Gözlemlerime göre ödev, ‘hedefe gittiğinden emin olunan eylemler’, oyun ise ‘hedefe gitmediği halde seni oyalayan, sadece hoş vakit geçirilmesine neden olan eylemler’ olarak anlaşılıyor. Yani ödev ders ise oyun teneffüs. Ya değilse?
Sonra büyüyorsun, yaptığın ödevlerin karşılığı olarak kurumsal bir firmada işe giriyorsun. Akabinde performans, takım çalışması gibi nedenlerle oyunlaştırılmış eğitimler giriyor hayatına…
Profesyonel Sporcu
Formula 1’i uzun yıllar sonra tekrar ülkemizde izlerken, yarış öncesi yayınlardan birinde sıralamalarda birinci olan Lance Stroll’un 22 yaşında olduğunu duyuyorum. “22 yaşında ve Formula 1’de start alıyor” diye düşünürken araştırmaya başlıyorum ve öğreniyorum ki, aslında ilk F1 start’ını 19 yaşındayken yapmış. Bu çocuk hiç mi ‘ödev’ yapmadı yahu?
Uluslararası seviyedeki profesyonel sporcuların ortak özelliği spora 3-4 yaşlarında başlamış olmaları. Babası Kanadalı bir milyarder olan Stroll için de böyle bu, Slovenya’nın mütevazı bir köyünde büyüyen, babası da motokros yarışçısı olan Dünya Motokros Şampiyonu Tim Gajser için de. Bu elbette, o yaşlardaki yavru insanın özgür iradesiyle alınan bir karar değil. Demek ki, ‘hedef, ödev ve oyun’dan oluşan bir denklem kurarsak ve bu denklemi bir tahterevalliye benzetirsek, rahatlıkla söyleyebiliriz ki ebeveynler bu kaldıracın altındaki denge merkezini oluşturan yerde duruyor. Denklem (tahterevalli) dengede ise başarı beraberinde geliyor.
Süreç değişiyor, hedefe giden yolda başlangıçla varış noktası arasında yaşananlar ve aileden gelen imkânlar değişiklik gösterebiliyor; sporda başarıya ulaşmak için yola çok erken yaşlarda koyulma ve yıllarını bu hedefe adama gerekliliği pek değişmiyor.
“Profesyonel olamadım”
Yaptığım hiçbir sporda profesyonel olamadım. Sporculuğum da tartışılır. Kendi denge merkezimi kendim oluşturduğumda ise profesyonel olmak için çok geçti. Buna rağmen tüm süreçte yaşadıklarımın hayatıma katkılarını ‘kek kalıbı değil, kekin kendisi’ diye özetleyebilirim. Her anına, her başarısızlığa, her yenilgiye değer. Ve farkında olmadan bu denklem, kendi dengemi bulmama, anlamama ve uygulamama yardımcı oldu.
Kendimi bildim bileli dengemle sık sık oynuyorum. ‘Sevdiğim şeyi, sevdiğim şekilde yapmak’ beni dengede tutuyor. Bunu yeni keşfetmedim. Ama bu formülü nasıl kullanacağımı fark ettikten sonra bilgisayar oyunundaki tüm özellikleri açan şifreyi bulmuş gibi oldu hayat. Bazen önce denge merkezimi oluşturacak hedefi koyuyorum, bazen de önce oyunu koyup onu nasıl dengeye alabileceğime bakıyorum.
Ödev / Oyun
İkisini ayrı ayrı ele almak ya da karşı karşıya yazmak çok doğru gelmiyor. Aslında iç içeler, birbirlerinin yerine de geçiyorlar. Şu an profesyonel olan futbolcu için geçmişte futbol oynadığı her an aslında ödevdi. Ama o an oyun oynuyor gibi algılanıyordu. Şimdi çok iyi yönetici olan biri için çocukken arkadaşlarıyla oynadıkları oyunu organize etmek aslında ödevdi. Ama o da oyunda görünüyordu.
Odağınızı ödevden alıp, oyuna verdiğinizde başarı geliyor. Hedefiniz bir bilim insanı olmak ise o hedefin oyunlarını oynayın; bir yarışçı olmak ise o hedefin oyunlarını. Yeter ki oynamaya gönlünüz olsun!
Bu yazı GQ Türkiye Denge sayısında yayınlanmıştır.
Sezer Savaşlı'nın Garaj'ın Genre'ı Olur Mu? yazısını da buradan okuyabilirsin.
Bir GQ Türkiye Orijinali GQ Garaj, ilk sezonu ile YouTube kanalımızda.