90’larda çocuk olmayı konuştuğumuz, “93’lüyse yani kaç yaşında oluyor” denilen yıllar geride kaldı, artık 90’lıların gıptayla bakılan, kıskanılan başarılarını konuşuyoruz. Mahmut Orhan da onlardan biri. 1993 Bursa doğumlu. Çocukluğu Bursa’dan dışarı bir adım atmadan geçmiş, gönlünü fena halde kaptırdığı müzik ile kendine sıfırdan bir gelecek inşa etmiş, dünyaya açılmış, önü açık ve “Hayallerim hep daha fazlası” dediği, hakkında “Şaşırtıcı derecede başarılı” denilen bir hikâyesi var. Ve adını Türkçe koyalım, bu yolculuk beynelmilel. “Ömrü uçaklarda geçiyor valla” denir ya, birebir karşılığı.
Mahmut Orhan’ın geçtiğimiz bir yılda Yunanistan’dan İsviçre’ye, Abu Dabi’den Romanya ve Almanya’ya, Fransa’dan Macaristan’a, Polonya’dan Hollanda ve Dubai’ye uzanan hikâyesinde, çok özgün bir sese sahip Sena Şener’le yaptığı ve 260 milyon izlenmeyle dünya listelerine giren parçaları ‘Feel’in katkısı büyük.
Kendi de farkında başarısının, ulaşabildiklerinin ama Mahmut’un tek düşündüğü ‘yarın’, nereden geldiğini hiç unutmadan: “Sanırım artık en büyük soru şu, ‘Bu çocuk bu işi ne kadar ileriye taşır?’ Taşıyacağım. Sanatçıların geçmişine baktığınızda tipik göstergeler vardır, küçük yaşta piyanoya başlamıştır veya kemana dokunmuştur mutlaka. Benim böyle bir mazim; enstrüman çalmışlığım, kursa gitmişliğim yok. Ailemin öyle bir durumu yoktu ama hep büyük hayallerim oldu, bugün elde ettiğimden de fazlası. Müzikle bir seslendirme stüdyosunda, Bursa’da tanıştım. Usta, çırak ilişkisiyle yetiştim ve üzerine kendim koyabildiklerimle bugüne geldim. Kablo toplayarak, kolonları sırtlayıp getir götür yaparak, ellerim-sırtım yara olana kadar, yağmurda, çamurda… Çok tutkulu çalıştım. Müziğe yöneldiğim dönemde, 15-16 yaşlarındaydım, lisedeydim. Müzik yapmaya başlayınca bambaşka bir dünyanın kapısı aralandı, tüm hayatım değişti. Yürüyüşüm, insanlara bakışım, yemek yemem, her şeyim… Uğruna 19 yaşında ailemi bırakıp İstanbul’a geldim.” Korkusuzca anlatıyor macerasını Mahmut, iki sebepten. “Ben yapabileceğimi zaten biliyordum. Ailem ise desteğini hiç esirgemedi. Akşamları bitap bir halde eve dönüp, sabaha karşı prodüksiyon başında uyuyakaldığım masadan beni okula gitmek için uyandıran annem, ‘Gitme, üç-beş kuruş için yapma bunu kendine’ dediğinde, ‘Mesele para, yorgunluk değil, işi öğreniyorum’ derdim. Hep ciddiyetime inandı. Babam hep çok güvendi bana. Ben de onun güvenin kıymetini bilip bu sorumlulukla yaşadım. Hiç kötü yola girmek istemedim, ne zaman o yolu görsem arkamı döndüm. Hep anlatırdım onlara, ‘Bir parça yapacağım, sonra bir parça daha’ diye… Yıllarca benden bunları dinlediler, finali güzel oldu. En büyük mutluluğum, onların bana hissettirdikleri. En büyük gücü onlardan alıyorum.”
İstanbul’a geldikten bir süre sonra tanıştığı prodüktör Aytaç Kart, Sezer Uysal ile dört-beş yıldır paylaştığı ev ortamı, Mahmut’un müzik dünyasının çok önemli halkası. “Üçümüz de prodüktörüz. Ayarlanmış, programlanmış bir uğraş değil bizim için müzik. Hayatın anlarını yaşarken doğaçlama olarak ortaya çıkıyor. Ve günün sonunda insanlara çok güzel işler yapabildiğimizi gösteriyoruz, takdir gördüğü zaman iş bambaşka bir hal alıyor.”
İstese dünyanın birçok farklı ülkesinde klip çekebilecek hatta yaşayabilecekken onun aklından sadece burası geçiyor. “Buradan da çok harika şeyler yapılabileceğini göstermek için, bu algıyı yenmek için buradayım. Aslında bu topraklar ve biz, kültürümüzle çok zenginiz, ama kendimize kadar… Nedense bu konuda çok paylaşımcı ve açık değiliz. Bursa’dan dışarı hiç adımını atmamış bir çocuk olarak hep düşünürdüm, buralarda bu işlerin yapılabileceği yerler yok mu diye. Müziğe başladığım yıllarda etrafıma biraz da bu gözle bakıyordum. Sena’yla –muhteşem bir ses ve yetenek, bence inanılmaz yerlere gelecek– ‘Feel’ için Ultra Music’le anlaştığımızda klibi nerede çekeceğimiz konusunda şirket önümüze açık çek koydu ama biz İstanbul’da karar kıldık. Parçaya da hakim olan Doğu-Batı sentezini ben özellikle İstanbul’la anlatmak istedim. Kapadokya, küçükken çok gitmek istediğim ve hayalini kurduğum bir yerdi. İlk gidişim ‘Save Me’ klibi için oldu. ‘Six Days War’ ile gelecek üçüncü klibin de en büyük spoiler’ını şimdi vereyim: Mardin’de çekeceğiz.”
“Kendi paylaşımlarımızı yaparız” diyerek açtıkları YouTube hesabı RikoDisco, gördüğü taleple bir plak şirketine dönüşmüş ve ‘Feel’ın da etkisiyle iyice büyümüş. “Bize ulaşan 16-17 yaşında gençlerle büyük bir aile oluşmaya başladı. Aralarından en yeteneklileriyle şu an çalışıyoruz. Sadece yetenekle de olmuyor. Duruş ve saygı da çok önemli. Sadece müzik yapmak için değil bizimle büyüyecek, birlikte büyüyeceğimiz insanlara her anlamda örnek olmak istiyoruz. Hedeflerim, yeni nesilden beni de aşacak büyük isimler çıkarmak. Güzel işler, sinerji ve yeni bir oluşum... Kısa vadede ise kendi adıma en büyük hayalim, bu bir-iki sene içerisinde tüm bunları daha iyi yapabilmek için, daha iyi bir Mahmut Orhan olmak…” Bu yolu açacak çok iyi parçalar da yolda.
Bir ara elbette kendimi tutamayıp sordum, “Sen neler dinliyorsun” diye… “Çok farklı şeyler dinliyorum. Don Diablo, Kygo, Robin Schulz, klasik müzik, caz… Müslüm de, Rihanna da, Sagopa da… Hepsinden bir şeyler alabiliyorum. Çalmak ayrı, dinlemek ayrı. Kendi çeşitliliğin başkalarındaki çeşitliliğe de ses verir, ben buna inanırım. Çok core bir müzik yapsam da içinde tanıdık ya da yabancı, birbirinden cazip ezgiler var. Yaptığım işin rock’la hiç ilgisi olmasa da duygular hep rock’tır örneğin.”
Onu farklı kılan özelliklerin başında yansıtmaktan hiç çekinmediği saygı ve sevgi anlayışı var. Geldiği yer, varmak istediği yer... Hepsinde bu dengeyi önemsiyor. Tutkulu olarak yaptığı işin ona bahşettiği, sahnede kabinin etrafına yayılan muhteşem bir enerji, ‘kirlenmemiş’ derler ya öyle bir gülümseme… Sound’unun çok belli hatları da olsa sıkı metalcilerin bile dikkatini çekebilecek işler, playlist’lerine sızabilecek parçalar yapıyor Mahmut Orhan. Kendi tarzında milyonları buluşturmuş beynelmilel bir ışık için yeterli, öyle değil mi?