“Burası Karadeniz; serttir. Deniz, hayat, her şey burada başladı. Ben bu sahilde büyüdüm. Şişli Terakki’deyken, okuldan kaçıp buraya gelirdim. Otobüslerde bilet yakma sistemi vardı o yıllar, düşün. Şubat, Mart, Nisan fark etmezdi. Denizdeydik. Köyden çocuklarla, arkadaşlarımla... En büyük oyunumuz büyük dalgalardı. Gizlice suya girerdik, rüzgar yönünde karaya ilk kim çıkarsa kazanırdı. Yolda ağlayanlar, köpek balığı gördüm diyenler... İyi yüzücüler olduk zamanla.”
Biz kalın çoraplar, bilekli spor ayakkabılar ve montlarla kuma girip çıkarken Hakan elinde sörf tahtası, tişörtü ve çıplak ayaklarıyla süzülüyor. “Kai benden de genç adım atmış olabilir deniz macerasına.” Yanında oğlu Kai, eşi Seda. Kai’nin Hawaii dilindeki karşılığı ‘deniz’. Ondan bekleneceği kadar ‘cool’, elbette uzun saçlı, etrafta dev bir gülümsemeyle gezen, uğraşları olan bir çocuk. Surf School Istanbul’un en küçük sörfçüsü. Henüz dört yaşında, muhtemelen geleceğin uluslararası rider’ı. Birkaç gün önce ailecek sudalarmış. Tüm bu hikayeye başladığımız yerde, Kilyos’ta.
Hakan’ın eşi Seda ile beş yıl önce kurduğu Surf School Istanbul’un üssü, Suma’nın hemen yanında. Minik, geri dönüşüm bir kulübe. Yolculuğa emanet bir sörf tahtasıyla başlamış olsalar da şimdi raflarında dünyanın en iyi kite markaları var. İçinde oldukları her an müzik çalan bir kulübe bu. Kalabalık olduğunda herkesi etrafına toplayan büyük bir masaları ve bolca minderleri var. Beş yıldır bu sahilde sörf, dalga sörfü ve stand up paddle dersleri veriyor, geri kalan zamanda kendileri çıkıyor, arkadaşlarıyla laflıyor. Kumsal hayatı yaşıyorlar. Bir de Bali ayağı var bu hayatın; ilk giden Hakan. Sörfe orada vurulmuş.
“Hayatımda rutinden, çarklardan biraz bunalmıştım. Elimdeki her şeyi paraya çevirdim, bir arkadaşımla Hawaii’ye gidecektim. Nereden çıktı, neden Hawaii en ufak bir fikrim yok. Birlikte yola çıkacağım arkadaşım, ‘İki haftalığına Bali’ye gidiyorum sonra çıkıyoruz yola’ dedi. Bir buçuk belki iki ay sonra ‘Hawaii değil Bali’ye gidiyoruz’ diyerek döndü.” Bali’ye ilk kez 2006’da gitmiş Hakan, vizesinin hakkını verip altı ay kalmış. “28 gün sonra geri gittim. Sörfe orada merak saldım. Seda’yla da 2011 yılında, yine orada tanıştık.”
Hakan, Seda ve Kai hâlâ yılın belirli bir döneminde, yollarını kesiştiren Bali’de yaşıyor, orada da sörf yapıyorlar. Gittiklerinde kaldıkları yerlerden biri Canggu; bir kıyı köyü. “Orada büyüdük de diyebilirim aslında” diyor Hakan, “dünyanın en ‘cool’ köyü diyorlar orası için. Sörf için inanılmaz bir yer. Öte yandan Fransız, İngiliz, Türk, Cezayirli; farklı kültürlerden ve ülkelerden insanlarla bir araya gelip harika sohbet edebiliyorsunuz. Bizim için tek dert uçak biletlerinin pahalılaşması. Hayatımızın bir yarısı hatta daha fazlası orada. Her seferinde başka bir mahalleye, başka bir köye taşınıyoruz. Oraya özgü hayat, şimdi biraz turizmle azaldı. Zengin oldular. Trump bile otel açtı. Eskiden bir tane Ferrari vardı Bali’de. Bir otel sahibine aitti, herkes dalga geçerdi. Şimdi Lamborghini’ler, Ferrari’ler geziyor. ‘Bebek’te bunu daha güzel yapıyorlar’ diyen bir Türk’e denk gelebiliyorsunuz bir yerde.”
Bir Bali yerlisi kadar turizmin dönüşümüne hakim Hakan. Yadırgamıyor da bir yandan. “İnanılmaz bir enerji etrafında toplanıyor Bali’de günlük hayat. Kolay, yavaş ve doğası gerçekten çok güzel. O yüzden herkese göre bir şey var. İddialı resort’larda lüks kafa tatili yapanlar da eminim kendilerince tadını çıkarıyorlar buranın. Çok acayip insanlarla yolunuz kesişiyor. Hollanda gece hayatının önemli isimlerinden bir arkadaşım vardı, ‘Mom’ derdim hatta ona. Akciğer kanseri teşhisiyle son günlerini geçirmek için Bali’ye gelmişti. Altı ay ömür biçilmişti üç yıl yaşadı. Bali herkese, belki frekansı farklı ama, iyi bir enerji veriyor.”
Genel anlamda maddi hırslardan uzak yaşıyorlar. “Hiç zengin olmak gibi bir derdimiz olmadı. Çorba pişsin, tencere kaynasın yeter. Bir şort-tişört, ayakkabı yok. Kumda uyu, az karnını doyur, sörf yap. Öyle bir dönem de yaşadık. Tam sörfçü hippi hayatıydı. Yaşamış olmak için değil. Gerçekten hiç paramız kalmamıştı. Beş parasız ama çok mutluyduk.”
Benzer ölçüde bir mutluluğu yakın zamanda Surf School Istanbul olarak da yaşamışlar. “Serkan Erkek diye bir çocuk var kite’cı. Baksan serseri, saçlar dağınık ama çok yetenekli bir çocuk, tam bir sörfçü. Sokaklarda büyümüş. Bir karavanda yaşıyor Alaçatı’da. Ona destek amaçlı tüm ekipmanını sağladık, sponsor olduk. Serkan ilk yılda Türkiye Şampiyonu oldu. Distribütörlüğünü yaptığımız Alman firma uluslararası bir rider olarak onunla çalışmak istediklerini iletti. İşte bu muhteşem bir şey. Bir ekipman tamamlamak 5000-6000 Euro’dan başlıyor. Genç ve hevesli ya da iyi bir rider sporcu için heves düşürücü ya da imkansız rakamlar. Kilyos’ta ‘Al kite’ı keyfine bak’ diyerek güzel çocuklar yetiştirmeye başladık. Onlara fırsat sunuyoruz. Ayvalık’ta bir köyden gelen bir kite’çımız var, başka sporcular da… Onun dışında CEO’lar, gelip burada ders alıyor. Türkiye’de sörfü kabul ettirmeye başladık. Bence bu hikaye kimlere ulaşırsa ulaşsın en güzel kısmı bu.”
Öyle kolay değil tabii Türkiye’de sörf tahtanı alıp açılmak. Burası Los Angeles’a benzemez. “İlk başlarda polis, jandarma sıkıntı yaşıyorduk. Kelepçelendiğimiz oldu. Şikayet geldi. Hemen boşaltın. Öleceksiniz, boğulacaksınız diye. Deniz kültürü yok. Biz biraz da profesyonel deniz sporcuları yetiştirirken buna yoğunlaşıyoruz. Okyanus ülkelerinde deniz eğitimine anaokulunda başlanıyor. Bizdeki algı ‘Denize girersen boğulursun’dan ibaret. Öğretmek yerine anlaşılması güç grafiklerde uyarı tabelaları dikiliyor bu ülkede.” Peki sörf alışkanlıklarında bizi farklı kılan bir şey var mı? “Bir şekilde öne geçmek. Trafikte, banka sırasında. Her yerde görüyorsun. Elbette sularımızda da var” diyor Hakan gülerek.
Sörfün iyi hissetmekle, mutlulukla bağları çok güçlü. Ve Kilyos’ta, bir taraftan ciğerlerimizi deniz havasıyla doldururken Hakan’ın yüzündeki dinginliği görmek bu fikrimizi daha da sağlamlaştırıyor.