Geçmediğimiz, kapattığımız kapıların ardında neler vardı kimbilir… Sosyal medyadaki “This could be us but you playin”in meme’lerinin tam ortasındaki hayat mı o kapıların ardındakiler? Ya da Sliding Doors filmindeki gibi, eninde sonunda aynı noktaya mı varıyor tüm kapılar?
Taşınmama kararı verdiğin şehirde neler bekliyordu seni? Bugün sabah evden çıkmadan mesajlara bakmaya karar verdiğinde, yolda başına gelebileceklerden ne değişti? Butterfly Effect filmindeki gibi, kelebek etkisi teorisinin anlattığı gibi, verdiğimiz her kararda görünmez ağlarla bağlı olduğumuz tüm dünyayı etkiliyor muyuz sahiden?
Size de çok tuhaf gelmiyor mu aynı anda hem bunca güce sahip olup hem de dünyanın gidişatı ile ilgili hiçbir şey yapamıyor olmak?
Ne geri dönüşüm çöplerini sabırla ayırmanız, ne fazla enerji israfı olmaması için kapattığınız ışık ne de paylaştığınız hashtag’li story bir fayda etmeyecek iklim değişimini önlemek için. Fazla yememeyi ve spor yapmayı seçerek kendiniz için en iyisini yapıyorsunuz ama genlerinizi değiştiremiyorsunuz.
Tüm evrenin işleyişini, mucizelerini içimizde taşıyoruz. Her bir hücremiz ayrı bir evren parçacığı. Buna rağmen evrenden kopuk yaşıyoruz çoğunlukla. Çünkü trafikteki bir hıyar, izlediğimiz dizinin devamı, işyerinde sürekli bacaklarını sallayarak dikkatimizi dağıtan kişi, almayı planladığımız yeni eşyalar, iPhone fiyatları, tüm bunlar ve fazlası, gerçekte ne olduğumuzdan, nerede yaşadığımızdan ve neler yapabileceğimizden çok daha önemli hayatlarımızda. Ve hayat böyle geçip giderken açmadığımız ya da kapattığımız kapıların ardındakileri hatırlamamak için daha hızlı, daha öfkeli, daha hırslı yaşıyoruz.
Sonra göz kenarlarımızda kaz ayakları, çenemizin altında gıdı, alnımızda zaten olan kırışıklıklar ve daha az gülümseyip daha yorgun olduğumuz, daha az içip daha çok hangover olduğumuz zamanlar başlıyor. İşte o zamanlarda “acaba”lar ve “keşke”ler buldukları her boşlukta aklımıza düşüyor. Bazen bir film izlerken, bir şarkı dinlerken, gelen bir kokuyla, gördüğümüz bir rüyayla birlikte konuşmaya başlıyor o acaba’lar, keşke’ler. Bakmayın siz tüm öğretilerin “keşke”den korkmasına. Aman işte hayatınızı keşke demeden yaşayın, ölürken keşke’leriniz olmasın, keşke dememek için takla atın… “Keşke” dediğiniz her an, bir seçim yaptığınız andır. Seçim şansınız vardı ama doğru ama yanlış, büyük ya da küçük bir seçim yaptınız. Seçim şansınız vardı, her saniye var ve bunu kullanıyorsunuz. İyi ki keşke’leriniz var, demek ki yaşıyorsunuz ve yaşamınızın nasıl olacağını kendiniz seçiyorsunuz. #keşkelerinizisevin
Herkes “Yazma” derken sizin eski sevgilinize mesaj atmanız, cesur ve umutlu bir seçiminiz - eğer sevgisizliğe, aynı yaralara bağımlılığınıza hizmet etmiyorsa. “Keşke mesaj atmasaydım” dediğinizde bile bir seçim şansınız var: Kendinize kızmak ya da “ben elimden geleni yaptım, içim rahat” diyebilmek. Geri dönüşüme attığınız her plastik şişe, dünya için kendinize düşen görevlerden birini yapma seçiminiz. Yürürken çarptığınız, tanımadığınız insandan özür dilemek, iyi ve kibar bir insan olmaya yönelik seçiminiz. Bu özrünüz ile çarptığınız kişi kendini görünür, değerli hissedecek; o da bir başkasına çarptığında özür dilemeyi hatırlayacak belki de. Bu bir zincir. Tıpkı taksicinin kornasına öfkelenip daha çok korna çalarak uyandırdığınız bir bebeğin annesinin size küfretmesi, öfkesi dinmemişken gelen kargo kuryesine kaba davranması, buna üzülen kargo kuryesinin dalgınlıkla bir bisikletliye çarpması gibi giden sonsuz bir zincir.
Bugün geçtiğiniz kapılar, hem kim olduğunuzu hem de hayatınızın devamında hangi kapıların sizin için açılacağını gösteriyor. Bugün aklınızdan geçenler, tüm dilekleriniz, tüm seçimleriniz, tüm kibriniz ve tüm kıskançlığınız evrenin geri kalanını etkiliyor. Ve size rağmen dünya dönüyor, mevsimler değişiyor, ağaçlar ne olursa olsun vakti gelince yeşilleniyor ya da yaprak döküyor, gökkuşakları çıkıyor, yaseminler mis gibi kokuyor, bebekler doğuyor. Bu kadar önemli ve bu kadar önemsizsiniz evrenin bir noktasında. Siz, ben, hepimiz ve açmadığımız kapıların ardında yaşayan diğer benliklerimiz…