Chris Evans yalnızca süper kahraman Captain America rolünde parlamıyor. 43 yaşındaki oyuncunun portföyü, romantik kahramandan istemeden de olsa kurtarıcıya kadar uzanan geniş bir karakter yelpazesi sunuyor.
Ve her ne kadar birçok filmi eleştirmenlerin beğenisini kazanamamış olsa da, izleyicileri en azından etkilemiş ve bazı kusurlarına rağmen izlemeye değer bir avuç film var; biz de onları sıralıyoruz.
Eski sevgilisi (Jessica Biel) New York’tan ayrılacağını öğrendiğinde, öfkesine hakim olamayan Syd (Chris Evans) onun veda partisine dalar. Parti yerine vardığında ise yanına aldığı uyuşturucuyla birlikte banyoya kapanır ve geç olmadan önce eski sevgilisiyle yüzleşme cesaretini toplamaya çalışır. Rotten Tomatoes adlı puanlama platformunda bir izleyici film için “büyük ölçüde hafife alınmış bir film” yorumunu yaparken, bir diğeri ise “görsel olarak çarpıcı” ve “yürek burkan” bir dram olduğunu söylüyor.
Bu bağımsız yapımda Chris Evans, büyük bir ilaç şirketine karşı dava açan eroin bağımlısı bir avukatı canlandırıyor (hikaye gerçek bir olaya dayanıyor). “Puncture”, iyi bir hukuk dramında bulunması gereken her şeye sahip – idealist bir genç avukat, yozlaşmış bir şirket kötüsü ve sempatik bir mağdur – ancak eleştirmenlere göre film, bu unsurları etkileyici bir bütün haline getiremediği için potansiyelini ne yazık ki boşa harcıyor.
Ancak birçok izleyici aynı fikirde değil: Bir hayran, IMDB puanlama platformunda “Bu filmden gerçekten keyif aldım” diye yazmış ve özellikle oyunculuk performanslarını övmüş. “Film tam anlamıyla bir mücevher.” Bir başka izleyici ise başta filmi bitirip bitirmemekte tereddüt ettiğini kabul ediyor: “Ama gerilim artmaya başladığında, film beni tamamen içine çekti.” “Puncture”ın en iyi yanı ise, baş karakterin karmaşık ve kusurlu bir figür olması; normalde yanında yer almayacağınız biri. Bir diğer izleyici ise filmin güçlü mesajından oldukça etkilenmiş: “Para ve açgözlülük, sağlık sektöründe bile her zaman hastaların ve sağlık çalışanlarının iyiliğinden daha önemli olacak.”
Brooke (Alice Eve) için New York City gezisi tam bir felaketle sonuçlanır: Önce Grand Central tren istasyonunda soyulur, ardından da evine giden son treni kaçırır. Sokak müzisyeni Nick (Chris Evans), ne yapacağını bilemeyen ve perişan haldeki genç kadına yardım teklif ettiğinde, ikisinden de hiçbiri gecenin ilerleyen saatlerinde birbirlerine ne kadar yakınlaşacaklarını tahmin edemez. Bu zarif ama aynı zamanda sade aşk hikayesiyle Captain America oyuncusu yönetmenliğe girişini yaptı.
Chris Evans’ın sinema kariyerinin erken dönemine ait bu filmde, oyuncu olgunlaşmamış bir çapkını canlandırıyor. Bu karakter, cep telefonuna bir kadın (Kim Basinger) tarafından yapılan ve onun kaçırıldığını iddia ettiği bir acil yardım çağrısı alır. Başta bunun bir telefon şakası olduğunu düşünse de Ryan, telefonu bir polise vermeye karar verir; fakat bu, söylendiği kadar kolay değildir çünkü ne olursa olsun çağrıyı hatta tutması gerekmektedir – bu da erken 2000’lerin telefon şebekesi çekim gücü göz önünde bulundurulduğunda, bir kahramanın aşması gereken en büyük zorluk olabilir.
Yaratıcı aksiyon sahneleri, karizmatik karakterler ve ayrımcılığa karşı direnişi konu alan ilham verici bir hikaye: Bu süper kahraman filmi beş yıl daha geç vizyona girmiş olsaydı, muhtemelen koca bir seri haline gelirdi. Evans, telekinetik yeteneklere sahip olan Nick’i canlandırıyor. Nick, Hong Kong’un kaotik ortamında izini kaybettirmeye çalışmaktadır, çünkü “Bölüm” adlı gizli bir devlet kurumu, doğaüstü yeteneklere sahip insanlar üzerinde uyuşturucu deneyleri yaparak onları “süper soldatlara” dönüştürmeyi hedeflemektedir. Ancak bir gün, 13 yaşındaki medyum Cassie (Dakota Fanning) Nick’ten gizemli bir çantayı bulmasını istediğinde, kaderi bambaşka bir yöne savrulur.
Ana karakterlerimiz karmaşıklıktan yoksun görünse de, Evans ve Fanning rolleri o kadar iyi canlandırıyorlar ki, karakterlerine derinlik ve karizma kazandırmayı başarıyorlar. Balık pazarının dar sokaklarında koşarken etraflarında onlarca akvaryumun patladığı sahnede izleyici, karakterler hakkında hala pek bir şey bilmese de, onlarla birlikte heyecanlanıyor. Nick’in “Bölüm” ajanı Carver’la (Djimon Hounsou) yüzleştiği, güçlerini kullanarak restoranın tavanındaki iki tabancayı yerçekimine karşı hareket ettirip doğru anda düşürdüğü sahne ise kalıcı bir etki bırakıyor. Nick ve Cassie’nin diğer medyumlara yakalanmadan planlarını nasıl yürüttüklerine dair zeki çözümden ise söz etmeye bile gerek yok.
Chris Evans’ın ilk Netflix orijinali eleştirmenlerden pek olumlu yorum almadı; karakterlerin derinlikten yoksun olduğu ve Evans’ın “beyaz kurtarıcı” rolünde sunulduğu eleştirileri öne çıktı. Ancak izleyiciler bu politik gerilim filminden çok daha fazla şey almış gibi görünüyor: Rotten Tomatoes’a göre izleyici puanlarının yüzde 78’i olumlu.
“The Red Sea Diving Resort”, 1980’lerin başlarında gerçekten yaşanmış cesur bir kurtarma operasyonunu konu alıyor. O dönemde uluslararası ajanlar ve cesur Etiyopyalılar, Sudan’ın Kızıldeniz kıyısında terk edilmiş bir tatil köyünü kılıf olarak kullanarak, binlerce Etiyopya kökenli Yahudi mülteciyi İsrail’e kaçırmayı başardılar.
Annesi doğumundan kısa bir süre sonra intihar ettiği için, üstün zekalı Mary (Mckenna Grace), dayısı Frank (Evans) tarafından büyütülmektedir. Bir gün Frank’in annesi Evelyn (Lindsay Duncan) ortaya çıkar ve yedi yaşındaki Mary’nin velayetini almak ister. Bu durum, ailenin mutluluğunu büyük bir sınavdan geçirir.
Bu duygusal dram, bir çocuğun gerçekten mutlu olması için neye ihtiyacı olduğu sorusunu gündeme getiriyor ve Marvel yıldızını en güçlü rollerinden birinde gösteriyor; çünkü Frank’in Mary’ye olan özverili sevgisi, filmin her anında Evans’ın gözlerinden okunabiliyor.
BU İÇERİK İLK OLARAK GQ GERMANY WEB SİTESİNDE YAYINLANMIŞTIR.