Bir Milenyum çocuğu musunuz? Kendinizi inanılmaz yaşlı hissetmek mi istiyorsunuz? O zaman okumaya devam edin: MTV çağının her yerde çalan sert rock marşı “Enter Sandman”, kısa bir süre önce Birleşik Krallık Resmî Rock & Metal Tekliler listesinde 750 hafta boyunca Top 40’ta kalmayı başardı. Evet, yanlış duymadınız: tam yedi yüz elli hafta boyunca ülkenin en popüler rock şarkıları arasında yer aldı. Forbes’un bu inanılmaz dönüm noktasına yer verdiği gibi, bu başarı “pek az sanatçının erişebileceği, neredeyse akıl almaz bir popülerlik ve kalıcılık seviyesi”ne işaret ediyor. Bu şarkı, kendi kuşağının simgesi hâline gelen ve çok az parçanın başarabildiği şekilde yıllara meydan okuyan bir eser. Streaming çağında hâlâ ne kadar güçlü olduğunu görmek istiyorsanız, Spotify’a bakmanız yeterli: parça 1.65 milyarın üzerinde dinlenmeye sahip.
Bu, radyolarda çalan pop sanatçıları için bile muazzam bir başarı olurdu. Ama bir metal grubuna aitse? İşte bu yüzden Metallica — vokalist James Hetfield, baterist Lars Ulrich, solo gitarist Kirk Hammett ve orijinal üyeden (Cliff Burton) günümüzdeki basçı Robert Trujillo’ya uzanan bir dizi bas gitaristten oluşan — kendi liginde oynuyor. Rock'n'roll!
İyi ya da kötü, San Francisco’nun dört atlısı, metal müziği ana akıma taşıyan isimler arasında kilit rol oynadı. Bu da, “Enter Sandman”in açılış şarkısı olduğu 1990’ların başında çıkan, kendi adlarını taşıyan albümleriyle başladı (genellikle Black Album olarak bilinir). Metallica’nın thrash metal köklerinden vazgeçip ticari başarıya yöneldiğini söyleyen eleştirmenlere rağmen, o dönemden bu yana grup müzikte kalıcı bir dominasyon sağladı — her ne kadar Metallica sonrası dönemin, grubun 80’lerdeki ihtişamlı günlerinin sihrinden uzak kaldığı kabul edilse de.
Peki Black Album, Metallica’nın 11 ana albümü arasında nerede duruyor? En iyisi hangisi? Bu liste yalnızca stüdyo albümlerini kapsıyor — S&M gibi canlı kayıtlar ve Garage Inc. gibi cover derlemeleri listede yok. Eğer olsaydı, muhtemelen ikisini de ortalara yerleştirirdik; özellikle The Outlaw Torn’un senfonik versiyonu, cidden delirtici. Ama şimdi esas listeye geçelim.
"Her şeyi boşver, pişmanlık falan yok," diye homurdanıyor Hetfield, St. Anger parçasının nakaratına doğru. 2000'ler melankolisine bulanmış bu öfkeli parça, albümün ruh halini iyi yansıtsa da, St. Anger grubun hayranlar ve eleştirmenler tarafından neredeyse yerin dibine sokulan albümü oldu — Pitchfork bu albüme 10 üzerinden 0.8 verdi, yani neredeyse arka bahçeye götürülüp vurulmakla eşdeğer bir eleştiri. Grup, Hammett’ın efsaneleşmiş gitar sololarını bir kenara bırakıp, teneke gibi tınlayan davullar ve cilasız prodüksiyonla yepyeni bir yön denedi. Ancak yine de tamamen değersiz değil: enerji patlaması “Frantic” spor salonu için harika bir parça olabilir ve “The Unnamed Feeling”, Hetfield’ın içten sözleriyle öne çıkıyor.
"Her şeyi boşver, pişmanlık falan yok," diye homurdanıyor Hetfield, St. Anger parçasının nakaratına doğru. 2000'ler melankolisine bulanmış bu öfkeli parça, albümün ruh halini iyi yansıtsa da, St. Anger grubun hayranlar ve eleştirmenler tarafından neredeyse yerin dibine sokulan albümü oldu — Pitchfork bu albüme 10 üzerinden 0.8 verdi, yani neredeyse arka bahçeye götürülüp vurulmakla eşdeğer bir eleştiri. Grup, Hammett’ın efsaneleşmiş gitar sololarını bir kenara bırakıp, teneke gibi tınlayan davullar ve cilasız prodüksiyonla yepyeni bir yön denedi. Ancak yine de tamamen değersiz değil: enerji patlaması “Frantic” spor salonu için harika bir parça olabilir ve “The Unnamed Feeling”, Hetfield’ın içten sözleriyle öne çıkıyor.
Hardwired... hakkında ilk söylenmesi gereken şey, “Spit Out the Bone” gibi 80’lerden beri yapılmış en iyi Metallica şarkılarından birine sahip olması. “Blackened”, “Fight Fire with Fire” ve diğer thrash klasiklerinin ruhunu taşıyan bu parça, albümün gerçek gücünü yansıtıyor. Death Magnetic ve 72 Seasons gibi bu da bir “köklerine dönüş” albümü. Bu da, “güvenli en iyi şarkılar” kategorisine giriyor belki ama yine de sizi hayali ya da gerçek uzun saçlarınızı savurmaya itecek. “Hardwired” gibi yüksek tempolu açılış parçası Master of Puppets’ta bile sırıtmadan durabilirdi. “Murder One” ise, merhum Motörhead solisti Lemmy’ye yazılmış melodik bir saygı duruşu.
Hardwired gibi, 72 Seasons da Metallica’nın köklerine döndüğü, 80’lerdeki varoluşsal metal krallığını hatırlatan ağır ritimlere ve melankolik melodilere sahip bir albüm. Her ne kadar zayıf noktaları olsa da, grubun geç dönem diskografisinde sağlam bir yer tutuyor. En dikkat çekici nokta, müziğin ne kadar özgür hissettirdiği. “Lux Æterna” gibi zafer dolu bir havaya sahip parçalar, grubun hâlâ sahneleri doldurabildiğini ve erken 60’larında olmalarına rağmen hâlâ zirvede olduklarını gözler önüne seriyor. Elbette, “Crown of Barbed Wire” ve “If Darkness Had a Son” gibi bazı şarkılar biraz sıradan olabilir, ama bu adamlar artık zafer turunu hak etmiyor mu?
Bir gün Hollywood, kaçınılmaz Metallica biyografisini çekmeye karar verdiğinde, hikâyenin en azından bir kısmı Kill 'Em All’un yapım sürecine odaklanacaktır. Bu çılgın tempolu albüm, grubun müzik sahnesine yenilikçi bir güç olarak girişini ilan eden ilk kartviziti gibiydi. 80’ler döneminin en punk tavırlı ve belki de en dağınık albümü, ama bu bir çıkış albümü olduğu için affedilebilir. Özellikle de içinde “Whiplash”, “Seek & Destroy” ve “The Four Horsemen” gibi zamana meydan okuyan parçalar barındırıyorsa.
Sadık dinleyicilerin pek hoşlanmadığı şekilde, Metallica Load ile imajını tamamen değiştirdi. Bu albüm, onları metal yıldızlığına taşıyan yoğun rifflerden ve sololardan uzaklaşan bir deneysel çalışmaydı. Ortaya çıkan şey cesur bir karışımdı: grunge, blues ve güney rock’ı, grubun o klasik “metal kafası” tavrıyla harmanlanmıştı. (“Mama Said” ile country’ye bile kısa bir uğrama var.) Bazı unutulabilir parçalar olsa da, albüm zamanla iyi yaşlandı — özellikle de Ulrich’in eyeliner sürme dönemine takılmayı bıraktığımızda. “The Outlaw Torn”, yasla dolu bir hard rock ağıtı olarak, 90’ların en iyi Metallica şarkısı olabilir (şarkının, 1986’da Master of Puppets turnesi sırasında hayatını kaybeden basçı Cliff Burton’ın anısına yazıldığı iddia ediliyor). “Bleeding Me”, “Until It Sleeps” ve “Hero of the Day” gibi parçaları düzenli olarak dinlemeyen bir Metallica hayranı bulmak zordur.
St. Anger ile yaşanan büyük hayal kırıklığının ardından Death Magnetic, Metallica’nın thrash köklerine coşkulu bir geri dönüşüydü. Albümün açılış parçası “That Was Just Your Life”, sade ve yavaş tempolu bir gitar introsuyla başlıyor, ardından enerjik bir riff ve hızlanan davullarla birlikte “Battery” ve “Blackened” gibi klasiklere göz kırpan bir şekilde patlıyor. Ve tren burada durmuyor: “The End of the Line” ve “Broken, Beat & Scarred” parçaları boyunca durmaksızın süren hız, yalnızca “The Day That Never Comes” ile kısa bir nefes molası veriyor — bu hüzünlü bomba, ölüm ve savaşın yıkımı üzerine düşünceleriyle “One” ve “Fade to Black”i hatırlatıyor. Ardından albümün en kafa sallatıcı zirvesi geliyor: kıyametvari sekiz dakikalık destansı “All Nightmare Long”. Orijinal CD baskısında ses seviyesi savaşlarının (loudness war) kurbanı olması üzücü, çünkü bunun dışında albümde neredeyse zayıf bir nokta yok.
Grubun iki büyük ticari hitini içeren Black Album, Metallica’nın ana akıma giriş yaptığı andı — “Nothing Else Matters” ve “Enter Sandman” ile birlikte, onları metal dünyasının rakipsiz devleri hâline getirdi. Bu iki parça kuşak tanımlayan şarkılar oldu, her ne kadar artık biraz fazla çalınmış olsalar da. Neyse ki albümün geri kalanı da en az bu parçalar kadar üst düzey: “Sad But True”, “Sandman”in ardından gelen büyüleyici, eterik bir hard rock parçası; hüzünlü balad “The Unforgiven” ise albümün kalıcı başyapıtı olabilir. Thrash açısından albüm biraz hafif kalsa da, “Holier Than Thou” ve “The Struggle Within” gibi şarkılar eski usul Metallica hayranlarına adeta nitro enjekte ediyor. Sonuç olarak, grup bu albümde thrash köklerini ticari açıdan ulaşılabilir bir sound ile buluşturmaya en çok yaklaştığı noktaya ulaşıyor.
80’lerin üç büyük Metallica albümünden biri olan Master of Puppets, genellikle en sıkı hayranların bir numaralı tercihi olur: Albümde “Battery”, başyapıt niteliğindeki “Master of Puppets”, enstrümantal “Orion” ve “Damage, Inc.” gibi, grubun en dinamik döneminden gelen yüksek tempolu favoriler yer alır. Peki, “Master of Puppets” parçasından daha iyisi var mı? Büyük ihtimalle yok: Hemen tanınan açılış riff’i, şaşırtıcı soloları ve Hetfield’ın şiirsel anlamda zirveye ulaştığı sözleriyle — “Pain monopoly, ritual misery / Chop your breakfast on a mirror” — “Master of Puppets”, hâlâ metal müziğin Kuzey Yıldızı olmaya devam ediyor. Kültürel kalıcılığı ise son olarak Stranger Things dizisinin son sezonundaki etkileyici sahnesiyle bir kez daha perçinlendi. Ama rock müziği, nadiren “Welcome Home (Sanitarium)” kadar hem karanlık hem unutulmaz şekilde kasvetli olabilir — ve bu kadar dinlenesi. Bu şarkı, kötü niyetli bir akıl hastanesinin karanlık kalbine bakan, uğursuz bir balad olarak öne çıkıyor.
...And Justice for All, “Blackened”in patlayıcı riff’leriyle varoluşsal nihilizm temasıyla açılıyor — grubun, nükleer savaşın tehlikelerini ve karşılıklı yok olma garantisi doktrinini (80’lerde haklı bir kaygı) eleştiren iki açılış parçasından biri. Oradan sonra hız kesmiyor: MTV hiti “One” — I. Dünya Savaşı’nda bir kara mayınıyla konuşma ve uzuvlarını kaybeden bir askerin trajedisini anlatan hüzünlü metal baladı — ile başlayıp, ebeveyn karşıtı öfke dolu “Dyers Eve”in yüksek tempolu gitar parçalamalarıyla devam ediyor. ...And Justice for All, dünyanın günahlarını öfke ve alevle cezalandırıyor. Tüm büyük metal albümleri gibi, bu da yoğun temalara sahip ve büyük bir katharsis barındırıyor; bize hatırlatıyor ki, dünya berbat bir yer olabilir — ama hey, herkes için öyle.
Metallica’nın en bütünlüklü çalışması hâlâ Ride the Lightning. Grubun ikinci stüdyo albümü olan bu çalışma, ölümün kaçınılmazlığına odaklanıyor — genç yaşlardaki bir metal grubunun saplantı hâline getirmesi için son derece uygun, varoluşsal bir konu. Albüm, öfkeli “Fight Fire With Fire” ile başlıyor; tıpkı …And Justice for All’daki “Blackened” gibi, nükleer savaşın çılgın mantığını sorguluyor ("Yakında ciğerlerimizi dolduracak ölümün sıcak rüzgarı / Tanrılar gülüyor, o yüzden son nefesini al," diye homurdanıyor Hetfield). “Creeping Death”, Tevrat’taki Mısır belalarına metalik bir yorum getiriyor; Hetfield’ın atlı ritim gitarı ve Hammett’ın üstün gitar sololarıyla güçleniyor. Ve “Fade to Black” — grubun ilk power baladı — muhtemelen tüm zamanların en iyi Metallica şarkısıdır: intihar düşünceleri üzerine yazılmış Hetfield’ın içten sözleri (komik ama trajik bir şekilde, en sevdiği amfinin çalınmasından ilham almıştır) ve Hammett’ın şarkıyı sonlandıran ve bitmek bilmeyen solo çalışması, grubun kariyerindeki en tutarlı ve net söz yazımı örneğini sunar. Neyse ki o solo hiç bitmiyor. Çünkü kimse bitmesini istemiyor.
BU İÇERİK İLK OLARAK BRITISH GQ WEB SİTESİNDE YAYINLANMIŞTIR.