Herkese her diziyi gönül rahatlığıyla öneremiyorum çünkü dizi beğenme kriterlerim tutarsız, karmakarışık. Ama Succession öyle bir yerde ki, benim beğeni algoritmamı alt üst etti ve benden dizi önerisi isteyenlere üç yıldır ikinci kez düşünmeden önerdiğim tek dizi. O yüzden, bir anlamda bu yazı bir Succession güzellemesi.
Başlamadan önce bir not, lütfen bu yazıyı Nicholas Britell’den Andante Con Moto eşliğinde okuyun. Farkı hissedeceksiniz.
Succession, günümüzün en iyi dizisi mi?
Özellikle ikinci sezon yayınlandıktan sonra ve yakın geçmişte en iyi diziden yönetmene, en iyi erkek oyuncudan senaryoya Emmy’leri süpürdüğünden beri, bu soruyu daha sık duyar olduk. Ben cevap olarak evet ya da hayır diyemem, ama iyi bir dizi olduğunu -kendimce- sebepleriyle anlatacağım. Andante Con Moto’yu açtınız değil mi?
Müzik demişken, oradan başlayalım. Besteci Nicholas Britell, diziye ilk parçaları bestelerken bugün geleceği noktayı, Spotify’da milyonlarca dinlenen albümler ortaya çıkaracağının farkında mıydı bilmiyorum ama yola çıkarken, Roy ailesini nasıl bir müzik türüyle yan yana getirebileceğini düşündüğünü söylüyor. Aile, kendisi için hangi müziği seçerdi? Ardından, dizinin açılış sahnesinden hareketle klasik müzik ve hip-hop beat’lerini bir araya getirme fikri doğmuş. Ve sonuç: Dizi dünyasının en akılda kalıcı, en harekete geçirici, en çarpıcı melodilerden biri. Bir kez dinledikten sonra üç gün aklınızdan çıkmayacağına eminim. Andante Con Moto bittiyse albümden başka bir parçaya geçin, demek istediğimi anlayacaksınız.
Yani özetle, Succession jeneriğindeki müziğiyle sizi ilk saniyesinde içine alan bir dizi. Sevenlerinin çok sevdiği, doğru zamanda izlendiğinde kendine anında bağlayan bir dizi. Ben ne zaman birinin Instagram story’sinde Succession paylaşımı görsem, heyecanlanırım. Bu diziyi sevenler böyle seviyor işte…
Bu kadar kötü karakteri nasıl bu kadar sevebiliyoruz?
Aslında sanırım tam olarak sevmiyoruz.
Koltuğunu bırakmak istemeyen yaşlı, aksi bir adam ve o koltuğu isteyen birbirinden garip çocukları. Dizi özetle bundan ibaret. Roylar ultra zengin, birçok kötü özelliği olan ve yaşamları bizimkinden oldukça farklı bir insanlar topluluğu. Yine de bunlar, Succession’ın şu an izleyebileceğimiz en eğlenceli dizilerden biri olduğu gerçeğini değiştirmiyor.
Plazalar ve devasa daireler ve şatafatlı yemek masaları ve lüks arabalar ve helikopterler içinde geçen, modern bir Game of Thrones. Aslında belki bu benzetme, Succession’ın tılsımını belli ediyor: Günün sonunda kimin kazanacağını bilmediğimiz bir taht mücadelesi, kesinlikle bizi kendine çekiyor.
Karakterlerin her birine tek tek detaylandırmayacağım ama şu kadarını rahatlıkla söyleyebilirim ki her biri kendi dizisini hak edecek kadar derinlikli, karmaşık, eğlenceli karakterler.
Bir insan ne kadar zavallı duruma düşürülebilirse o kadar zavallı durumda olan Kendall, ondan daha zavallı olan tek kişi Tom, insan suretinde bir sivrisinek kadar sinir bozucu Roman, her zaman bir B planı olan Shiv, dizinin insani yönü Greg ve tabii ki güç kavramının vücut bulmuş hali Logan…
Özetle, muhtemelen hiçbirimizin hayatında bir benzeri olmayan tüm bu karakterler, son yıllarda dizi karakterleri için sıklıkla duyduğumuz “love to hate” tabirini tam karşılıyorlar.
Yani aslında onları sevmiyoruz; onları sevmemekten zevk alıyoruz.
Biz diziyi konusu açıp izletir ama izlemeye devam ettiren karakterleridir derler. Bir ya da birkaç karakter bizi peşine takmalı ki, onların serüvenine ortak olalım, onlarla duygulanalım. Yani empati kuralım.
Karakterleri, Succession’ın en orijinal yanlarından ve dizi aslında tek bir kurala sadık kalarak bizi avucuna alıyor: Kötü huyları ya da zayıflıkları olan ama hepimizin sahip olmak isteyeceği özelliklere de sahip karakterler yaratın. Bingo. İşte empati burada doğuyor. Bizim empatimizin merkezinde kim var? Evet, Kendall. Milyonları olan ama babası ve kardeşleri tarafından dışlanan, eşi tarafından terk edilmiş, bağımlılıkla baş eden ve rakipleri tarafından hor görülen bir adam. İzlemek için yeterince malzeme sunmuyor mu?
Succession’ı mükemmel yapan detaylar
İzleyen ve sevenler benimle hemfikir olacaktır, Succession birçok HBO dizisi gibi her alanda mükemmelliğe oynuyor ve bunu başarıyor da: Sinematografiden oyunculuğa, senaryodan müziklere inanın -bunu söyleyebileceğim çok az dizi var- firesiz bir dizi.
Jesse Armstrong, Succession’dan önce de adını fazlasıyla parlatmıştı aslında. Kariyerine skeç ve çocuklar için diziler yazarak başlayan, zaman içinde Oscar adaylıkları ve bolca BAFTA alan, Peep Show ve Fresh Meat gibi, İngiliz komedisinin en başarılılarından iki örneği veren birinden bahsediyoruz sonuçta (The Thick of It’i de atlamayalım). Hikayenin gerisi alışageldiğimiz gibi: Adadaki başarılı kariyerinin ardından rotasını uzak kıtaya kırar, yazdıklarını yapımcılara okutur, o sırada Adam McKay ile tanışır ve olaylar gelişir.
Ve bu iş birliği, kısa süre sonra dizinin ayırt edici kılan özelliğinin doğmasını sağlıyor: Dizinin tonu. “Ton, tam olarak tanımlanamayan, gizemli şeylerden biri” diye açıklıyor Armstrong, McKay ile birlikte insanlara anlatması zor olan ama komedi ve ironi arasındaki dengeyi kuran, görsel tonu yarattıklarını söylüyor. Sırların açıklanamasa da seviyoruz seni Succession.
Succession aynı zamanda çok güçlü bir dram. Çünkü aslında her karakter, güçlü görünmeye çalışan ama zayıflıklarıyla baş etmekte zorlanan insanlar. Yani vurdu mu, sağlam vurabilen bir dizi. Bknz. Kendall’ın yolculuğu.
Ve aslında, gün geçtikçe popülerleşen, dram ile komediyi harmanlayan dramedy türü, Succession’ı da çatısı altına alıyor. Bu türün en iyi örneklerinden birinin Fleabag olduğunu düşünürsek, elbette iki diziyi bir tutamayız ama kahkahayla gözyaşı arasında çok hızlı geçişler yapabilme, ve bunu yaparken tutarlılıklarından hiçbir şey kaybetmeme konusunda birbirlerine benzetebiliriz.
Tüm bu saydıklarımızın etkisini pekiştiren bir diğer başlık, yaratıcıların ve yönetmenlerin gerçekçiliği ön planda tutma isteği. Elde kamera kullanımı, bir teknik olarak yeni ya da mucize bir buluş sayılmaz. Birçok mockumentary, hikayesini bu yolla anlatır ama bu tekniğin burada yarattığı fark, bizzat Succession’ın dünyasında olmamızla alakalı. The Office’i elde kamerayla ve titreyen bir görüntüyle izlerken kahkaha atabiliyorsunuz ama Succession gerginliği öyle bir düzeyde tutuyor ki, her kamera hareketi size kendinizi biraz daha tedirgin hissettirebiliyor. Üstelik bu tedirginlik bir gerilim izliyormuşsunuz gibi değil, daha çok “Acaba şimdi kim ne söyleyecek de kendini rezil edecek…” tadında.
Kamera hareketleri, bir belgeseldeymişiz hissi vermek için tasarlanıyor. Ama şahsen beni en çok etkileyen, adına “zoom puff” dedikleri bir kamera tekniği. Succession’ın birçok sahnesinde, kayıtta olan birçok kamera var. Zoom puff burada devreye giriyor, yönetmenler o an oyun verse de vermese de her oyuncuya zoom yapabiliyor, böylelikle oyuncular hangi kameranın onları çektiğini bilmeden, “kestik” denene kadar hep tetikte ve sahnenin içinde kalıyorlar çünkü kimse onları izlemezken bile kamera izliyor ve verdikleri her oyun, kurguda kullanılabiliyor. Dizinin yönetmenlerinden Mark Mylod, bu durumu “oyuncuların ruhuna açılan bir pencere” olarak yorumluyor, doğaçlamaya açık kapı bırakıyor.
Sevmek için sebebimiz çok
Yukarıdakiler hepinizin aklında başka başka sahneler canlandırmıştır ama bir çırpıda aklıma gelen unutulmaz sahneleri sayayım: (belki özleyenler açıp izlerler)
Tom ve Greg’in su şişeli kavgası…
Kendall’ın rap performansı…
Shiv ve Logan’ın uzun yemek masası sohbeti…
Logan ve “Boar on the floor”…
Ve tabii 2. sezonun meşhur yat sahnesi…
Succession binge-watch’u sonuna kadar hak eden ama hemen bitmesin diye kıyamadığımız bir dizi. Her şeyi hızla tüketmek istediğimiz şu çağda bize haftalık dizi izleme alışkanlıklarımızı hatırlattığı için, sırf bu yüzden bile sevilesi bir dizi.
Succession, deliliğin, garipliğin, insani zaafların, karizmanın, şiirselliğin eşi bulunmaz bir kombinasyonu ve işte tam da bu yüzden bizi kendisine bağlıyor. Hiçbiri birbirine benzemeyen bir ailenin üyeleri, en basit tabirle kendi dünyalarında hayatta kalmaya çalışıyorlar ve bu, izlemesi çok zevkli bir hikaye.
Şimdi izlemeyenler 1. sezonun ilk bölümünü açıyor, özlemi kabaranlar da yeni sezonun fragmanını tekrar tekrar döndürmeye başlıyor. Succession, bu övgülerimizi hak ediyor.