Şimdiye kadar hiçbir dizinin yapmayı beceremediği sezon finalini yaşadığımız şu dönemde hepimizin iç dünyası normalde olması gerekenden çok daha karışık sanırım. Anksiyetenin, tedirginliğin ve endişenin kol gezdiği bugünlerde şahsen çok az şeye konsantre olabiliyorum ve yine çok az şeyi takip edebiliyorum. Çünkü net bir şekilde reddediyorum. Her ne kadar bunun eksikliğini çok fazla hissetsem de aksini yapmak için de çaba sarf etmiyorum. Akıştayım.
Ne bir film izleyebiliyorum, ne yeni bir diziye başlayabiliyorum ne de bir satır kitap okuyabiliyorum. Duruyorum. Yardımıma koşan yine müzik. “Madem normalde yapmaktan keyif aldığım şeyleri yapmayı beceremediğim bir dönemdeyim, o zaman neden eskiden yapmayı çok sevdiğim bir şey hakkında yazmayayım?” dedim. Aklımda kalan, içime işleyen ve “Ah keşke o sahnede ben oynasaydım da fonda o şarkı çalsaydı” dediğim dizilerin müzikleriyle başlamak istedim.
Zevklerin ve renklerin tartışılabilirliğine inanan biri olarak mesela Peaky Blinders’ın, Six Feet Under’ın, Fleabag’in, Glee’nin, Killing Eve’in, Stranger Things’in, Arrested Development’ın, Dark’ın, Mindhunter’ın, Twin Peaks’in, Mr. Robot’un, Breaking Bad’in, Angel’s in America’nın, The Night Of’un, The End of the F***king World’un ve saymakla bitiremeyeceğim, salgın öncesi dünyaya ait insanların hikâyelerinin ve hayatlarının anlatıldığı bu dizilerde çalan müziklerin en az ikisini hatırladığınıza inanmak istiyorum. Hatırlamadıysanız şu an her ne yapıyorsanız bırakın ve hafızanızı zorlayın, biliyorum ki derinlerde bir yerde hatırlanmayı bekliyorlar.
Mesela benim halihazırda hatırladıklarım; Peaky Blinders’ta Thomas Shelby’nin paranoyanın ve şüphenin içinde kaybolduğu zamanlarda göl kenarında tek başına otururken, Radiohead- Pyramid Song’la başlayan o muazzam sahnesi ve devamı…
Glee’de, Artie’nin tekerlekli sandalyesiyle ve gitarıyla ‘Billie Idol- Dancing with Myself' cover’ıyla tiyatro sahnesinde yaptığı o dans… Fleabag’de, isimsiz muazzam kadın karakterimizin Alabama Shakes This Feeling’le yüzümüze tüm fütursuzluğuyla vurduğu hikâyesi... Killing Eve’de, birinci sezon ikinci bölüm açılışında Cigarettes After Sex-K çalarken Sandra O’nun sadece sokakta karşıdan karşıya geçmesi, başka hiçbir aksiyonun olmaması benim için öldürücü bir darbedir ve hedefine ulaşmış bir çabadır. Stranger Things, dönemi itibariyle kostümlerinden, mekânlarına ve müziklerine kadar tamamen benim çocukluğuma ait bir dizi olsa da Cyndi Lauper-Time After Time, The Police-Every Breath You Take, Duran Duran- Girls On Film gibi 1980’lerin olmazsa olmazları, yine birçok hatırayı uyandıracaktır.
Seri katillere şimdiye kadar hiç bu kadar yakın olmadığımız Mindhunter’da David Bowie- Right, Marienne Faithfull- Guilt, Led Zeppelin- In The Light yine ilk aklıma gelen güzelliklerden. The Night Of’ta John Turturro’nun canlandırdığı New York’lu avukat Jack Stone’un, Nasir’i hapisten kurtarmak için verdiği mücadele ve yine hafızamı zorlayınca hatırladığım, Mazzy Star-Into Dust... Six Feet Under’ın gelmiş geçmiş en iyi dizilerim arasında yer almasının başlıca sebeplerinden biri muazzam bir soundtrack’inin olmasıdır. Caesars- Don’t Fear The Reaper, Phoenix-Everything Is Everything, Radiohead- Lucky, The Arcade Fire- Cold Wind say say bitmezlerdendir. Ve benim için son zamanlarda yapılmış en başarılı işlerden bir çizgi roman uyarlaması olan The End of the F**king World’de Alyssa ve James’in anlaşılması güç, müthiş aşk hikâyesi ve dizinin soundtrack’i benim için hazine niteliğinde. A Better Beginning, Beautiful Bad, Wedding March favori şarkılarımdan olsa da Lisa Hannigan- Fall çalarken Allysa’nin dudaklarından dökülenler, şu an benim de bağıra çağıra söylemek istediklerime çok yakın. Diyor ki; “Bazen yorgunluktan nerede başlayıp nerede bittiğimi bilmiyorum. Sanki eriyormuşum gibi hissediyorum. Ama iyi anlamda değil.”
Bu yazı GQ Türkiye Yaz 2020 Sayısında yayınlanmıştır.
Serkan Altunorak'ın 'Sessiz Kaos' yazısını buradan okuyabilirsiniz.