Ekip henüz belli değildi ama Selim karakteri benim gözümde canlı kanlı orda Matilda’yı söylüyordu. Şunu söyleyebilirim ki, Selim aklımda neyse ekranda onu gördüm. Diziyi bitirdiğim anda hem yaptığımız işten gurur duydum hem de bu kadar drama dolu bir hikayenin bu kadar renkli bir dünyanın içinde sunulmasını bir o kadar çarpıcı buldum. Özellikle dönem işlerinde Türkiye’nin politik tarihinden dolayı bir kasvet oluyor ama aslında ne kadar renkli ve çeşitli bir geçmişimiz olduğunu unutuyoruz. Toplumsal olarak ne yaşarsak yaşayalım aynı masanın etrafında toplanıp birlikte eğlenebiliyoruz; Kulüp’te de bu birleştiriciliği görüyoruz.
- Televizyon tarihinde en azından son yıllarda görmeye alışık olmadığımız güzellikte bir karakter Selim, onu canlandırmak nasıl bir duyguydu?
Çok güzel bi duyguydu. Senaryoyu elime aldığım andan itibaren karakterin yolculuğunu görmek müthişti. Bazı karakterler tek boyutlu kalabiliyor, Selim üç boyutlu bir karakterdi. Her cephesinden görülebiliyordu; öncesi belliydi, gitmek istediği yer belliydi. Karakteri her açıdan görebilmek, bununla ilgili hayal kurabilmek oyuncu için iştah açıcı bir durum. Öte yandan, marjinal, hayalleri olan ve şov dünyasına müthiş uyumlu bir karakter. Tutkusunu göstermek isteyen biri, hiç güzel olmayan hırsları da var; gerçekten çok boyutlu bir adam. Baskılanmışlığı da var; bir mühendis ama kendi hayallerinin peşinden gitmiş, ailesini karşısına almış, hiçbir yerde dikiş tutturamamış buna rağmen ideallerinden hiçbir zaman vazgeçmemiş. Selim’in marjinal tavrından da, sahne kostümlerinden de yapmak istediği şovdan da oynarken çok zevk aldım. Yani önce Selim bana anlattı sonra ben Selim’e gösterdim.
- Selim sınırları zorlayan, alışılmışın dışında bir sanatçı, aslında zamansız olarak tüm sanatçıların deneyimlediği zorlukları deneyimliyor. Karakteri canlandırırken bir sanatçı olarak benzer deneyimleri yaşadığını anımsadığın oldu mu?
Selim hayallerinin peşinden koşup mühendisliği bırakıyor, ben de öyleyim. Ailem avukat olmamı istiyordu, ben reklamcı olmaya karar verdim sonra da kendimi konservatuarda buldum. Akacak kan damarda durmuyor, eğer insanın gösteri sanatlarına karşı bir ilgisi varsa önüne engel koyamıyorsunuz. Engel koyduğunuzda o insanı mutsuz ediyorsunuz, daha eksik bir hale geliyor. Avukat olmamı bekledikleri için rahmetli avukat amcamın ismini almışım, “Salih amcası gibi avukat olacak” diyorlarmış, ne yapalım olmadı. Sanat dünyasında bu hep böyledir; Erol Evgin mimar olacaktı, Sezen Aksu Ziraat Fakültesi’nde okuyordu, Ferhat Göçer doktordu ama hepsi hayallerinin peşinden gitti. Bu benim hoşuma gidiyor, başka mesleklerden gelen insanların verdikleri mücadele sonunda ortaya koyabildikleri işler, gösterdikleri performanslar onlar için de, seyirci için de daha kıymetli oluyor.
- Dans eden, şarkı söyleyen Selim’i izlerken, Salih’in gerçek bir sahne sanatçısı olduğunu anlıyoruz. Müzik ve dans kısımlarında seni zorlayan şeyler oldu mu? Bu süreci nasıl atlattın?
Tabii ki oldu. Koreografi çokça değişti, şarkıların tamamlanması, bizim elimize tam olarak gelmesi uzun sürdü ve tabii ki biz çekime başlamak zorunda kaldık. Dolayısıyla tam olarak bir dans ve koreografi provası yapamadık. Hep çekimler arasında dans provalarına gittim, şarkı kayıtlarını yaptım. Zorlanmadım diyemem çünkü ben profesyonel olarak ne şarkıcı, ne de dansçıyım. Tabii ki zorladı çünkü bunlar farklı sanat disiplinleri; her disiplin de farklı bir eğitim gerektiriyor aslında. Bunun için çok zamanım olmadı ama neyse ki çok deneyimli isimlerle çalıştım. Müzikte Gaye Dedemen, Ender Akay ve Cem Ergunoğlu ile stüdyoda saatler harcadık. Diğer taraftan Esra tüm koreografiyi yaptı; dansçı arkadaşlarım “Saat 12 oldu bu adam hala setten çıkacak, biz gitsek artık…” demeden gelmemi beklediler. Gece yarıları, atölyede provalar yaptık ve elimizden gelenin en iyisini ortaya koymaya çalıştık. Ama daha iyisi olur muydu? Daha çok çalışsak olurdu tabii, neden olmasın. Her zaman daha iyisi vardır.
Devamı GQ Men of the Year 2021 Kış Sayısında