış olabileceği bir dünya olduğunu, daha doğrusu oyunculukta doğru ve yanlışın olmadığını, sadece yalanın ve gerçeğin olduğunu fark ettim. Hikayelerde, karakterlerin içindeki gerçeği arıyorum. Neredeyse her sahnede birden fazla gerçek var. ‘Oynanmış’ olanı değil, o ânın gerçeği olanı; insan olanı, ilk defa olanı bulma derdindeyim hâlâ.
Çok farklı oyunculuk stilleri üzerinde çalıştım orada. Her birinden bir şey alıyorsun. Doğrusu yok, her şey kişiye göre değişir. Bir şeyi ‘gerçek’ten ayırt edilemez hale getirmek için o kadar çok çalışıyorsun ki sonra hayatta karşılaştığın bütün yalanlar çiğ kalıyor. Yalan makinasına dönüyorsun. Herkesin kendini sakladığı maskesini, ardını görüyorsun. Sesiyle, gözleriyle gizlemeye çalıştıklarını, gerçek olmayan bir şey anlatırken girdikleri halleri görüyorsun. İnsan, hayatın her anında oynar. Böyle bir canlı türü doğada tek. Eğlenceli de oluyor, üzücü de. Oyunculuk yaptıkça öğrenmeye devam ediyorum. Sonu olmayan bir yol bu. Bu kadar sert ve zorlayıcı bir yerden başlamış olmak, oyunculuğa saygıyı doğru insanlarla öğrenmiş olmak çok şeyi değiştirdi.
Oyuncu olarak seni etkileyip uzun süre üzerinde kalan bir rol oldu mu?
Etkisi kalan olmadı ama öğrendiğim pek çok şey oldu rollerden. Her karakterde, ilk başta kendini bir kenara park ediyorsun. Bir arayış başlıyor, kendinde olmayanı görüyorsun. Kendinde olduğunu bilmediklerini görüyorsun. Hayal gücün bir şey diyor, bilinç altından bir şeyler geliyor. Hiç oyunculuk yapmamış biri aileden gördüğüyle, çevresinden aldığıyla kendi kendine bir karakter yaratır; uymaya çalışır, sığmaya çalışır, öyle devam eder hayatına. Hayat da kendi rüzgarını çarpar yüzüne, yaşanmışlıklar falan... Sonunda, kendi ezberindeki kendini oynayarak geçirir birçok insan hayatını. Döngüsü odur. Ama oyuncu kendi iç sistemini defalarca değiştirir. Birinin zihninden öbürünün kalbine sürekli yolculuk eder, yoğrulur, şekil değiştirir. O kadar uğraşın içinde insanın içi, astarı esniyor haliyle.
Bir role hazırlanırken kendine özgü bir rutin geliştiriyor musun? Oyuncu kimliğinle seni besleyen, etkileyen alışkanlıkların neler?
Her rolün dünyası ve derdi farklı. Rutin çalışmalarım olsa da, esas mesele konunun iyice derinine inince başlıyor. Her karakterin ihtiyacı farklı, birine hazırlandığın şekilde diğerine çalışamazsın; sonucu üç aşağı beş yukarı aynı olur onun. Fabrikasyon oyunculuğu sevmem ben, işin doğasına aykırı. Fabrikasyon hiçbir şeyi sevmiyorum zaten. Doğru yapmak değil, orijinal ve gerçek bir şey ortaya koymak önemli. Doğru yapma kaygısı, insanı rutinde boğar. Cesur olmaktan başka çare yok. Etkilendiğim şeyler de çok, bir oyuncu olarak ayrım yapmam. Her ânın içindeki anlamı görmek, öğrenmek ve kimini de sezerek bilmek gerekir. Çok meraklı olmak, tecrübeye açık olmak önemli. Fazla rahatlık yaratıcılığı öldürür; çoğu zaman rahatı kaçırmak lazım. Alışkanlıklar sürekli değişiyor ama insanların içini dinlemek ve hayatı bir sahneymiş gibi izlemek, müzikle kendimi duymak hâlâ vazgeçmediğim şeyler.
RÖPORTAJIN DEVAMI GQ MOTY 2024 SAYISINDA