İzlemeniz Gereken 4 Jean-Luc Godard Filmi

Alıştığımız gerçekliğin alt üst olduğu bir dönemden geçiyoruz. Ancak aynı anda benzer fiziksel sınırlandırmalar altında olmamıza rağmen iletişime dair becerilerimiz ve olanaklarımız sevindirici bir şekilde gelişiyor. Bunun en heyecan verici örneğini 89 yaşındaki Fransız yönetmen Jean-Luc Godard’ın geçtiğimiz hafta 90 dakika süren Instagram canlı yayınında deneyimledik. İsviçre’deki evinden canlı yayın yapan yönetmen, Lozan Sanat ve Tasarım Üniversitesi’nden (ECAL) Lionel Baier’le beraber hafıza, edebiyat ve sinema üzerine akılda kalıcı bir sohbet gerçekleştirdi.

Fransız yeni dalga akımının en belirgin temsilcisi olan Godard, belki de sinema tarihinin en tartışmalı yönetmenlerinden biri. Özellikle ilk dönemi olarak adlandırabileceğimiz 1968’e kadar olan filmleri, sinemanın stüdyodan çıkıp sokaklara inmesine ve kendine içerik olarak yeni bir alan yaratmasına yardımcı oldu. Godard’ın sinematik dili sadece estetik açıdan cezbedici değildi, aynı zamanda seyirci için entelektüel ve felsefi bir kapı da aralıyordu. Dönemin varoluşsal kaygılarını sinemanın o dönemki kurallarının dışına çıkarak yansıtmaya çalışan Fransız yönetmen, modernizm ve kapitalizm eleştirilerini yaparken Parisienne dokunuşlardan da vazgeçmiyordu. Günümüzde modernizm yerini postmodern kaygılara bıraktı fakat varoluşsal krizlerimiz özünde pek de değişmedi. Bunu daha iyi anlamanıza yardımcı olacak Jean Luc Godard imzalı 4 filmi sizin için derledik.

İzlemeniz Gereken 4 Jean-Luc Godard Filmi

1 / 4

Le Mépris, 1963

Godard’ın en başarılı filmlerinden biri olarak gösterilen Le Mépris, toplumsal hiyerarşi ve kadın erkek ilişkisi üzerine farklı bakış açıları sunan bir film. Brigitte Bardot’nun tipik bir Hollywood starı gibi yansıtılmasına karşı çıktığı için yapımcısıyla anlaşamayan Godard, bu çekişmeyi filmin senaryosuna da yedirmeyi başararak sinema tarihinin en anlaşılması zor ‘’film içinde film’ örneğini ortaya çıkarmış oluyor. Brigitte Bardot’nun en güzel hallerine şahit olduğumuz filmin oyuncu kadrosunda efsanevi Alman yönetmen Fritz Lang de bulunuyor.

2 / 4

Pierrot le Fou, 1965

Başrollerinde Jean-Paul Belmondo ve Godard’ın o dönemki karısı Anna Karina’nın bulunduğu bu filmde, Fransız yönetmenin renkleri kullanmadaki ustalığını belirgin şekilde gözlemleyebiliyoruz. Klasik bir hikaye örgüsüne sahip olmayan film, aynı zamanda Godard’ın en politik ve şiirsel eserlerinden biri olarak kabul ediliyor. Godard Pierrot le Fou ile dönemin Fransız sinemasında hakim olan ‘’ölümcül aşk’’ temasıyla da kendine has bir biçimde dalga geçiyor.

3 / 4

La Chinoise, (1967)

Godard’ın politik sinemasının başlangıcı olarak kabul edilen La Chinoise, devrimci hevesleri olan bir grup Fransız gencin politik tartışmalarına odaklanıyor. Birbirinden farklı görüşlere sahip gençler burjuva bir ailenin kendilerine bıraktıkları evde toplumsal ve politik meseleleri tartışırken, bir yandan da aslında dünyada hakim olan farklı politik görüşleri de temsil etmiş oluyorlar.

4 / 4

Weekend, 1967

Dönemin burjuva sınıfına en ağır şekilde eleştirilerin yöneltildiği Weekend’in başrollerinde dönemin ana akım televizyon yıldızları Mireille Darc ve Jean Yanne yer alıyor. Godard’ın en absürt filmlerinden biri olarak kabul edilen Weekend, sürekli bir yerden bir yere hareket ederek kendilerini anlamsız ve kaotik bir dünyanın içinde bulan burjuva bir çifti konu ediyor. Filmin 1968 öğrenci hareketinden bir sene önce çekildiğini göz önünde bulundurduğumuzda Godard’ın yansıtmak istediği kaotik ortamı daha iyi anlayabiliyoruz. Filmdeki bitmeyen tek çekim uzun trafik sahnesi, Fransız sinemasının en akılda kalıcı görüntülerinden biri.