Mick Jagger 81 yaşında. Keith Richards 80. Paul McCartney 82. Bob Dylan 83. Bruce Springsteen ise karşılaştırıldığında genç sayılır — 74 yaşında, ama o da artık ücretsiz otobüs kartı alabilecek yaşta. Emeklilik yaşını çoktan geçmiş olmalarına rağmen, bu eski rock yıldızları sahneden inmeyi reddediyor. Hâlâ canlı performans veriyorlar — hem de dev kalabalıklara. Rolling Stones geçen yıl yeni bir stüdyo albümü çıkardı. 2022’de McCartney, Glastonbury festivalinde ana sahnede yer aldı. Festivalin “efsane” müzisyenlere ayrılan Pazar öğleden sonrası slotu, bu yıl Shania Twain’in doldurduğu, çoğu zaman asıl headliner’ları bile gölgede bırakıyor.
Artık buna alıştık, ama durup düşündüğümüzde, bu oldukça garip bir durum. Neden gençlik ve yenilik üzerine kurulu gibi görünen popüler müzik, seksen yaşına gelen sanatçılar yaratmaya devam ediyor? Neden insanlar, siyah-beyaz televizyonları hatırlayan müzisyenlerin konserlerine hâlâ gidiyor? Müzik yazarı David Hepworth, bu olguyu ele alan bir kitap yayımladı: Hope I Get Old Before I Die — The Who’nun “My Generation” parçasında Roger Daltrey’nin haykırdığı “umarım yaşlanmadan ölürüm” sloganının tersine çevrilmiş hali. Hepworth, GQ’ya rock’ın gençlik kültünün neden ve ne zaman buharlaştığını anlattı.
1970’lerden beri müzik hakkında yazıyorsunuz. O dönemde yaşa karşı tutum nasıldı?
Pop müzik esasen gençlerin alanıydı ve 30 yaşından sonra bu işin içinde olabilmek neredeyse mucize sayılırdı. Punk rock, yaş konusunu [daha da büyük] bir mesele haline getirdi. ‘76, ‘77 sonrasında gelen herkes 19 yaşında olduğunu ve öncesine dair hiçbir şey hatırlamadığını iddia etmek zorundaydı.
Bu yaş kaygısı ne zaman azalmaya başladı? Kitapta 1985’teki Live Aid konserini bir dönüm noktası olarak anlatıyorsunuz — Paul McCartney ve Rolling Stones gibi “eski” isimleri yeniden canlandırdığı bir an.
Live Aid’in sonunda Paul McCartney sahneye çıktığında herkes, “Aman Tanrım, işte yaşlı adam geldi,” dedi. O sırada 43 yaşındaydı ve bu, o zamanlar orta yaşın çok ötesinde bir yaş gibi görünüyordu. [O noktadan sonra, yaşlı sanatçılar] yavaş yavaş geri döndü. Britpop bu dönüşümde çok etkiliydi: Britpop, geçmişe büyük bir hayranlık duyan ilk büyük akımdı. Oasis ve Blur neredeyse tüm zamanlarını The Kinks ve The Beatles’ın ne kadar harika olduğunu anlatarak geçiriyordu.
Bu dönüşüme başka neler katkıda bulundu?
Eskiden müzik gençler tarafından domine ediliyordu ve 14 ile 30 yaş arası insanlar müziğin esas dinleyicisiydi. Artık öyle değil. Daha yaşlı insanlar bu müziğin büyük tüketicileri haline geldi. Ve insanlar günümüzde pop müziğin çok hızlı ilerlediğini söylemeyi sevse de, aslında işler çok yavaş ilerliyor. Oasis’in [yeniden birleşme] konserleri bir yıl sonrasına planlanıyor. 70’lerin sonu ve 80’lerin başındaki pop dünyasında kimsenin o kadar uzağa dönük planları yoktu. [Müzik] bir endüstri olarak yavaşladı ve bu da kariyerlerin uzamasına yol açtı. Taylor Swift’e bakın, neredeyse 20 yıldır sahnede. Beatles’ın kariyer süresinin neredeyse üç katı bu.
İnternetin bu süreçteki rolü ne oldu?
İnternet öncesinde, televizyonda ya da radyoda yoksanız, aslında hiç yoktunuz. Bugünse herkes sonsuza dek var. Eski bir grubun tamamen ortadan kaybolması imkânsız. [Ve] streaming çağında hepimiz aynı müzik arşivine erişiyoruz; bu da gençlerin her yerden müzik “alışverişi” yapması anlamına geliyor. Oasis sadece o dönemi yaşamış insanlar için konser verseydi, bu kadar stadyum dolduramazdı.
Miras niteliğindeki grupların bu kadar uzun süre sahnede kalmasının nedenlerinden biri de büyük stadyum turlarından kazanılan dev paralar. Bunlar nasıl başladı? 1989-1990 Rolling Stones’un Steel Wheels turnesinden söz ediyorsunuz; bugünün parasıyla 400 milyon dolardan fazla kazanç elde edilmiş. Bu, şovun cilalı, bol ürün satışlı modelinin öncüsüydü.
Turun organizatörü Michael Cole spor dünyasından gelmişti ve “Bu düşündüğünüzden çok daha büyük olabilir” dedi. Grubun, özellikle de ürün satışı ve içki gibi kalemlerde, büyük bir kazanç fırsatını kaçırdığını düşünüyordu. Rolling Stones’un sahip olduğu en değerli şey, şarkılarının telif hakkı değil – birkaç yüz dolara bir sanat öğrencisinin çizdiği dil ve dudak logosu.
Peki stadyum turları bugüne nasıl evrildi?
Artık insanlar şova gitmekten ve eski şarkıları dinlemekten memnun. Bu denge son 10-15 yılda değişmeye başladı – eğer insanlardan ciddi paralar alıyorsanız, onların duymak istediği şarkıları çalıyorsunuz, sizin çalmak istediklerinizi değil. [Ve] son birkaç yılda canlı müzikten öğrendiğimiz şey şu: Müzisyenlerin ne kadar parası olursa olsun, biraz daha fazlasını isterler. Kimse “Tamam, yeterince kazandım, artık emekliyim,” demiyor.
Bu değişim dinleyiciler ve müzisyenler için nasıl bir şeydi? Kitapta Bruce Springsteen’in 1985’te ilk açık hava konserini verirken ne kadar rahatsız olduğunu anlatıyorsunuz – seyircilerin gözünün içine bakamayacağı yerlerde sahne almak istememiş. Ama şimdi stadyumların müdavimi.
Bence Live Aid gibi etkinlikler [Wembley’deki], seyirci açısından bu deneyimi normalleştirdi; 70.000 kişiyle birlikte ellerini havaya kaldırıp tempo tutmak hoşlarına gitti. Sanatçılar için alışmak daha uzun sürdü. Bu süreçte ses sistemlerinin gelişmesiyle ses kalitesi de arttı. [Ayrıca] bu ölçekte performans vermeyi öğrenmiş oldular. 80’lerde bir Bruce Springsteen konserindeydim, sahnenin yanından izliyordum. Attığı her jest biraz daha büyük, biraz daha yavaştı – çünkü hareketin arka sıralara kadar ulaşması gerekiyordu.
Kayıtlı müzikte nostalji dalgası ise plak şirketlerinin yeniden basım ve stüdyo dışı kayıtlar yayımlamasıyla ortaya çıktı.
Eskiden eski albümler ucuz olurdu. Yeni şeyler heyecan vericiydi. Ama Bob Dylan Bootleg Series ve Beatles Anthology serileriyle fark ettiler ki eski müzikler de insanlar için gerçekten heyecan verici olabiliyor. 1994 civarında, Beatles prodüktörü George Martin bir röportaj verdi, kendisine “Beatles’tan yayımlanmamış başka bir şey kaldı mı?” diye sordular. O da, “Hayır, Abbey Road’daki her şeyi inceledim, elimizde başka bir şey yok,” dedi. İki yıl sonra üç tane çift CD yayımlandı. Bu kayıtlar artık tamamlanmış işler olarak değil, arkeolojik buluntular gibi değerlendiriliyor.
Rock müzik eskiden yaşlı kuşaklara karşı bir başkaldırıydı, ama artık insanlar çoğu zaman anne babalarıyla, hatta büyükanneleriyle aynı müzikleri dinliyor. Bu durum, bir zamanlar aykırı olan şeyi daha muhafazakâr bir hale mi getiriyor?
Eskiden bir müzik kitlesi tek bir kuşağa aitti. Şimdi ise farklı dönemlerde o müziği keşfetmiş, her biri ona kendi bağlamında anlam yüklemiş birçok kuşağın ortak alanı haline geldi. Paul McCartney birkaç yıl önce Glastonbury sahnesine çıktığında, “Can’t Buy Me Love” ile başladı — ama neredeyse hiç söylemesine gerek kalmadı, çünkü seyirci şarkıyı hep bir ağızdan söyledi. Televizyondan bu seyirciye bakıyordum, büyük çoğunluğu Beatles’ı hatırlayacak yaşta değildi. Çoğu 30’larında, 40’larında, 50’lerinde. Ama o şarkıyı biliyorlar; artık herkesin kültürünün bir parçası. İçten içe biraz kıskanıyorum, çünkü [Beatles] benimdi! Ama aynı zamanda hâlâ saygı görmelerine çok minnettarım.
Oasis’te ise, genç müzisyen kuşağının benzer bir statüye kavuştuğunu mu görüyoruz?
İnsanlar sizi 20’li yaşlarında çok sever, sonra çocuk yaparlar, hayat başka yöne gider. Ama çocuklar büyüyüp evde yalnız bırakılabilecek yaşa gelince, insanlar gençliklerindeki müziğe yeniden dört elle sarılır. Bence şu an Oasis kuşağında olan şey bu. Artık onların da ergen çocukları var. Yeniden sahneye dönmek için mükemmel zaman.
Taylor Swift gibi daha genç sanatçılar da bu kalıbı takip edecek mi?
En büyük fark şu: 60’lar ve 70’ler kuşağının büyük kısmı erkekti, ama günümüzde pop müziğin en büyük isimleri kadınlar. Canlı müzik eskiden erkek işi sayılırdı — artık öyle değil. Şimdi sahnede genellikle kadınlar var, ve çoğunlukla onları izleyen kitleler de kadınlardan oluşuyor. Bunun nasıl gelişeceğini görmek ilginç olacak. Beyoncé’yi 60 yaşında hâlâ sahnede görecek miyiz? Madonna şu anda hâlâ sahnede, 66 yaşında.
Peki tüm bu yaşlı rock yıldızları nihayet öldüğünde ne olacak?
Bakalım kim öne çıkıp o “başkan” figürünü devralacak. Paul McCartney’nin Live Aid’de sahneye çıkarılışını düşünün — o eski kuşağın tartışılmaz altın standardıydı. Gelecekte böyle tartışmasız bir figür olacak mı? Artık böyle biri olmak çok daha zor. Elton John, Prenses Diana’nın cenazesinde “Candle in the Wind” söylediğinde herkes o şarkıyı biliyordu — çünkü çok az radyo istasyonu vardı. Ama artık hepimiz kendi küçük dijital balonlarımızda yaşıyoruz. Eskisi gibi Perşembe akşamı Top of the Pops izlemek diye bir şey yok.
Ve eğer Bing Crosby ile Louis Armstrong — 20. yüzyılın en büyük müzik isimlerinden ikisi — zamanla kolektif hafızadan silinebildiyse, Bruce Springsteen ve Madonna da silinebilir. Bu şeylerin gelecekte de sevilip kutlanacağının hiçbir garantisi yok. Gelecekte belki de bizim şu an adını bile bilmediğimiz şeyler kültleşmiş olacak.
BU İÇERİK İLK OLARAK BRITISH GQ WEB SİTESİNDE YAYINLANMIŞTIR.