Bird’ün Kasvetli Gölgesinde Bir Barry Keoghan Portresi
Dergi Konuları

Bird’ün Kasvetli Gölgesinde Bir Barry Keoghan Portresi

Son yıllarda The Banshees Of Inisherin, The Green Knight, Eternals ve Saltburn gibi yapımlardaki etkileyici performanslarıyla radarımıza giren Barry Keoghan ile Bird filmi için bir araya geldik.

Vahşice oynayabilen ve bu nedenle hiçbir koşulda evcilleştirilmemesi gereken bir oyuncu için en büyük şans, onu özgür bırakmakta tereddüt etmeyen bir yönetmendir. Bu yüzden Barry Keoghan’ın Bird’deki performansını övmeden önce, filmin yönetmeni Andrea Arnold’a hakkını teslim etmem gerek. Prömiyerini bu sene Cannes’da yapan Bird, hayatın kıyısında yaşayan karakterlerin incelikle işlenmiş hikayesini anlatıyor. Bird, sadece bir yaşam mücadelesi ya da toplumsal gerçekçi bir hikaye değil; aynı zamanda insan ruhunun kırılganlıkları ve direnci üzerine, merkezine alışılmadık bir baba-kız hikayesini yerleştiren masalsı bir anlatı. Film Arnold’un, sert gerçekçilikle şiirsel anlatımı birleştiren tarzının belki de en güçlü örneği. Ve bu defa bizi yalnızca salt gerçeklikle değil, bu gerçekliği kıracak bir parça doğaüstü ögeyle de karşı karşıya bırakıyor.

Andrea Arnold’un şiirsel yönetimi ve Barry Keoghan’ın etkileyici performansı, Bird’ü yalnızca bir film olmaktan çıkarıp, derin bir yaşam deneyimine dönüştürüyor. Arnold’un karakterlere duyduğu şefkat, Keoghan’ın Bug’a kattığı çelişkili ama sevecen dokunuş ve Franz Rogowski’nin Bird karakterine yüklediği masalsı hava, filmin daha ilk saniyelerinden itibaren samimiyetinden şüphe edilemeyecek bir evren yaratıyor. Arnold’un hikaye anlatımı, her zamanki gibi son derece yoğun, ama her anında içten. Hayal ile gerçeğin sınırlarını zorlayan sahneleri, filme neredeyse masalsı bir hava katıyor. 

Bu sırada benim dünyamda da olaylar hızla ve adeta masalsı bir şekilde akıyor; filmi izlememin üzerinden henüz üç saat geçmişken, bilgisayar ekranımda beliren ve New York’taki otel odasından bana el sallayan Barry ile konuşmaya başlıyorum.

Bird’ün karanlık ve kasvetli dünyasında Barry’nin hayat verdiği Bug, kusurları kadar sevgisiyle de var olan çelişkili bir baba figürü. Kaotik ve dürtüsel bir adam ama aynı zamanda çocuklarına derin bir sevgi besliyor. Keoghan, Bug’ın kendi geçmişinden tanıdığı, ‘bencil ama masum’ bir adamı anımsattığını söylüyor. Bu tanıdıklık ona rolü sahiplenme ve karakterin hatalarını samimiyetle yansıtma gücü vermiş. “Kusursuz bir baba yoktur” diyor Barry, “Ama bu karakterin gerçekliği, onu izleyen birçok kişiye, ‘Benim babam da böyleydi’ dedirtecek türden. Bu tanıdıklık bir yandan iç acıtırken bir yandan da bağ kurmaya açık bir alan yaratıyor.” 

Bug karakteri birçok kişi gibi bana da kendi babamı anımsatıyor. Bu noktada araya giriyorum ve kendi babamdan yola çıkarak Bug’ın kaotik ama bir o kadar hassas ve ilgi dolu yanlarını nasıl dengelediğini sormak istiyorum. Bug, çocuklarına çok bağlı ama aynı zamanda pek çok açıdan kusurlu bir adam. Barry, bu soruya içtenlikle cevap veriyor: “Geldiğim yer, aile dinamikleri açısından filme çok benziyor. Bug’a baktığımda bana amcamı hatırlatıyor, bencil bir adamdı, ama bu kötü bir bencillik değil, farklı biçimlerde ortaya çıkan masum bir bencillik. Fakat aynı zamanda orada öğrenecek çok şey vardı. Bug mükemmel bir baba değil, ama kim mükemmel ki? Sanırım filmin gerçekliği göstermesi, sizin gibi birçok insanın ‘Babam da biraz böyleydi’ diye düşünmesine yol açıyor. Bu hoş bir şey, çünkü bu şekilde bir perspektif kazanıyorsunuz: Bu adam çocuklarını seviyor. Film boyunca çocukları için bir şeyler yapmak istediğini ve onların yanında olmayı istediğini görüyorsunuz. İhtiyaçlarının her zaman önce gelmesi gerekmediğini fark ediyor. Bir nevi kardeşlik ilişkisi gibi, değil mi? Bazen bir baba olduğunu unutuyor. Andrea’nın böyle dürüst bir ilişkiyi yakalaması gerçekten etkileyici.”

Bug’ın merkezindeki çatışma, yalnızca bir ebeveyn olarak yaptığı hatalarla değil, aynı zamanda çevresel koşullarla da ilişkili. Filmin geçtiği Gravesend kasabası yoksulluğu, izole edilmişliği ve toplumsal dışlanmışlığıyla karakterlerin seçimlerini ve hayatta kalma mücadelelerini doğrudan etkiliyor. Keoghan, Bug’ın yaşam alanını şu sözlerle anlatıyor: “Gravesend’in atmosferi, Bug’ın kimliğini şekillendiren şeylerden biri. O ortamda bir baba olmanın ne anlama geldiğini anlamak, oyunculuk sürecimde bana çok yardımcı oldu.” 

Bird’ün Kasvetli Gölgesinde Bir Barry Keoghan Portresi

Filmde Barry’nin kızı rolünde izlediğimiz genç oyuncu Nykiya Adams’la setteki ilişkilerini merak ediyorum. Nykiya’nın olağanüstü performansının arkasında hiçbir oyunculuk deneyiminin olmaması ilk başta beni şaşırtıyor. Ancak Barry’nin oyunculuk üzerine anlattıkları zihnimde yeni bir perspektifi aralıyor: “Oyunculuk deneyimi olmayan kişilerden bir şeyler öğrenmek ve onları izlemek benim için çok değerli. Onlar kendi seçimlerini getiriyorlar, eğitimli bir yerden gelmiyorlar. Ben de eğitimli bir oyuncu değilim. Onların seçimlerini izliyorum, içgüdülerini merak ediyorum. Sürekli ‘Neden...? Bunu neden yaptın? O seçime ne yönlendirdi? O âna nasıl geldin? Bu kadar çabuk nasıl bu kadar öfkelendin?’ gibi sorular soruyorum. Eğitimsiz oyuncuların performansları bazen eğitimli oyunculardan daha çok ilgimi çekiyor. Çünkü onların önceden planlanmış hisleri yok ve kameraya nasıl bakacaklarına dair açılar belirlemiş değiller. Eğitimsiz oyuncuların performansı, belgeselvari bir ânı yakalama hissi yaratıyor. Bu da beni daha çok cezbediyor.”

Arnold’un karakteristik yönetmenlik stili, Bird’de bir kez daha parlıyor. Filmde doğallık ve belgeselvari bir gerçekçilik hakim. Barry, bu yaklaşımın oyuncular için nasıl cesaret gerektirdiğinden bahsediyor: “Bir senaryonuz yok, her şey anlık. Bu hem korkutucu hem de keşifle dolu bir deneyim. Gerçekliği böylesine saf bir şekilde yakalayabilmek büyüleyici.”

Barry’yi yakından takip eden biri olarak, Andrea’yla uzun zamandır çalışmak istediğini biliyordum. Ancak detaylı bir senaryo olmadan, karakterin hakkında çok şey bilmeden böyle bir maceraya atılmanın kolay olmadığını tahmin ediyorum. Barry, bunu başarmak için önce insanın kendisiyle barışık olması gerektiğini vurguluyor: “Bu seçimi yapabilmek için önce kendinize ve tabii ki sonra yönetmeniniz Andrea Arnold’a güvenmeniz gerekiyor. O kesinlikle böyle biri. Bunu içtenlikle söylüyorum. Çalıştığım çoğu yönetmen için benzer şeyler söyleyebilirim ama Andrea’nın yeri ayrı. Yarın bana sadece bir senaryo özeti bile gönderse, kesinlikle kabul ederim. Ona büyük bir saygım var. Özellikle başkalarını kendisinden öne koyduğunu görmek beni derinden etkiliyor. Bu yüzden onu çok özel buluyorum. Senaryosuz çalışmaya gelince, ben zaten hep yeni maceralar arıyorum. ‘Nasıl yeni bir şey bulabiliriz?’ sorusu beni cezbediyor. Bazı insanlar belgesel gibi gerçekçi işler yaratmak ister, bazıları sizi belirli senaryoların içine koyar. Senaryosuz çalışmak bambaşka bir yöntem; içgüdülerinizi serbest bırakmanıza olanak tanıyor. Oldukça spontane, biraz korkutucu ama tamamen keşif dolu bir süreç. Ve en sonunda Cannes’da final ürünü gördüğünüzde ‘İşte bütün mesele bu’ diyorsunuz.”

Film yalnızca Keoghan’ın performansıyla değil, aynı zamanda Franz Rogowski’nin canlandırdığı Bird karakteriyle de dikkat çekiyor. Bird, Nykiya Adams’ın hayat verdiği Bailey’nin dünyasına bir anda giren, hayal ile gerçeğin sınırlarını bulanıklaştıran gizemli bir figür. Arnold, bu karakter aracılığıyla çocukluk masumiyeti ile tehlike arasındaki o ince çizgiyi ustalıkla resmediyor. Keoghan ise Bailey ve Bird arasındaki ilişkinin doğallığından özellikle etkilenmiş: “Bu ilişkide bir yargı yok, bir açıklama zorunluluğu da yok. Bu, tıpkı hayatın kendisi gibi; karmaşık ama anlamlı.” Filmin güzelliklerinden biri de Bird’ün (karakterin) kim veya ne olduğunu tam olarak bilmeyişimiz. Genç bir çocukken Barry’nin hayali bir arkadaşı ya da kendini içine koyduğu bir paralel dünya gibi bir şeyi olup olmadığını soruyorum:

“Bu hissi köpeklerde ve genel olarak hayvanlarda buluyorum. Özellikle köpeğim Koda, zor zamanlarda enerjimi yükseltir ve yanımda olduğunu bana hissettirir. Bu canlılar size yalnızca varlığıyla destek olur, sizi asla yargılamaz. Bence bu, Bird karakterinin temsil ettiği şeyle de benzer. Küçükken, hayali şeylere ya da hayvanlara yaslanır ve onların bizi yönlendirmesine izin verirdik. Andrea, Bird karakteri üzerinden yargılamayan bir varlığı olağanüstü bir şekilde yansıtıyor.”

Bird’ün Kasvetli Gölgesinde Bir Barry Keoghan Portresi

Saltburn’le ilgili bir şey sormadan Barry ile konuşmayı sonlandırırsam çok pişman olacağım düşüncesi aklıma geliyor. Filmin dünya çapında bir fenomen haline gelmesini nasıl deneyimlediğini merak ediyorum. Özellikle de filmin sonundaki ikonik dans sahnesi… “Aslında Saltburn’den önceki yapımlarda büyük çıkışını yaşamıştın ama bu farklı bir boyuttu, değil mi?” diye soruyorum. “Evet, Saltburn’ün seyircide bıraktığı etki inanılmaz. Bunun için gerçekten çok minnettarım. Her işime aynı bağlılık ve sevgiyle yaklaşıyorum. Ama bazı filmler diğerlerinden daha çok izleniyor. Yine de bir işe yaklaşırken ‘Bu büyük bir proje olacak!’ diye düşünmüyorum. Benim için senaryo, yönetmen ve karakter en önemli üç unsur. Saltburn bir fenomendi. Çok büyüktü, korkutucuydu. Herkesin bana baktığını hissediyordum ve ironik bir şekilde, filmde de herkes bana bakıyordu. Özellikle o dans sahnesinde. TikTok ve Twitter gibi platformlardan gelen geri dönüşler, mahremiyetin büyük ihlaliydi. Her şeyi devre dışı bırakmayı düşündüğüm anlar oldu ama bunu yapmam gerektiğini de sanmıyorum. Çünkü meraklı biriyim; konuşulanları duymayı seviyorum. Ama Saltburn özelinde bu çok garip bir durumdu. İnsanlar filmlerinizle ilgili bir şey bulamayınca özel hayatınıza bakmaya başlıyor. Bu da garip bir durum yaratıyor. O yüzden bu sürecin benim açımdan tuhaf olduğunu söyleyebilirim.”

Barry’ye ve yeni filmi Bird’e olan saygımdan Saltburn hakkında sormak istediğim her şeyi şimdilik zihnimden temizliyorum. Barry Keoghan’ın en etkileyici özelliği, yüzünde bir mikro evren yaratarak minimal bir mimikle derin duygular aktarma kabiliyeti. Bir aktör olarak dürüstlüğü, göz kamaştırıcı duygusal zekası ve karakterlerine kattığı özgün enerji, onu modern sinemanın eşsiz figürlerinden biri haline getiriyor. Oynadığı her rolde izleyiciye salt bir hikaye değil, derin bir deneyim sunuyor.

Bird, yalnızca bireysel hikayelerin öne çıktığı bir film değil; aynı zamanda güçlü bir toplumsal eleştiri. Gravesend’in kasvetli atmosferi ve bu çevrede hayatta kalmaya çalışan bireylerin yaşamları, modern toplumun görünmez bıraktığı kesimlere ayna tutuyor. Barry Keoghan, bu tür hikayelerin önemini şu sözlerle vurguluyor: “Bunlar, anlatılması gereken hikayeler. Çünkü bu insanlar yaşıyor, seviyor ve hayatta kalmaya çalışıyor.”

Andrea Arnold’un yazıp yönettiği; başrollerinde Barry Keoghan, Franz Rogowski ve Nykiya Adams’ın bulunduğu ‘Bird’  MUBI'de izleyici ile buluşuyor.

 

İLGİLİ İÇERİKLER Bird film önerisi
İlgili Başlıklar
Daha Fazlası