Tekerlemeyi andıran bir adı var ve seçim yapmamış olmamızdan kaynaklanmalı, ismini eksiksiz telaffuz ederek anıyoruz onu: Engin Altan Düzyatan. Yıllardır böyle. Ama yakın çevresi ona, iki isminden birini kullanarak sesleniyor. Mesela İzmir’den tanıyanlar Engin diyor, daha yakın olanlar ise Altan. Eşi Neslişah Alkoçlar da söyleşilerde Altan demiş. Bu röportaj için kendisiyle altı saat geçirdim, o nedenle ben de yazının kalanında kendisini Altan olarak anacağım.
Gerçi Mahmut desem de aldıracağını sanmam çünkü Altan, çok rahat bir insan. Eğlenceli, bulunduğu ortama neşe getiren, yaptığı espriye önce kendisi gülenlerden. Enerjik. Ama lafın gelişi değil. Fotoğraf çekiminde oradaydım, yorucu bir gündü, o ise keyifliydi.
Yazıya hitap meselesiyle giriş yapmamın bir nedeni var elbette. Falcı gibi konuşursam: Üç vakte kadar birisi gelecek ve ondan duyacağı bir kelime Altan’ı çok mutlu edecek. O kişi beraberinde aileye neşe getirirken, çevresinin hayatını da iyi yönde değiştirecek. Halk diline geçeyim hemen: Engin Altan Düzyatan, doktorların söylediğine göre 5 Ocak’ta baba olacak.
Kullanmak için can attığım ama uygun şartları beklediğim klişe kalıbın tam zamanıdır şimdi: Engin Altan Düzyatan hakkında bildiğiniz her şeyi unutun... Çünkü Altan, “Hayatımın en heyecanlı anıydı” diye andığı baba olacağı haberini almasından itibaren, hayatında nelerin değiştiğini anlatacak.
Altan, 36 yaşında. Türkiye şartlarında erken bir babalık yaşı değil. Peki uygun zaman mı onun için? Anlatıyor: “Bence çok zamanı. Yani belki ben de bunun için tam şu anda olgunlaştım. Devam eden bir işim var, hayatım rayına oturdu. Şunu da yapsaydım dediğim çok şey kalmadı hayatta açıkçası. Doğru kadını bulduğuma da inanıyorum. Her şey şu anda oturdu hayatımda.”
Oğluna ilk öğüdünün ne olacağını sorduğumda, genel geçer saygı kurallarını öğreteceğini, onun dışında pek yönlendirme yapmayacağını söylüyor. Çünkü her şartta çocuğunun bunu kendisinin bulacağını ifade ediyor: “Babamın söylediği şeyler vardı ama hepsini yapsaydım robot olurdum. Muhtemelen oyuncu da olmazdım. Daha spesifik bir işim olurdu. Çünkü babam özel bir şirkette müdürdü; ablam ODTÜ İşletme, abim Hukuk Fakültesi mezunu. Aslında tüm söylenenleri uygulasam doktor olmam gerekiyordu. Hukukçu, işletmeci, doktor... Bir ailede olması gereken her şeyi tamamlamış olurduk. Ailem iş hayatına karışmamıştı ama istedikleri bir profil vardı. Ben o profile ne kadar uyuyorum bilmiyorum. Onların her dediğini yapmadım sonuçta. Ama istedikleri gibi bir evlat olduğumu düşünüyorum.”
Peki oğlu ne yapsın? “Oğlumdan da her dediğimi yapmasını beklemiyorum. Benim sözümden çıkmayan çocuk yerine, kendi doğrularını kendi bulabileceği zeka ve akılda olmasını tercih ederim.”
Ailesini dinlememesi, zor çocuk olup olmadığı konusunu açıyor. Yani Altan, “Oğlum eğer bana benzerse yandık” diyor mu acaba? Her çocuk kadar yaramazmış. Kendi deyimiyle, “senin gibi çocuk düşman başına” denecek bir çocukluk performansı sergilememiş yani: “Bana benzerse endişem yok açıkçası. Her çocuk farklı. Oğlumuz henüz 6.5 aylık, bize 5 aylıkken bile bir karakterinin olduğunu söylüyordu doktor. Doğal olarak sizin yönlendirmeniz bir yere kadar. Çok baskıcı, bir yere yönlendiren değil de seçenek sunan bir baba olmayı tercih ediyorum. Ya da en azından öyle olmaya çalışacağım. Seçenekleri olsun önünde, doğru seçenekleri olsun.”
Çocuğunu bekleyen bir babanın hayal kurması olağan bir şey. Altan da hayal kuruyormuş ama benim tahmin ettiğim gibi kendisini torun sahibi yapan bir senaryoya varmamış iş. “Hayallerimde ilkokula başlamadı daha oğlum” diyor gülerek, “Bisiklet sürüyor belki. İlk defa ufak tefek bir şeyler yapıyoruz beraber.” Ama “delisi” olduğu Karşıyaka maçına zihninde şimdiden götürmüş oğlunu: “Şu an Karşıyaka tulumu var. Bir arkadaşım hediye etti. Doğduğunda Karşıyaka tulumlu fotoğrafı olacak. Erkek çocuğu olunca öyle şeyler düşünüyorsunuz tabii. Çünkü ben iki yaşındayken babamın omzunda Karşıyaka maçlarına gittim.”
“Bebekli insanlara daha fazla bakıyorum. Sokakta bir bebek görünce gözüm kayıyor. Bebek arabalarını biliyor, markalarını tahmin ediyorum uzaktan. Hayatımda böyle bir şey yoktu” diye anlattığı, ilk etapta günlük yaşamda yaşadığı değişimler. Dahası da var: “Evin içindeki ve dışındaki güvenlik önlemlerini biraz daha düşünmeye başladım. Camlı orta sehpaların altı ay sonra ortadan kalkacağını biliyorum. Evin her yerindeki tehlikeli köşeleri ve alınacak önlemi biliyorum. Bahçede yapılacakları biliyorum.”
Değişiklik büyük değil mi? “Bir can geliyor ve sana muhtaç. Galiba en muhtaç doğan yavru, insan yavrusu. Hiçbir şey bilmeden doğuyor ve sana bağımlı oluyor uzun süre. Onun yerine senin düşünmen gerekiyor ve her şeyi düşünüyorsun bir şekilde” diyor.
Bu detayları düşünmeye başlamanın, onda bir yük oluşturup oluşturmadığını merak ediyorum ve tam da o an...