Türkiye’nin alışık olduğu başarılar değil bunlar. Nobel ödülü kazanan Aziz Sancar’ın ardından bu kez başka bir bilim insanını konuşuyoruz. Göğsümüzü uzak mesafeden kabartan Profesör Mete Atatüre, 40 yaşında, Cambridge Üniversitesi’nde çalışmalarını sürdüren bir fizikçi. Yazının bundan sonraki kısmında gördüğünüz her noktalama işaretinden sonra gülebilirsiniz. Zira biz onunla konuşurken tam olarak böyle oldu. Güler yüzlü, işini yaparken eğlenen ve anlattığına göre laboratuvar dışında da eğlenceli bir hayatı olan bir profesör var karşımızda. Bilesiniz.
Önce kendisinin bilim literatürüne geçen son başarısını anlamaya çalışalım. “Şimdi öyle bir makaleye ödül geldi ki, anlatması en zor olanı. Ödül aldık, anlatamıyoruz. Anlayamazsınız!” diye takılıyor. Dinleyelim: “Işık sinyalindeki gürültüye kuantum gürültüsü denir. Işık şiddeti arttıkça, gürültü de artar. Lazer ışığındaki gürültüyle araba farından gelen ışığın gürültüsü birbirinden farklıdır. Hepsinin ortak noktası, tam karanlıkta bile var olan kuantum gürültü seviyesinin altına inememeleridir.”
İşte Atatüre bunu buldu. Tesadüfen ama: “Başka bir planımız vardı, onun üzerinde çalışırken, bir noktada 2010 yılından beri denenmemiş olan bu çalışmayı denedik, başarılı olduk.”
Peki kiminle çalışıyor? Ne üzerine çalışıyor? “Yaklaşık 15 kişilik bir araştırma grubum var; 10 doktora öğrencisi, 5 doktora sonrası araştırmacı. Çalışmalarımızın genel teması, ışık ve maddenin kuantum mekaniksel etkileşimini anlamak ve bu etkileşimi kullanarak gelecekte kullanılabilecek kuantum özelliklere dayalı teknolojilerin altyapısını oluşturmak.”
Kendisini Türkiye’ye tanıtan makale, aslında emeği olan 59’uncu çalışma. İlkini 1998’de yazmış, hoca olarak Cambridge’de, 30 makalede imzası var. Son dönemde yoğun bir ilgi oluşmuş haliyle. Sosyal medyayı kullanıyor ama Twitter üzerinden sadece çalışmalarını paylaşmaya özen gösteriyor.
Ressam Huriye Hanım’la asker emeklisi Süha Bey’in tek çocuğu olan Mete Hoca, haliyle çok gezdiği bir çocukluk yaşamış. Hayatını değiştiren şey, “subay değişimi programı”yla ABD’ye giden babasının, onları yanına alması olmuş: “ABD’ye gitmeden önce pilot olmak istiyordum. Orada fizik hocasının da yönlendirmesiyle fiziği keşfettim. Pilotluktan geçiş kolay olmadı tabii.”
Başarısı Türkiye’de haber olunca Ekşi Sözlük’te buna inanmayanlar, kandırıldığını düşünenler çıkmıştı. Atatüre de Twitter’dan bu espriye güldüğünü açıklamıştı. İnanmamak mümkün çünkü Mete Hoca bildiğimiz profesörlere benzemiyor. Anlatıyor: “Bilim insanı olunca hayat stili olarak her şeyden feragat edersin gibi bir algı var. Ben buna tepki olarak büyüdüm. Özveri, fedakarlık, saçı başı ağartmak değil sadece, eğlenmek de var. Ben çok düzensiz, plansız programsız biriyim. Üç gün sonra nerede olacağımı bilmiyorum mesela. Sekreterim biliyor, o söylüyor. Öyle büyük insan hareketleri yok bende.”
Alman bir kız arkadaşı var. Baskı ve çizim üzerine çalışan bir sanatçı. O da İngiltere’de ama aynı şehirde değiller. Bir nevi “uzak mesafe ilişkisi” onlarınki. Tüyo isteyince, “Benim geçmişim başarısızlıklarla dolu olduğundan, bu konuda uygun kişi olduğumu sanmıyorum” diyor.
Hayatındaki en sabit şey, kedisi. “Hayvan sevmek önemli” diyor, “Empatiyi artırıyor. İnsanlarla daha iyi ilişki kurmaya başlıyorsun. Kediyi ayrıca seviyorum. Çünkü kedide karakter çok ön plandadır. Direkt iletişim kurar. O güzel bir şey.”
Atatüre en son kendisine bir güzellik yapıp arkadaşlarıyla Galler’de, Brecon Beacons’da düzenlenen Green Man Festivali’ne gitmiş. “St. Vincent falan vardı bu sene, program çok güzeldi” diye anlatıyor: “Arabayla gittik, çamurun içinde dört gün yuvarlandık. Biz hep elimizde klasörle gezmiyoruz. Arada eğleniyoruz. Sinemayı çok severim. Bu bazen bir Polonya filmi olur, bazen de kafa dağıtmak için, atıyorum, bir Adam Sandler filmi olur.”
Onca şeye vakit bulurken spora zaman ayıramamasına ikimiz de gülüyoruz. “Yapmam lazım, yapmıyorum” diye lafa girip ekliyor: “Burada ulaşım bisikletle olduğu için hep bisikletteyim ama.”
Cambridge Üniversitesi, dünyanın en sert rekabetlerinden birini Oxford Üniversitesi’yle yaşıyor. Sporun en köklü derbisi Oxford-Cambridge kürek yarışı. Prof. Atatüre, kürek işine girmiyor ama ragbiye ayrı bir ilgisi var. Vakit bulursa affetmiyor. Galatasaray için Türkiye Ligi’ni, ABD’de ise Amerikan futbolu ve beyzbolu takip ediyor.
Prof. Atatüre’nin ekibiyle beraber yaptığı işler, dünyayı daha iyi bir yer haline getirecek uzun vadede. Bunu biraz açmasını isteyince şu harika cevabı veriyor: “Sanatta da, bilimde de bir, ön planda olup toplumla entegre olan popüler sanat ve teknoloji var; bir de geri planda ve hatta gözlerden ırak olan temel bilimler ve avangard sanat. İkisi de geri planda çok deneyerek, hatta çok yanılarak çalışırlar. Onların bu devinimleri sırasında bazı atılımlar, topluma birinci elden yararlı olma kaygısı pek taşımadan, kendini ön plandaki popüler sanat veya teknolojide bulur. Bizim çalışmalarımız da bu işte.”
Peki ya Nobel? “Valla çalışırken işe bugün Nobel olur mu acaba diye gelmiyoruz ama bir yandan da insanda o çocuksu istek olmalı. Bu yaptıklarım enteresan şeyler olmalı düşüncesi kafanda yaşamalı. Nobel hevesim yok ama verseler fena olmaz hani.”
Bu noktada, Boston’da okurken arkadaş olduğu Bikem Akten’e kulak verelim: “Mete’nin uluslararası düzeyde böyle bir başarıya erişeceğini değil bilmek, bundan çok çok daha fazlasını başaracağını düşünüyorum. Durun bakalım, bence bu sadece başlangıç.”
Bugün düşlediği yerde mi diye düşünüyorum, şu cevabı alıyorum Atatüre’den: “Hep ulaşabileceğinden fazlasını hayal edersin ki çalışasın. Ben böyle bir şey istiyordum: Üniversitede hoca olayım, öğrencilerim olsun, ders vereyim, laboratuvara gideyim... Şu an o yerdeyim ama çocukken hayal ettiğim yerdeyim. Şimdi başka hayallerim var, söylemem!”
Peki anne ve babası ne düşünüyor bu konuda? Prof. Mete Atatüre onların hayal ettiği yerde mi? Şu anda Nişantaşı Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı olan emekli general Doç. Dr. Süha Atatüre yanıtlıyor: “Her birey kendi hayallerinin peşinden koşar. Biz anne ve baba olarak sadece onu sevgiyle izliyoruz.” Söylemeye gerek var mı; biz de hayranlıkla izliyoruz...