Mina, renkten, desenden çekinmeyen, hayatın neşesini, doğanın yadsınamaz sükunetini sığdırdığı Anim koleksiyonları ile kalbi ve evi aynı anda giydiren birisi. O da Anim’i bir markadan ziyade bir yolculuk olarak görüyor; “hareketli, renkli, heyecan verici bir yolculuk.” Tüm bu havai fişek parıltısının ardında da, köklerine sahip çıkan, lokale, emeğe değer veren, şeffaf, sürdürülebilir bir anlayış var. Onda hayattan keyif alan, yeni tatları keşfeden, her daim meraklı, heyecanlı, göçebe bir ruh var. Sürekli keşfeden, gelişen, gelişirken değişen ve dönüşen... Bana kalırsa her bir tasarımı bu kadar çekici kılan da bu. Kurucusunun sıcaklığı ve samimiyetini rafine bir tavırda veren parçalar, hiçbir tesir altında kalmaksızın kendi hikayelerini anlatıyorlar.
Hayatına ev tekstili ile başlayan Anim, şimdilerde hazır giyim ile büyüyor. Yani, normalde gördüğümüz marka stratejilerinden biraz farklı. Sebebi ise ardında bir strateji olmaması esasında. Ona göre “Anim Mina’nın ta kendisi. Çoğu zaman ise tam tersi. Hayat gibi, tepetaklak.”
Habercilik alanında yoğunlaşan ilk kariyer adımları sonrası Anim’i kuruyor. Bugününden farklı görünen bu macera, günün sonunda Anim’i şekillendiren betimleyici detaylar halini alıyor. “Her ne yaparsam yapayım asla pes etmemek ve “hayır”ı bir cevap olarak kabul etmemek haberciliğin bana öğrettiği en değerli şeylerden biri oldu. Çok çalışmak, çok araştırmak ve konuları derinlemesine analiz etmeyi öğrenmek, tüm bunların sonucunda da hikaye anlatma sanatını benimsemek...’’ Anim’in göçebe olduğu kadar insanı evde hissettirebilen tavrının kökleri de buraya uzanıyor ona göre. “Bir insanın başlı başına merak etme ve sorgulama duygusuna sahip olması ve bu duygular uğruna göçebe bir ruhta bu dünyaya gelebilmiş olması...” Geçmiş ve bugünün kesişimi bir yolda ilerleyebilmek, markanın manifestosunda ilk günden beri olan bir değer. Var olmayı unutabilen biri olarak, Mina’yı hem anda hem de geçmişte var eden düşünce yapısı bana çok ilginç geliyor. Ve bunu Anim’e yansıtma şekli... Köklerini kültürel sorumluluğa uzatan pratikleri bu yolculuğun bir parçası yapmış olması... Günceli eski ile birlikte yorumlamak onu heyecanlandırıyor: “İmgelerin ne olduğundan çok bana ne ifade ettikleri ile ilgileniyorum. Referanslar tarih kapsamında kendini tekrar edebilir, ama kreatiflerin onları nasıl yorumladığı hep kendine has kalıyor.’’ Ana gelirsek... “Anda olmak hala üzerine çalıştığım bir şey, tarif edebileceğimi düşünmüyorum.” Yaşamı içinde barındıran her anda, her şeyde bir enerji var. Hala anılarınızda yemyeşil büyüyen o portakal ağacı, sofrayı ve sohbeti paylaşarak birlikte doyduğunuz sevdikleriniz, babaannenizin evinde fotoğrafınızın hemen yanında konuşlanmış o biblo... Her birimizin enerjisine çekildiği şeyler var. Mina için o şeylerin hepsi çok değerli. Babaannesinin 80’li yıllarda Büyükada’daki evinde yaşayan ahşap koltukları, anneannesinin evinde kanaviçe kumaşlarla dolu o odanın kokusunu hatırlıyor. Bu birkaç ufak anının bambaşka kapılar açabilecek güce sahip olduğunun farkında: “Bazen çok büyük hatıralar, bazen çok küçük anlar... Her biri benim en büyük ilham kaynaklarım.” Bu noktada, seçtiği anlamlı ve yaratıcı yolda zarafet ile ilerleyen birinin reel dünyadan nasıl etkilendiğini merak ediyorum. Negatif olanla, omuzda yük oluşturanla, zihinde tekrar edenle; sadece kendimize değil aynı zamanda şehrimize, dünyamıza ve insana üzüntü veren şeylerle nasıl bir diyalog içinde olduğunu. Habercilik yaptığı dönemde yüzleştiği olayları hatırlıyor. Dünyanın dört bir yanında patlayan bombalardan, dünyanın içinden çıkmamaya ant içmiş gibi göründüğü savaşlardan bahsediyor. “Uzun zamandır birçok boyutta farklı gerçeklikler ile diyalog halindeyim. Şu an içinde bulunduğum sektör ise optimist olmak, hayal etmek, her şeye rağmen yaratmak üzerine kurulu. Anlamaya çalışıyorum; empati yapmaya, derinlikli düşünmeye çalışıyorum. Dolayısıyla kendi dengemi bulmaya çalışıyorum diyebilirim. Elimden gelenin en iyisini ve daha da iyisini yapmaya çalışıyorum.’’
Mina son zamanlarda var olmayı, dönüşümü, tekstilde sürdürülebilirliğin mümkünlüğünü, 70’li yıllarda yaşamanın nasıl bir şey olabileceğini düşünüyor. İstanbul ve Los Angeles arası yarattığı bu hikayeye devam ederken o, Joan Didion’dan What I Mean’i okuduğu şu günlerde anda olmanın ne demek olabileceğini keşfe çıkıyor.