Âdettendir, bir Hollywood yıldızı yabancı bir gazeteciyle söyleşi yapacağı zaman sohbete, o ülkeye ne zaman gittiğini söyleyerek başlar; yemeğine, insanlarına methiyeler düzer. “Türkiye… Ne şahane bir ülkeniz var…” İki cici laf; gerisi şiş kebap, hamam, göbek… Jared Leto hattın diğer ucunda, dakika birinci dakikadan Türkiye’nin şu anki ruh halini, her şeyin yolunda olup olmadığını sorarken, sesinde nezaketten çok, içten bir merak ve endişe var; hissetmemek elde değil.
Malum, takviminde daha önce işaretlenmiş Türkiye konserlerinin pek de hoş hatırası yok. Thirty Seconds to Mars’ın, maalesef üzücü olaylardan olayı iki kez ertelenen İstanbul konseriyle ilgili tek söyleyebildiği; “Umarım her şey yoluna girmiştir. Gelemediğimize üzüldük; terör sebebiyle konser erteletmek bir sanatçının başına gelecek en zor durum...” Niyeti, temennisi derinden. Borçlu hissediyor, ilk fırsatta ‘gerçekten de’ gelmek istiyor. Fırsat bulursa…
Ki ‘fırsat bulması’ kolay olmayabilir. 2017, Leto için her açıdan heyecanlı bir yıl. Harrison Ford ve Ryan Gosling’le birlikte dirilttiği, sırf fragman performansıyla bile övgü toplayan ‘Blade Runner 2049’, 6 Ekim’de gösterime girecek. Paramount Stüdyosu bir gerilim polisiye tadında seyredecek ‘77’ filmini yönetmesi ve yapımcılığını üstlenmesi için Leto’ya birkaç milyon dolar saydı, motor denmesini bekliyor. Bir yandan hem prodüktör hem Hollywood yıldızı şapkasıyla olası bir ‘Tron 3’ projesi için Disney’le flört halinde. Henüz ortada senaryo yok. Fakat Leto’ya göre “O iş tamam.” Olmuş bilelim. Geçen sene, yeni bir Andy Warhol biyografisinde hem başrolü hem de yapımcılığı üstleneceği resmi olarak açıklandı. Henüz ‘Warhol’laşmaya’ vakti olmadı ama yakındır. Bir yandan da grubu Thirty Seconds to Mars’la devam ettiği albüm kayıtları ile konserleri de unutmamalı. Grup şimdi de yeni albümü ‘Walk on Water’la karşımızda.
Bir de her fırsatta, tekrar tekrar oynamayı kovaladığını söylediği Joker meselesi var tabii. Hollywood’un metod oyunculuğunu nasıl mahvettiğine dair, The Atlantic’te yayınlanmış bir makale, ‘bardağı taşıran son damla’ olarak Leto’nun ‘Suicide Squad’ filmindeki Joker performansını gösteriyordu. Makalenin yazarı Bastién’e göre metod oyunculuğu, iyi bir performans çıkarma derdini bir kenara bırakıp, aktör egosu şişirmeye ve PR/pazarlama hikâyesi üretmeye yarayan bir yönteme dönüştü. Tartışmaya açık bir vaka: Leto, bir süre gerçekten de Joker olarak yaşamayı denedi. Resmi kayıtlara göre rol arkadaşlarına kullanılmış prezervatif, domuz ölüsü ve canlı fare gibi ‘ince düşünülmüş’ paketler yolladı. Joker’in vahşiliğini hissetmek için, internetin derinliklerindeki vahşet pornolarına ait sahneleri, kahvaltıda gevrek niyetine silip süpürdü. “Sadece rol için, sadece rol için...”
Durumdan belki de en hoşnut isim, filmin yönetmeni David Ayer’in “Her gün yeniden Joker olarak hayata geliyor gibiydi. Joker olarak geliyor, sahneyi çekiyor, yine Joker olarak setten ayrılıyordu.” demişliği var. Ayer’e göre “Joker canlandırılmaz, olunur” ve Leto, bu süreçte kendisinden vazgeçecek kadar işini ciddiye aldı.
Yönetmenin “Jared, yorucu ve can acıtıcı bir süreçten geçti bence” sözünü hatırlatıyorum kendisine: “Gerçekten de öyle. Eşsiz bir süreç. İçinde, kemiklerine kadar hissetmen gerekiyor. Doğası gereği sınırlarını zorlaman gerekiyor. Hem ruhen hem bedenen...”
Oyunculuğu, bir ego mesaisinden çok, felsefesi yoğun bir mesai olarak gördüğü açık. Bir karakter canlandırmayı, başına nelerin geleceğini bilmediğin bir yolculuğa çıkmaya benzetiyor mesela: “Sanki bir süreliğine sana başka birinin pasaportu veriliyor ve nereye gittiğini bilmeden bir uçağa atlıyorsun. Başına neler geleceğine dair en ufak bir fikrin bile yok.”
Her şeye rağmen, tüm bu ‘Joker’ sürecini “Hayatımda çıktığım en garip, zorlayıcı ve sürprizli yolculuklardan biri” olarak nitelendiriyor. Üzerine, “Benim için bir onurdu” diyebiliyor. Neticede sinema tarihinin en çok saygı duyduğu, efsane oyuncuların performanslarıyla izlediğimiz bir karakterden bahsediyor.
İtalyan işi bir birliktelik
Leto’nun bu telefon konuşmasını yapmasının asıl sebebi, İtalyan gözlük markası Carrera’yla olan iş birliğini anlatmak. 50’inci yılını kutlayan markanın yüzü oldu, Terry Richardson’ın kamerasının karşısına geçti, ortaya “Çok artistik oldu” dediği bir iş çıktı. Kampanyadan önce de Terry Richardson’ın o meşhur oduncu gömleğini giymişliği, kocaman gözlüklerini takarak ünlü baş parmak işaretini yapmışlığı çok. Modaya, stile, tarza çok da kafasını takmadığını, zaman harcamadığını söylerken gerçekten de öyle olduğunu belirtmesi için vurgu yapmasına gerek yok. Fotoğraf ortada: rahat ve kolay olan neyse onu giyiyor. Stil ikonu mertebesine fırlamış tarzının sırrı bu: Kolay giyinmek ve rahat hissetmek. Bu kadar. “Öyle ya da böyle, iyi ya da kötü; insanların seni nasıl gördüğü üzerine fazla kafa yormaktan fayda gelmez.”
Marka iş birliklerinde özgünlüğü tercih ettiğini söylerken modaya olan duruşunu hatırlatma ihtiyacı hissediyor: “Yakından ilgileniyorum diyemem. Çünkü stile ‘moda’ gözüyle bakmıyorum. Benim için önemli olan, tutkusunun peşinden giden insanların ortaya çıkardığı sanat ve yaratıcılık... Modern sanat ya da sinema, müzik ya da moda... Sonucun hangi alana yansıdığının ve ne tür bir ürün olduğunun önemi olmamalı.” ‘Dallars Buyers Club’ filmindeki rolüyle Oscar kazanmış; müziği ve klipleriyle onlarca MTV müzik ödülünü toplamış, modayı yorumlama biçimiyle 2011’de, GQ Almanya tarafından stil ödülüne layık görülmüş biri söylüyor bunu. Sinema, moda ve müziğin belki de en iç içe geçtiği dönem olarak hatırlanacak 2000’lerin kitabında Jared Leto’nun yeri şimdiden belli. En başlarda, altın sarısı renklerle...
Hayat, Leto sana teşekkür ediyor
Zaman kısıtlı ve konuşulmayı bekleyen daha onlarca Jared Leto projesi var. Belki de şimdiye kadarki en üretken dönemi bu... “Her zaman böyleydim aslında. Ancak bir şeyler ürettikçe, üretken kaldıkça kendimi iyi hissedebiliyorum. Kreatif tarafımı her zaman, bir şekilde aktif tutabiliyorum. Bu, biraz da hayatta neyin seni iyi hissettirdiğini anlamakla alakalı. Bunun için de sürekli kendini yoklaman, içine dönmen ve sorman gerekiyor: Önümdeki seçeneklerden hangisini yapmak, sonrasında beni iyi hissettirecek? Çok erken yaştan beri sanatla haşır neşirdim. Bu yüzden, bu soruya yanıt bulmak çok da zamanımı almadı.”
Los Angeles’ta doğup büyümesine rağmen ilk gençlik yıllarında aktör, model ya da müzisyen olma hayali kurmamış biri için son derece beklenmedik bir kariyer bu. Erken yaşlardan beri gözünü kapadığında kendisini ya tuvallerin arasında bir ressam ya da setin ortasında bir yönetmen olarak görüyor. Hayatın kreatif şeridinden gitmek, bir Jared Leto deyimiyle “Zevkli, ödüllendirici ve tehlikeli.” Başka bir yol nedir bilmiyor, bildiği yoldan şaşmıyor, böyle doğduğu ve böyle yaşayabildiği için her gün hayatındakilere teşekkür ediyor: “Çünkü hayat dediğin ekip işi, tek başına altından kalmanın imkânı yok. En ufak bir katkıda, yardımda bulunmuş birinden bile bin şükranını esirgemeden yaşamalısın.”
ANNESİNİN BİR TANESİNİ
HOR GÖRMESİNLER
İki oğlunu tek başına yetiştirmiş anne Constance Leto, Jared’ın hayatında ve yaptığı her söyleşide ayrı bir öneme, yere sahip. “Az konuşup çok şey gösteren, davranışlarıyla ilham veren ve yol gösteren bir figür” dediği annesiyle ilgili şu sözlerine ayrı bir ‘kutu’ açmamak ayıp olur: “Ait olduğum yolu bulmamı sağlayan o. Onun sayesinde, kendimi ve varlık sebebimi keşfettim. Ben olmamı sağladı. Beni sadece oğlu olarak görmedi, birey olarak sevdi ve kabullendi. Benim ‘ben’ olabilmem için, kendini ‘oğlundan’ feragat etti. Her kadının yapabildiği bir şey değil bu.”