Tam adı Arnold Alois Schwarzenegger. O pek bilinmeyen ikinci ismin ilham kaynağı, Adolf Hitler’in babası. Nazi yanlısı astsubay bir babanın oğlu. Onun askeri disiplininin gölgesinde ve ekonomik sıkıntılarla geçen çocukluğuyla ilgili en çok iz bırakan iki detay; evlerine ilk defa buzdolabı alındığında yaşadığı mutluluk ve arkadaşları sıcacık yataklarında uyurken güne babası ve abisiyle kilometrelerce koşarak başlamak zorunda olduğu. 23 yaşında trafik kazasında kaybettiği boksör abisinin şampiyonluk kemerleriyse hâlâ evinin baş köşesinde. Arnold, o trajik kazadan sonra ağır depresyona giren babasıyla arasındaki duvarı hiçbir zaman aşamamış. Hatta babasının cenaze törenine bile katılmamış. Muhtemelen de bu yüzden annesine düşkünlüğü saplantı boyutunda.
Bu öyle bir saplantı ki kimilerine göre dört çocuğunun annesi Maria Shriver’la evliliğinin sonunu getirdi. Asaleti, zarafeti, eğitimi ve kariyeriyle Kennedy ailesinin en sevilen vârislerinden olan bu güzel kadını, annesine benzerliğiyle dikkat çeken başka bir kadınla aldattı. Shriver gibi güçlü bir kadın da, 25 yıllık kocasının kendisini evlerinde temizlikçi olarak çalışan Mildred Baena’yla aldattığını öğrenince bekleneni yaptı ve evliliğini tek celsede bitirdi. Arnold, Amerika’nın en çok izlenen sohbet programlarından birinde, bu tek gecelik ilişkinin (inandık mı?) hayatında yaptığı “en aptalca” hata olduğunu itiraf eti. O dönemde basılı medyada büyük puntolarla yer alan seks bağımlısı olduğuna dair iddialarıysa geçiştirdi. Canlı yayında ailesi ve sevenlerinden özür dilemeyi tercih etmesini eleştiremeyiz ama seçtiği kelimeleri onaylamamız pek de mümkün değil. Çünkü ekran karşısında onu izleyenlerden birinin; hayatının en aptalca hatası olarak adlandırdığı o ilişki sonucunda dünyaya gelen 10 yaşındaki gayrimeşru oğlu olduğunu biliyordu.
Neyse ki oğluna soyadını verdi ve onu diğer çocuklarından ayrı tutmadı. Ne de olsa küçükken sadece pembe dizilerde olduğunu sandığımız bu tarz hikayelerin aslında hayatın ta kendisi olduğunu bilecek kadar yaşımız ilerledi. Üstelik Hollywood yıldızlarının evlerinde çalışan personele olan özel ilgisi de malum; Brad Pitt, Jude Law, Robin Williams, Ethan Hawke... Hayran olduğumuz adamlar bizi güzel ve başarılı her kadının er geç aldatılacağına inandırmak için el birliğiyle çalışıyorlar. Muhtemelen Maria Shriver’ın aldatılmasında da ödüllü bir televizyoncu, başarılı bir gazeteci, tanınmış bir yazar ve cesur bir aktivist olmasının, dünyanın dört bir yanındaki yardıma muhtaç kadınlar, çocuklar ve engelliler için canını dişine takarak çalışmasının payı vardır. Ama hikayenin kahramanları hayatlarına devam edebildilerse, biz de bu sansasyonel mevzuyu bir kenara bırakıp Arnold Schwarzenegger’in nasıl olup da günümüzün önemli ikonlarından birine dönüştüğüyle devam edebiliriz. Eminim o kısım size çok daha fazla ilham verecektir.
30 Temmuz 1947 doğumlu Arnold’un hayali iyi bir futbolcu olmaktı. Ama yetenekli olmasına rağmen ince ve çelimsiz bacakları nedeniyle toplara bir türlü istediği gibi vuramıyordu. Bacaklarını güçlendirmek için mahalledeki spor salonuna yazıldı. Vur deyince öldürmüş ve sadece bacaklarını değil bütün vücudunu geliştirme sevdasına düşmüştü. Futbolu bırakmış, okulu savsaklamış, gece gündüz vücut geliştirme yarışmalarına hazırlanmaya başlamıştı. Amerikalı ünlü aktör ve vücut gelişme sporunun efsane isimlerinden Steve Reeves’e hayranlığı o dönemde başladı. Erkek güzeli Reeves’in ayak izlerini takip eden Arnold, 20 yaşında iki yıl üst üste Mr. Universe yarışmasını kazanarak bu ödüle layık görülen en genç sporcu oldu.
1968 sonbaharında Amerika’ya taşındı. Bir yandan İngilizce öğretmeni sevgilisinden dil öğrenirken, diğer yandan Santa Monica’daki bir spor salonunda çalışmalarına devam etti. Aynı yıl dünyadaki en prestijli vücut geliştirme ödülü Mr. Olympia’ya katıldı ancak istediği sonucu alamadı. O güne kadarki en büyük başarısızlığını tatmıştı ama pes etmek yerine spor salonundan çıkmaz oldu. Emeğinin karşılığını da 1970-75 yıllarında arka arkaya beş defa Mr. Olympia’yı kazanarak aldı. Bu büyük başarının ardından emekli olduğunu açıkladı.
Gençliğini adadığı bu sporu bırakma kararının arkasında, yarışmalara hazırlanırken kullandığı steroidlerden uzaklaşma isteği olduğunu yıllar sonra itiraf etti Schwarzenegger. Ama bu, bugün sahip olduğu her şeyi vücut geliştirme sporuna borçlu olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Olaya yüzeysel yaklaşırsanız bu sporun onun sadece kaslarını değil egosunu da şişirdiğini söyleyebilirsiniz. Otobiyografisinde kullandığı dile bakılırsa da haksız sayılmazsınız. Bu sporu yapan her iri adam gibi onun da devasa bir egosu var. Ama spor salonlarında geçen yıllarının çok kıymetli bir öğretisi de oldu; insanın her zaman düşündüğünden daha güçlü olduğunu keşfetti. Kendisiyle ilgili farkındalığının artması onu daha cesur kıldı. Hatta o kadar ki, İngilizce iki kelimeyi bir araya getiremediği halde kendini Hollywood stüdyolarına attı. İyi ki de attı.
1969 tarihli ilk filmi Hercules in New York’taki rolü için heykelsi vücudu yeterli görülmüş, “Konuşmasına gerek yok, dublaj yaparız” denmişti. Onun beyazperdede kas yığını olarak salınmaktan başka bir işe yaramayacağını düşünen eleştirmenlereyse cevabı gecikmedi. 1976 yapımı Stay Hungry filmindeki rolüyle Altın Küre’de Yılın Yeni Starı ödülünü kucakladı. Ertesi yıl, vücut geliştirme kariyerinin anlatıldığı Pumping Iron isimli belgesel için kamera karşına geçti. Meşhur The Streets of San Francisco (San Francisco Sokakları) dizisinde oynadı. The Villain’da vahşi batının yanız kovboyu, Scavenger Hunt’ta mahallenin spor hocası rollerini canlandırdı. Oyunculuğunun adım adım belli bir seviyenin üstüne çıktığı aşikardı. Ünlü çizgi roman Conan’ı beyazperdeye yansıtmak isteyen yapımcıların aklına gelen ilk isim oldu. Barbar Conan ve Savaşçı Conan filmleriyle Hollywood’un en çok kazanan aktörleri arasındaki yerini aldı.
80’li yılların çocukları Arnold Schwarzenegger mi daha güçlü, Sylvester Stallone mi tartışmasıyla büyüdü. 1984 yılında genç senarist ve yönetmen James Cameron, rüyasında gördüğü Terminatör karakterini kağıda döktü. Senaryoya son noktayı koyduğunda karaktere can verecek isim konusunda da kararını vermişti. Yarı insan-yarı makine rolünün herhangi bir oyuncuya Arnold’dan daha fazla yakışması mümkün değildi. Sadece vücudunda değil, yüz hatlarında da insani bir zayıflıktan eser yoktu. Saatlerce gözünü kırpmıyor, nefes almıyor, yutkunmuyordu. Arnold da senaryoya âşık olmuş, hayatının rolünün önüne geldiğinin farkına varmıştı. Cameron ve Schwarzenegger’in anlaşamadıkları tek noktaysa senaryodaki sıradan bir cümleydi. Ünlü oyuncunun “I’ll be back!” (Geri geleceğim!) cümlesini tuhaf telaffuz etmesi ünlü yönetmeni sinirlendiriyor, her seferinde “Lanet olsun Arnold, aksanı olan makine mi olur, şunu yazdığım gibi oku!” diyerek seti inletiyordu. Neyse ki Cameron serinin hiçbir filminde Terminatör’üne bu cümleyi düzgün söyletmeyi başaramadı da sinema tarihinin efsane repliklerinden birinin doğuşuna tanıklık ettik.
Terminatör serisinin ilk filmi, 2008 yılında ABD Kongre Kütüphanesi tarafından “kültürel, tarihi ve estetik olarak önemli” filmler arasına seçilerek ulusal film arşivine alındı. Bu rol Arnold’u dünya çapında bir ikona dönüştürmüş olsa da, oyunculuk kariyerini sadece geçen ay beşincisini izlediğimiz bu seriyle sınırlandırmak haksızlık olur. Red Sonja (Kızıl Sonja), Commando (Komando), Raw Deal (Koruyucu), Predator (Av) gibi vurdulu kırdılı filmlerdeki rollerinin altından kalkacağından kimsenin şüphesi yoktu ama başrolü Danny DeVito’yla paylaştığı komedi filmi Twins’de (İkizler) nasıl bir oyunculuk sergileyeceğini herkes merak ediyordu. Performansı şaşırtıcı derecede iyiydi.
80’lerdeki oyunculuğuyla hatırı sayılır bir şöhrete kavuşan Arnold, 90’lı yıllarda bu şöhreti servete çevirecekti. Terminatör serisinin ikinci filmi, o güne kadar yapılmış en yüksek bütçeli yapım ve en çok hasılat elde eden film olarak tarihe geçti. Kendisine partner olarak dönemin efsane dişisi Sharon Stone’un uygun görüldüğü Total Recall (Gerçeğe Çağrı) filmi gişedeki başarısının yanı sıra iki dalda Oscar’a aday gösterildi. Dönemin bir diğer yüksek bütçeli ve ödüllü filmi True Lies’da (Gerçek Yalanlar) Jamie Lee Curtis’le şahane bir ikili oldular ve milyonları güldürmeyi başardılar. Arnold hiç boş durmuyordu: Last Action Hero (Son Kahraman), Junior (Ufaklık), Eraser (Silici), Jingle All the Way (Babam Söz Verdi) gibi filmlerle sürekli gündemde kalan oyuncu, 1997 yılında da Batman ve Robin filminde Mr. Freeze rolünü kaptı.
Oyunculuk kariyerine başladığı günlerde birlikte çalıştığı insanların bile soyadını söylemekte zorlandıkları için Arnold Strong diye çağırdıkları yıldız, bir yandan milyonlara soyadını ezberletirken diğer yandan da Wisconsin Üniversitesi’nde uluslararası ekonomi eğitimini tamamlayıp mezun oldu. Amerika’ya yerleştikten sonra Cumhuriyetçilere yakın bir siyasi duruşu benimseyen Schwarzenegger, John F. Kennedy’nin yeğeniyle evli olduğu için siyasi çevrelerle de yakın ilişkiler içindeydi. Oyunculuk kariyeriyle yetinmek gibi bir niyeti yoktu.
8 Ocak 2003’te, seçim kampanyalarının başladığı dönemde konuk olduğu The Tonight Show with Jay Leno programında televizyon tarihinin en önemli haberlerinden birine imza attı. “Ronald Reagan yaptıysa ben de yapabilirim” dedi ve seçimlerde aday olduğunu açıkladı. Kampanya döneminde, yaptığı her işte olduğu gibi yine kendisinden beklenenin çok üstünde bir performans sergiledi ve İrlandalı John Downey’den sonra Amerika’da doğup büyümeden Kaliforniya Valiliği’ne seçilen ikinci politikacı oldu. Arnold’un bu başarısında iş, politika ve sanat dünyasının önemli isimlerini bir araya getirmekte hiç zorlanmayan eşi Maria Shriver’ın da büyük payı vardı. Öte yandan ünlü bir oyuncunun dünyanın en büyük beşinci ekonomisine sahip bir eyaletin valisi seçilmesi siyasetteki kuralların değiştiğinin de bir göstergesiydi: Günümüz seçmenleri siyasi görüşlerinden çok, adayların imajına göre hareket ediyordu.
Hadi itiraf edin 80-90 kuşağı çocukları; ülkemizdeki yerel seçimlerde aday olabilseydi Schwarzenegger’i büyükşehir belediye başkanı olarak görmek istemez miydiniz? Sarah O’Connor’ı koruyan makine, çarpık kentleşmeyi mi engelleyemeyecek...