En iyi zaman yolculuğu filmleri arasında hayatın gerçekten büyük, ciddi ve zihinsel açıdan ağır sorularını ele alanlar vardır (bkz: Interstellar). Bir de sadece büyük, saçma ve eğlenceli olmak isteyenler (bkz: Bill & Ted’s Big Adventure, Time Bandits, Hot Tub Time Machine). Bazı özel örnekler ise ikisini birden başarmayı bile başarır. Ne olursa olsun, bir DeLorean’a atlamak genelde sinemada kötü vakit anlamına gelmez — kafa karıştırıcı paradokslar ve karmaşık olay örgüleri size zaman yolculuğu sarhoşluğu yaşatsa bile.
Aşağıda geçmiş ve şimdi arasında zaman çizelgesini tarayarak en sevdiğimiz zaman yolculuğu filmlerini bir araya getirdik. Geleceğe gitmek hâlâ teorik fizik sınırlarını aşıyor, buna GQ bile yaklaşamadı. Bu listeyi hazırlarken bazı zor hatta belki de takıntılı elemeler yaptık: Bu yüzden Groundhog Day, Edge of Tomorrow ve Palm Springs gibi zaman döngüsü filmleri yer almıyor. Yine de aşağıdaki liste, bugüne kadar yapılmış en iyi zaman yolculuğu filmlerinden oluşuyor. Ve unutmayın: gittiğimiz yerde yollara ihtiyacımız yok.
Geleceğe Dönüş ilk çıktığında yıl 1985’ti ve 1950’ler sadece otuz yıl gerideydi. Bugün o dönem neredeyse tarih öncesi gibi geliyor. Hatta ikinci filmdeki “gelecek” olan 2015 bile artık çoktan geride kaldı. Ancak bu durum, Marty McFly (Michael J. Fox) ve Doc Brown’ın (Christopher Lloyd) zamanla Plütonyumla çalışan DeLorean’larında çıktıkları maceraları izleme keyfimizi asla azaltmadı. İlk filmde Marty, kendini 1950’lerde sıkışmış bulur. Annesi ve babasının birbirine âşık olmasını sağlaması gerekir, yoksa kendisi ve kardeşleri hiç doğmayacaktır. Ancak asıl tehlike ikinci filmde karşımıza çıkar. Marty ve Doc, zorba Biff Tannen’ın (Thomas F. Wilson) Trump benzeri bir diktatöre dönüşmesini engellemeye çalışır. Sonra kendilerini Vahşi Batı’da bulurlar. Fox’un gitar soloları, “The Power of Love” şarkısı ve Calvin Klein esprileriyle dolu bu üçleme hâlâ eskimemiş bir nostalji harikasıdır. Geleceğe Dönüş üçlemesi, zamansızlığın ta kendisidir.
Tüm hayatını dünyayı kurtarmak için bırakır mıydın? Cevabınız “evet” olabilir ama… İşte Interstellar’ın temel sorusu bu. Matthew McConaughey’in canlandırdığı bir astronot, insanlar için yaşanabilir yeni gezegenler bulmak amacıyla uzay-zaman sürekliliğindeki solucan deliklerinden geçerek bilinmeyen evrenlere doğru yola çıkıyor. Fakat ufak bir sorun var: Bazı gezegenlerde zaman Dünya’ya göre çok daha hızlı akıyor. Kahramanımız geri döndüğünde ailesi için sadece birkaç gün geçmiş gibi hissetse de gerçekte dokuz yıl geçmiş oluyor. Peki buna değer mi? Çocuklarınla geçireceğin zamanın karşılığı ne olabilir? Söz sende Matthew
Zaman yolculuğu bağımlısı yönetmen Terry Gilliam bu filmde, 1962 tarihli deneysel kısa film La Jetée’den esinleniyor. Bruce Willis, gelecekteki bir mahkûmu canlandırıyor. Karakter, insanlığın büyük bir kısmını yok eden bir hastalığın kaynağını bulmak için önce geçmişe sonra da filmin şimdiki zamanı olan 1990’lara gönderiliyor. Film, biraz çılgın ve delice bir havada ilerliyor. Brad Pitt bazı sahnelerde fazlasıyla rahatsız edici bir performans sergiliyor. Film genelinde ise zamanı geriye alarak felaketi durdurmaya çalışan bir insanlığın trajik çaresizliği anlatılıyor. Zaman yolculuğu bile yeterli olmayabilir.
Rian Johnson, Daniel Craig’i dünyanın en sevilen Güneyli dedektifi hâline getirmeden ve Star Wars hayranlarını The Last Jedi ile ikiye bölmeden önce, Looper adlı zihinsel sıçramalara dayalı gerilimle üst düzey bir bilim kurgu yönetmeni olarak kendini kanıtladı. Joseph Gordon-Levitt, gelecekteki mafya tarafından geçmişe gönderilen hedefleri ortadan kaldırmakla görevli bir tetikçi olan Joe karakterini canlandırıyor. Teknoloji sayesinde gelecekte cesetlerden kurtulmak neredeyse imkânsız hâle geldiği için kurbanlar geçmişe yollanıyor. Ancak bir gün Joe'nun karşısına kendi yaşlı hali (Bruce Willis) çıkar. Onu öldürmesi gerekirken, bu durum zaman döngüsünü tamamlayacağı anlamına gelir. Bundan sonra, iki Joe hem kendilerini hem de sevdikleri kadını kurtarmak ve acımasız Rainmaker adlı mafya patronunun yükselişini engellemek için mücadele eder.
The Terminator’ın kıyamet sonrası yakın geleceğinde, insan benzeri robotlar dünyayı yerle bir etmiştir. Hayatta kalan bir grup insan direnişi ise John Connor önderliğinde mücadele etmektedir. Ancak bu gelecekten çok fazla şey görmeyiz çünkü ilk film, John doğmadan önce annesi Sarah Connor’ı (Linda Hamilton) öldürmek üzere gönderilen dev bir android suikastçiye (Arnold Schwarzenegger) odaklanır. Böylece John’un doğumu engellenerek insanlığın kurtuluşu önlenmeye çalışılır. İkinci film T-2’deki çarpıcı tersine dönüşte ise Arnie’nin robotu bu kez genç John Connor’ı (Edward Furlong) başka bir zaman yolculuğu suikastçisinden korumaya gelir. Daha fazla söze gerek var mı? Bilim kurgu ve aksiyon türlerinin iki en iyi örneği burada.
Lise öğrencileri Bill (Alex Winters) ve Ted (Keanu Reeves), kendi deyimleriyle “yarın çok fena çakılmak üzereler.” Derken kusursuz George Carlin karakterinde bir kurtarıcı belirir ve onlara zaman makinesini ödünç verir. Amaç? Lise tarih derslerinin en iyi ödevini yazmak. Filmin asıl keyfi, Sokrates, Napolyon, Freud ve Abraham Lincoln gibi tarihi figürlerle bu “tarihi hatunlarla tanışmak isteyen” iki kafadarın karşılaşmasından çıkıyor. Aptallığıyla harika bir film.
Marvel yöneticilerinin elinde bir TARDIS, bir DeLorean veya Avengers: Endgame’deki zaman makinesi olsa, kesinlikle bu filmi tekrar yaşamak için geri giderlerdi. Marvel Sinematik Evreni’nin zirvesi olan bu film, hâlâ geçilemedi ve geçilmesi de pek mümkün görünmüyor. Dünya çapında yaklaşık 2.8 milyar dolarlık gişe hasılatı ve hem eleştirmenler hem hayranlar tarafından ortak övgü alan son Marvel filmi oldu. Bir araya gelen süper kahramanlar — Iron Man (Robert Downey Jr.), Captain America (Chris Evans), The Clever Hulk (Mark Ruffalo) ve Thor (Chris Hemsworth) — zaman içinde geri giderek sonsuzluk taşlarını toplarlar ve Thanos’un (Josh Brolin) evrenin yarısını yok etmesini engellemeye çalışırlar. Film aynı zamanda MCU’nun en unutulmaz anlarına bir yolculuk ve son dönemin en nostaljik Marvel projelerinden biri.
Zaman yolculuğu filmleri genellikle geçmişi düzeltmek üzerine kurulur. Harry Potter serisinin üçüncü filminde de durum böyle. Hermoine (Emma Watson), kullanıcısının birkaç saat geçmişe gitmesini sağlayan büyülü bir cep saati olan Zaman Döndürücü’ye sahip olduğunu açıklar. Film finalinde bu cihaz kritik bir rol oynar. Sevilen hippogriff Buckbeak ve Harry’nin (Daniel Radcliffe) asi vaftiz babası Sirius Black (Gary Oldman) idama mahkum edilmiştir. Harry ve Hermoine, olayların nasıl gelişeceğini bildikleri için Zaman Döndürücü’yü kullanarak onların hayatlarını kurtarır. Sonuç? Serinin en eğlenceli, en hızlı ve en gergin finallerinden biri.
Birkaç adam gençken sık sık gittikleri bir kayak merkezindeler ve biraz canları sıkılıyor. Sonra otelin jakuzisine giriyorlar ve… başlığı gördünüz zaten. Biraz kendini bilen ama aşırı zeki olmaya çalışmayan bir yaklaşımla John Cusack, Craig Robinson ve ekip kelebek etkisini en aza indirmeye çalışıyor. Bunun için de bugünkü yaşlı halleriyle 1986’daki o gece gençken yaptıkları her şeyi tekrar yapmaları gerekiyor. Kolay değil. Ama biraz gözlerinizi kısarsanız ve “bro” karşıtlığınızı bırakabilirseniz, tatil gibi eğlenceli bir film.
Time Bandits’in en dikkat çekici yanı, zaman hırsızlarının dolaştığı dünyaların ne kadar detaylı bir şekilde hayata geçirilmiş olması. Antik Yunan, Ortaçağ Avrupa’sı ve Dinozor Çağı — resmi adları olmasa da — hepsi son derece ince ayrıntılarla işlenmiş. Ardından bu dünyalardan cüce bir ekip (Kenny Baker, Malcom Dixon, Mike Edmonds, Jack Purvis ve Tiny Ross) ve küçük bir çocuk (Craig Warnock) geçiyor ve her yeri talan ediyorlar. Bu tarihsel ortam çeşitliliği, yönetmen Terry Gilliam’ın skeç komediden zaman yolculuğu sinemasına geçişinde bir ara durak işlevi görüyor. Onu burada izlemek büyük bir keyif.
BU İÇERİK İLK OLARAK BRITISH GQ WEB SİTESİNDE YAYINLANMIŞTIR.