Kişisel hayatımda kendimi yaratım süreciyle ilgili çok fazla konuşurken buluyorum. Bu biraz kreatif endüstrinin içinde büyümekten geliyor, elimin çarptığı herkesin bu konuyla ilgili fikrini, çalışma yöntemlerini ve bu süreci nasıl yönettiklerini merak edip bu soruyu herkese soruyorum.
Farklı kreatif medyumlarda çalışan tüm arkadaşlarımdan bir şekilde kendi yöntemlerini öğrenmeye çalışıyorum. Sebebini bilmediğim bu sorgulama bizi her zaman farklı bir düşünceye ve bakış açısına yönlendiriyor. Örneğin bu yazıyı hazırlarken aylardır yaratım sürecimde zorluk çektiğimi daha doğrusu kendi yöntemim olduğunu yıllar sonra fark ettiğim son dakika yaratımını aynı sorgulamayı yaparken kendi albümünü kaydetmekte olan müzisyen arkadaşım Matyas Moricz’den de farklı bir şekilde duyuyorum. Çünkü 1 yıldır kaydetmekte olduğu albümün şarkı sözlerini o da stüdyo kaydına bir gün kala yazmaya başlıyor. Bunun kötü bir alışkanlıktan çok bir üretme şekli olduğunu görmek, basitçe tembellikle yargılamaktan ziyade bir stil olduğunu görmek kendi sürecimle barışmamı sağlıyor. Şayet bugüne kadar yazdığım tüm yazıları, yaptığım tüm çekimlerin hazırlıklarını hep son dakikada yaptım. Ama bunun yaptığım işi zayıflattığını değil güçlendirdiğini farklı insanlar üzerinden görmek bakış açımı ve konuya olan yaklaşımımı değiştirdi. Daralan süre daha fazla zorluk, daha fazla meydan okuyuş anlamına gelebiliyor.
Bu sayı OPS içindeki “progress” kelimesini müzik üzerinden değerlendirmek adına farklı medyumlarda ve seviyelerde üç isimle müzik dünyasının sahne arkasını, son ürünün süreçten ibaret olduğu müzik mutfağını konu alıyoruz.
Rick Rubin | Shangri La Malibu 1 Creative Act:
Eğer müzikle biraz ilgiliyseniz, Rick Rubin’i size tanıtmama gerek yok, ancak biraz daha mutfağın gerisinde biriyseniz, sizin için yine de onun kim olduğunu keyifle anlatabilirim. Müziği doğası gereği hangi janrada olursa olsun bir orkestra gibi anlatabiliriz. Her iş bir süreç ve bir ekip işi, ancak konu müzik olduğunda mutfak kısmında bizim tanrısallaştırdığımız her sanatçının tanrısı olan bazı isimler var. Bu isimlerden en büyüğü kim diye sorulacak olursa endüstriden çıkacak tek bir isim var; Rick Rubin ve Shangri- La Malibu Stüdyoları.
Beastie Boys’dan Adele’e, Jay Z’den Jhonny Cash’e, Red Hot Chili Peppers’dan Neil Young’a, hatta bu sayı konuğumuz Miles Kane’in The Last Shadow Puppets’ının son albumüne kadar aklınıza gelecek tüm büyük müzik albümlerinde Rick Rubin’in ve Shangri La Malibu’nun imzası var.
Kendisi yalnızca bir müzik dehası değil, müzik felsefesinin ve kreatif sürecin üzerine oldukça fazla kafa patlatmış yalın ayaklı bir guru.
Kendisini tanıyan herkes ağzından dökülen bilge birkaç cümleye bile razıyken o bize yeni kitabı “Creative Act”i verdi. Rubin’in nükteli bir dilde yazılmış yaratıcı sürece ilişkin olan tavsiyeleri yer yer çelişkili görünse de, sanatçıya sınırlamaları zorlayan bir hayat yaşamasını öğütlüyor. Aynı çelişkinin içinde bazen bu sınırlamaları aktif olarak benimsemeninse yardımcı olabileceğini söylüyor.
Pratik yapmak her zaman iyi bir fikir, aynı şekilde rutinleri terk etmek de öyle. İşin daha eksiksiz bir şekilde gelişiminde egonun bir kenara bırakılmasının büyük öneminin olduğu ise artık su geçirmez bir gerçek. Sanatçı silahlarına ne kadar bağlı ya da ne kadar ödün veriyor? Tüm bu sorgulamaları kurnaz bir dille ve yılların verdiği tecrübe ile anlatan Rubin’in bu kitabı bazılarına göre Kaliforniya’nın yeni çağ Nostradamus’u. Kreatif sancılarınıza iyi gelecek bu kitap mutlaka okunmalı.
Carlos Mas | Prodüktör / Ses Mühendisi
Carlos ile Nick Cave, The Prodigy, Spice Girls gibi efsane isimlerin kayıt yaptığı Shoreditch’deki bağımsız stüdyo Strongroom’da tanışıyorum. Gecenin ikisinde Roger Waters’ın hepimizin merakla beklediği, Pink Floyd’un yeni Darkside of the Moon yorumunun kaydını bizden yaklaşık bir saat önce bitirdiklerini söylüyor. Kendimi adını daha önce duymadığım bu sessiz, dahi görünümlü adama bir anda yaptığı iş için ne kadar takdir aldığını sorarken buluyorum. Tüm dünya onu tanısın istiyorum. Ama o sadece işini yapıyor, müzik mutfağının görünmez kahramanlarından yalnızca biri. Mas, Caracas Venezuela’da doğmuş dört yaşında konservatuara başlamış, kendini 7 yaşında ilk mixtape kasetini yaparken bulmuş. 14 yaşında kendi şarkılarını kaydetmeye başlamış. Dizgili synth’lere ve davul makinelerine olan ilgisi sonrası o dönem kendi müziğini yapmaktansa başkalarının kayıtlarına yardımcı olmaya daha çok heyecanlanmış. 19 yaşından beri kayıt stüdyolarında çalışmaya devam ediyor.
23 yaşında Buenos Aires’e taşınıp 2015 yılında henüz 25 yaşında Famasloop’un “allí estás” parçasıyla ilk Latin Grammy adaylığını alıyor. Tam bir yıl sonra ikinci adaylığını alıyor. 2017’de ise Londra’ya taşınıp Strongroom’da kendi stüdyosu için çalışmaya başlıyor. Jessie Reyez, Yungblud, MGK, Tems, Summer Walker, Brent Faiyaz, Roger Waters, Chase & Status, Names, Flash Amazonas, Khartoum, Gran Radio Riviera, Ulde High, son zamanlarda birlikte çalıştığı isimlerden yalnızca bazıları. Son işi ise az önce de bahsettiğim Roger Waters’ın “Dark Side of the Moon”u. Mutfağın en önemli kollarından birinde olan bu isimlere sanatçılar kadar takdir gösteriyor muyuz? Bu bir soru işareti.
Eminzada | Don’t Tell My Mom: Yeni Nesil Yetenek
Eminzada, kendine has stili ve güçlü düşünce sistemiyle kendini boyutlar arası bir sanatçı olarak tanımlıyor. Bakü Azerbaycan’lı yeni nesil yetenek, yaşadığı İstanbul, Los Angeles ve Londra gibi farklı şehirler dolayısıyla kazandığı farklı kültürler arası bakış açısını müziğine yansıtıyor. Müzik kompozisyonunda, klasik müzik arka planını, kaçış, kamp kavramı, tutku ve sanattaki özgürlüğü ile yeniden yorumlarken yarattığı yeni stil kendi kültürüne de bir saygı duruşu niteliğinde.