En zoru ilk edito, öncelikle bunu söylemeliyim. İnsan zamanlamasını bile kestiremiyor. Derginizle duygusal bağınızı en çok güçlendiren şey son düzlüğe girdiğiniz baskı günleri oluyor. Ancak o zaman da cümleleri yan yana getirme yeteneğiniz hasar görüyor. Yine de ilk GQ Türkiye editomu derginin tüm sayfaları karşımda diziliyken yapmak en doğrusu geldi. 9 yıl dünyanın en çok satan kadın dergisinde (Vogue) editörlük yaptıktan sonra, en çok okunan erkek dergisine adapte olmakta zorlanmamak adına sağlam ata oynadım; kapak çekimini David Gandy ile gerçekleştirdik. Başlangıç motivasyonu olarak gelmiş geçmiş en ünlü erkek ‘top model’... DNA sayısında mükemmel yüzü, fiziği, tavrı, stili, zevki; kısacası Kusursuz DNA’yı temsil edecek bir başka isim gelmemişti aklımıza.
Başlangıç demişken… Yeni GQ’dan bahsedeyim. 5. yılında dergiyi yenileme kararı aldık ve her şeye sıfırdan başladık. Yeni bir yayın anlayışı ve yeni bir tasarım için kolları sıvadık. Bu sayıdan itibaren yayın hayatımıza, GQ’nun açılımı olan ‘Gentlemen’s Quarterly’ şeklinde, yani yılda 4 dergiyle devam edeceğiz. Şu an elinizde tuttuğunuz Sonbahar 2016 sayısı. Sonsuz hız kazanan popüler hayat, şehir ve tüketim ritüellerine karşı hızla tüketilecek değil; zamana karşı dayanıklı, koleksiyonu yapılacak, değerli bir yayın yapma heyecanı taşıyoruz. Her sayının kapak konularını ve ağır toplarını yalnızca trendler ve dönemin konuşulanları değil, o sayının konsepti belirleyecek. Sezonluk yayın periyodunun bize hayal ettiğimiz o koleksiyonluk sayıları yaratma fırsatı vereceğine inanıyoruz.
Hızla değişen moda dünyasının, trendlerin ve şehrin nabzını tutmanın en hızlı yolunun gq.com.tr olduğuna karar verdik. Derginin raflarda yerini aldığı günlerde, web sitemiz de yeni tasarımına geçmiş olacak. Burada en büyük hevesim yaratıcı, eğlenceli ve bilgi veren videolar çekmeye başlayacak olmamız.
İlk sayının konseptini düşünürken, önce GQ tarihine ve centilmenler dünyasının özüne inmeye karar verdik. DNA fikri de zaten ilk olarak biz kendi dersimize çalışırken ortaya çıktı. Tam da o günlerde fikirlerini ve yorumlarını almak için aklımdaki centilmenlerle buluştum. Üst düzey yöneticilerden yeni jenerasyon yaratıcılara yaklaşık 50 havalı erkek… O sohbetler sırasında herkesin öze dönüş ve DNA konusunda söyleyecek ne kadar çok sözü olduğunu gördüm. Birçoğu için öze dönüş aynı zamanda yeni bir gelecek modeliydi. Bu benim de bir dergici olarak hayalimdi. Eski, naif, derin değerleri de bugüne taşıyabileceğim, yenilikçi bir yayın...
Arkadaşlarımla dirsek dirseğe vererek imkansızı başaracağım yaratıcı prodüksiyonlar, izlediğimiz bir filmin havasına girip gerçekleştireceğimiz çekimler. Bir odaya 10 kişi kapanıp derginin taşıyıcı konularını çıkaracağımız günler; sadece bakılacak değil, okunacak konular; ilk defa bizim dergide insanların karşısına çıkacak yüzler, bir yandan güçlü isimleri, bir yandan da yeni yetenekleri yanımıza alıp yaratacağımız işler… Tam da bu sebeple yenilenen GQ’da imzası olan herkesin benim için ayrı anlamı var. Okuduğunuz sayfalar ülkemiz tarihinin belki de en garip günlerini yaşarken meydana çıktı. Dergiciliğin tuhaf büyüsü ve biraz da kaderi bu. Bulunduğunuz yerde ne yaşanırsa yaşansın siz bir tez yetiştirir gibi her şeye rağmen onu bitirmeye çalışıyorsunuz. Bazen gerçeklerden koptuğunuz için kendinize kızıyorsunuz, sonra diyorsunuz ki “Bu dergi insanlara ilham verecek, onlara hayal kurduracak, yeni hayatlarla tanıştıracak. Bir sürü yaratıcı insana, fikre platform olacak.” Bir ‘deadline’ınız var ve bir gün sonra ne yaşayacağınızı bilmeseniz de, derginiz sizin sesiniz, geleceğiniz gibi geliyor. Duygusallığınız iyice artıyor.
Yenilenen tasarımımız, Ulaş Eryavuz imzası taşıyor. Bir gece çalışırken öğrendim ki, yıllar önce Lucca’nın kimliğini de o oluşturmuş. Mekanın sahibi Cem Mirap da bu sayıda. Ama yeme-içme sayfalarında değil, dünyanın üç köşesinde aldığı sörf derslerini yazdı. (Kapak çekimimiz ülkeye giriş-çıkışın en zor olduğu günlere denk geldi. Fotoğrafçı Koray Birand, sürekli değişen programımıza ayak uydurmak için en sonunda Paris’ten trene atlayıp Londra’ya ulaştı. O günden itibaren her şey güzelleşti. Mükemmel DNA için aklıma ilk gelen isim David Gandy, hakikaten kusursuzdu. Fotoğraflarına bakmanız kadar yazısını okumanızı da öneriyorum, ben yazdım diye değil; sözlerinden çıkacak dersler olduğu için. Bu sayıda özgün değerlerimizi hatırlamaya çalıştık. Geçmişimizi düşünürken aklımıza hep alt komşumuzun, sınıf arkadaşımızın paşa dedeleri geldi. Hepimizin yakınında vardı. Ya saray geçmişlerinden, ya askeri ya diplomatik kökenlerinden onlara ‘paşa’ deniyordu.
“Bu bizim DNA’mızda var, dergimizde de olmalı” dedikten ve çekimlere başladıktan sonra, OHAL ilan edildi, o ayrı… Ekin Özbiçer’in fotoğrafladığı bu portre konusu da görmeye değer.
Yenilenen GQ stil sahibi olmaya önem veriyor. Başta giyim-kuşam konusunda. Sonra, hayat biçimi olarak. Dergiyi açmamızla birlikte hem sosyal hayatınız hem de iş hayatınız için bolca stil önerisi bulacaksınız. Pratik ve yaratıcı fikre inanıyoruz. Onu da göreceğiniz sayfalar var. Yüksek modayı ve görsel şöleni ise derginin sonuna sakladık. Cesareti olan, dünya modasını oradan takip edebilir. Anadolu’nun pek çok medeniyetin, mitolojik hikayenin ve felsefenin doğduğu yer olduğunu DNA sayısında unutmadık; sezonun ‘göçmen’ trendini anlatan çekimini Kapadokya’da gerçekleştirdik.
GQ Türkiye Yayın Yönetmeni olduktan sonra ilk toplantım Londra’daki Condé Nast ekibiyle Skype üzerinden oldu. Bana son sordukları soru bu derginin ilham perisidir:
“Dünyada 19 GQ edisyonu var. Tek kadın GQ yayın yönetmeni sensin -daha önce sadece bir kere daha olmuştu-. Bu kadar ataerkil bir toplumda, bundan korkmuyor musun?” Gülümseyerek bence birçok arkadaşımın vereceği cevabı verdim. “Korkmuyorum, bütün Türk kadınlarının DNA’sında var bu mücadele ruhu.”
Huzurlu bir sonbahar dileğiyle…