Normalde yazılara direkt isim verilerek başlanmaz. Bir girizgah yapılır, gizem katılır. Ancak bu isim için bazı gerçekleri kabul ederek başlamamız lazım. Kenan Doğulu aslında bir sanatçıdan daha fazlası. Kendi hatırladığı bu röportajda belirttiği kadarıyla “Ailenizin sanatçısı, sahnenin kralı, popun prensi, sempatik popçu”. Garip bir şekilde bir arkadaştan farksız.
Mesela kızlara sorsam “25’imizi geçmiştik hepimiz!” derler, hoparlörün tepesinden beni “Çakkıdı”da dans ederken düşmeyeyim diye indirmeye çalıştıkları yaz tatili için. Mesela bir de güneş yanıklarıyla “Güzeller İçinden” diye bağırarak Bodrum sokaklarında sabaha karşı yürüdüğümüz o gece var. Kimsenin hangi yıl olduğunu hatırlamadığı (ya da hatırlamayı artık tercih etmediği) “o” gece... Kısacası belki de onun varlığını, her zaman aramızdaki varlığını kabul etmek hiç bu kadar kolay olmamıştı. Ağlarken de Kenan vardı gülerken de. Düştüğümüzde de o yanımızdaydı son hız koşarken de.
Aslında kişisel hikayeler pek -hatta hiç- bu sayıya ait değil. Malum tema kendini bir kenara koyup birlikte var olabilmenin koşullarını aramaya yönelik bir çabayı barındırıyor. Fakat onun böyle bir tema altında toparlanan bir sayıda ve MOTY’de “ikon” ödülü sahibi olması bu nedenle tesadüf ya da rastlantısal sayılamaz...
Madem birçok şeyi kabul ederek başladık, o zaman şunu da eklemek lazım: GQ komünitesi olarak ona bu ödülü verme kararı çok kolay bir şekilde verilse de aslında belli bir stresi de beraberinde getirdi. En yakınınızdaki kişiye hediye alırken nasıl daha gergin, daha düşünceli ve daha stresli oluyorsanız bizi de saran duygu tam buydu.
MOTY çekimleri için bir arada olduğumuz set, onun geliş saati yaklaştıkça giderek strese ev sahipliği yapıyor. Biz ne kadar onu bu zamana kadar aramızdan bir isim olarak görsek de bu durum Kenan Doğulu'nun son 30 yılın eğlence sektörünü şekillendirmiş bir isim olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Bir de böyle bir isimden yeşil ekran önünde Zeus gibi davranmasını ve Zeus’un aşamadığı “egosal krizlerini” bizim için yansıtmasını isteyeceğimiz gerçeğini bir türlü idrak edemiyoruz. Daha doğrusu idrak etmek istemiyoruz. Ama o bizi bu konuda da şaşırtıyor; ikon olmanın ödüller ile meşrulaştırılması gerekmediğini hatırlatır gibi sete egosundan arınmış bir şekilde giriyor. Ömrünü üretmeye veren birinin, üretmeye çabalayan insanları anlama ve onlarla birlikte yaratma çabası bunun kanıtı. Hemen role giren, karşısındaki heyecana ortak olan ve iki gün süren dev prodüksiyonda son ana kadar enerjisini yüksek tutup size enerji veren kişi, sette görevli herhangi bir arkadaşınız değil; Kenan Doğulu... Sadece yazdığı onlarca bestesi müzik listelerinde on yıllardır zirvelerde olduğu, onlarca insanı bu sektöre kazandırdığı, stiliyle ilham verdiği için değil... Sizinle beraber yorulduğu setin bitişinde kutlama yaparken "Şans Meleğim" çaldığı için, CGI ile yapılacak deneysel bir kapak çekimine korkmadan girdiği için, yeniliğe adapte olduğu için, bunu deneyen ekiplere güvendiği için... Üretmekten keyif aldığı için o bizim ikonumuz; beraber üretmekten hiç vazgeçmediği için...
Bugüne kadar herkes için çok fazla şey oldun, hayatlarında çok fazla anda yerin vardır... Ama ikon olmak sanırım biraz baskı da yaratan bir şey. Sana ikon denmesi nasıl hissettiriyor? “Ailemizin sanatçısı” derlerdi ilk çıktığım yıllarda. Pek de değişmedi yıllar içinde. “Sahnenin kralı, popun prensi, sempatik popçu” gibi başlıklar atıp bazen havaya sokup bazen güldürdüler beni ama benim için konu hep aynıydı. Müzisyen Kenan vardı hep. Hala da öyle. Hep müzik için ve müziğin içinde yaşadım. Daha 18 yaşındaydım ilk albümüm çıktığında. Yüzlerce ödül aldım. Kendimi bildim bileli ödül törenlerinin içindeyim. Kırılıp, şaşırıp kızdığım zamanlar da oldu. Yılın en iyi şarkıcısı, en iyi pop müzik starı, en stil sahibi müzisyeni, yılın pop müzik yıldızı, en iyi bestecisi gibi anlık mutluluklar verildi bana. Her seferinde duygulandım, heyecanlandım, motive oldum ama törenin ertesi günü ya sahnede ya da stüdyoda buldum kendimi. Bir şey başarıp ödüllendirilmek insanı mutlu ediyor ama esas hikaye, geldiğin noktayı daha üste nasıl taşırsın, ne yapsan yeni ve değişik bir şey söylemiş olursun refleksinin azalmaması ve koca evrende bir ufak yıldızcık olduğunu unutmamak galiba. Dünya senin etrafında dönüyor zannetme gafletine düşünce insan tökezlemeye başlıyor. Çevrende iyi kalpli dostlar olunca ayakları yere basıyorsun.
Senin ikonun kimler peki?
Barış Manço, Sezen Aksu, Zeki Müren gibi tarihi figürlerle zaman geçirme şansım oldu. Onlardı ilk aşık olmaya başladığımda radikal şeyler yapan, trendleri yerleştiren, hep ilham veren bizlere. Sezenciğim bugün ve sonsuza dek başımın tacıdır. Herkesten öğrenebildiğim kadar şey almaya çalıştım. Elvis Presley, Frank Sinatra, Michael Jackson, Beatles, George Benson, Paco de Lucia, Pat Metheny gibi hayran olduğum birçok müzisyen oldu. Saymakla, yazmakla bitmez. Aldığım her ilham kıvılcımına sebep olan herkese borçluyum.
Hiç hayal kırıklığına uğrattı mı o isimler seni?
Sevdiğim zaman biraz fazla kaptırırım kendimi. Kredim bitmeyecek kadar fazla olur bazen. Hayal kırıklığına uğrasam da vardır bir sebebi der, hafifletirim kafama takılan şeyleri. Sonuçta herkes insan. Hata da yapabilir, köprü de olabiliriz, dünyayı da değiştirebiliriz gibi ince bir çizgide durur yaratıcı ruhlar. Hafızam da iyi değildir o konularda. Sevmediğim, istemediğim şeyler silinir gider aklımdan.
Herkesin hayatının bir şekilde parçası olmak senden götürdü mü? Ya da bir şekilde sana ait olan duyguların, anların fazla şeffaf ve herkese ait olması senin için nasıl bir duygu?
Parçalanarak büyümek budur belki de. Senden giden her şey, başkasıyla paylaştığın bir göz yaşına dönüşür. O damlalar büyür okyanus olur. Kendinden geçip yüzmeye devam edersin, karşıda bir kıyı var gibi. Bitmek bilmeyen bir yolculuktur tarihe bırakılan her sanat eseri. Evrilerek şekil değiştirebilir ama yapıldığı andaki duygu ölümsüzleştiği için bir çentik daha atıp devam edersin hayata. Aynı yolda veya oradan geçmiş kişiyle bir bağ kurduğunuzda anlarsınız yalnız olmadığınızı. Birisinin bu hikayeyi söylemesi lazımmış gibi hissettiğinizde tamamlanır döngü. Asırlardır aynı terane; aşk, ayrılık, yeniden doğuş.
Bu yolculukta “yoruldum” dediğin anlar elbet olmuştur... O anlarla nasıl başa çıkarsın? Nasıl tekrar ve tekrar başladın üretmeye, durmadan?
Zaman zaman yorulduğunu hissediyor insan elbet. Özellikle pop janrı, dinamikleri çok, pik noktası bol ve sürekli bir yenilenme yarışıyla ve liste savaşlarıyla hırpalar sizi. Nitelikten çok niceliğe aç olan bir mekanizmayla başa çıkmaya çalışırsınız. İnsanları ortak müşterekte buluşturmaya çalışmak çok zor bir iştir. Görünümün, söylemin, duruşun, insan ilişkilerin önemlidir. Kapitalist dünya düzeninde pastada bir çilek gibi herkesin gözü üstünüzdedir. Kendinizi kullandırma sınırlarını iyi çizmezseniz, için için tüketebilirler hem artistik tarafınızı hem de psikolojinizi. “Ne oldum” dediğiniz anda bitiverir lale devri. Şöhret ve ışıltıdan kafayı kaldırıp içine dönmeli insan arada bir. Hayatın işten ibaret olmadığını, dostlar biriktirip aileyle anılar biriktirmenin neler kazandırabileceğini unutmamalı. Kendine biraz zaman ayırmalı, bazen biraz yoldan çıkmalı. Kimseye rol model olma gayreti olmadan özgürce yaşamalı. Ufak mutluluklarla ayakta kalmayı öğrenmeli. Yorulduğu zaman, dinleniyorum bir süre bana dokunmayın, diyebilmeli.
Her seferinde zirvede olma arzusu mu yoksa kendini ifade etmek kadar saf bir dürtü mü sana güç veren?
Hiçbir zaman zirve ve rütbe hırsım olmadı. O tip insanlar için besteler, projeler yaptım ama kendim için açgözlü davranmadım. Öylelerini de yadırgamıyorum, yargılamıyorum. Bazen kıskanıp özendiğim bile oluyor ama değişemiyorum, değişmek istemiyorum. Beklentilerimi hep düşük tutarım ve sonuçları izler bakarım. Kendi yolumda hep aklıma estiği gibi davrandım. Ödül törenlerine ve listelere inancım zaman içinde çok darbe aldı. O yüzden zirveymiş, birinciymiş, en çokmuş kafamı pek yormaz. Ben yapar ve geçerim.
90’ların hem müzik hem de moda sahnesi için bir kırılma anı; ikonik imajlarından biri: Güneş kolye... Kolye kimin fikriydi? Böyle bir etki yaratacağını düşünmüş müydün?
Güneş kolyeme ilham veren bir hayranım, Bandırmalı manevi annem vardı. Yaşlıydı, yalnızdı ve beni oğlu gibi severdi. “Sen televizyona çıktığında evime güneş doğuyor” demişti ve beni çok etkilemişti o konuşma. Unutmak istemeyip bir güneş dövmesi yaptırmıştım ve o güneş hem şirketimin hem de kendimin simgesi olmuştu. Ozan ve diğer müzisyen dostlarım ve akıl hocalarım, klip yönetmenleri, grafikerler, PR’cılar, stilistler de heyecan ve yaratıcılıkla sahip çıkmışlardı bu fikre. İkonikleşen şeyler hesapla ve planla olmuyor. Olacağı varsa kendiliğinden oluyor.