Karşıyaka’daki döneminizde de, ikinci döneminizde de hep vurguladığınız bir şey var: Yaptığınız kısa, orta ve uzun vadeli planlamalar. Karşıyaka ile ilk şampiyonluğunuzda rakiplerinize kıyasla düşük bir bütçeyle, 32-35 milyon Euro mertebesinde olan, o zamanki adıyla Fenerbahçe Doğuş, bugünkü Fenerbahçe Beko’yu yendiniz. Ki zaten Anadolu Efes haricinde bunu yapabilen olmadı. Şimdi ikinci döneminiz. İkinci dönemin meydan okumaları arasında neler var?
Benim 2012-2016 dönemi, senin de söylediğin gibi orta uzun vadede planlanmış, hatta iki sene olarak başlamış fakat dört seneye uzanmış, dördüncü senesinde Euroleague’e varmış büyük bir başarı hikayesi. Dolayısıyla iki sene önce, tek liglerde ikinci defa Karşıyaka ile bir araya geldiğimizde beklentilerin hemen hemen aynı seviyede olacağı beklediğim bir durumdu. Ama tabii dönüp bakınca da, verdiğimiz üç senelik bi ara var. O üç senede Pınar Karşıyaka maalesef ki play-off’lara girememiş. Ortada bir takım yok, yeni bir yapılanma var ve bu her ne kadar sıkıntılı bir süreç olsa da, beklentiler çok. Önümüzdeki en büyük imtihan buydu ama bunun doğrultusunda da ben hep şunu söyledim: Meydan okumak, bir hedef koymak, o hedefe ulaşmak için etrafındaki insanları kenetlemek veya takımı hazırlamak bizim işimizin bir parçası. Belki herkes bunu düşünmüyor ama bu baskıyı en başta ben kendime yapıyorum. Senin söylediğin gibi çok daha mütevazı bütçelerle, çok daha büyük bütçelere deyim yerindeyse “saldırıyoruz”, yenmeye çalışıyoruz. Zaten spordaki en büyük hadise sürdürülebilir başarıdır.
Geçen seneye baktığımızda yepyeni bir takım görüyoruz: 11-12 oyuncu asistan koç ile beraber geldi ve uzun süre bizi ligde lider götürdü. Pandemi dolayısıyla yarıda kaldığı dönemde lig ikincisiyiz ve Avrupa’da yarı finaldeyiz. Açıkçası kupayı domine ettiğimiz bir dönemde bir şanssızlık yaşadık. Biz büyük ihtimalle geçen sene bir Avrupa kupası sahibi olacaktık. Pınar Karşıyaka tarihinde bir ilke daha imza atacaktık ancak olmadı. Fakat benim sporculuğumda da böyle oldu. Ben sporculuk hayatımda ilk defa 1992 senesinde final oynadım. Henüz 20 yaşındaydım. Bugün şampiyonluklardan, finallerden konuşuyoruz, kelimeler ağzımızdan kolay dökülüyor ama 1992 senesinde böyle bir şey dediğinizde size tereddütle bakılırdı, inandırıcı duyulmazdı. Oyunculuğumda da hep bu hayalleri kurdum, koçluğumda da işime tutkuyla sarıldım. Koçluk çok zor, çok meşakkatli ama bunların birleşiminden de bu tip planlar, hedefler ve başarılar çıkıyor. Vardığınızda ise kendinizi yenileyip, besliyorsunuz.
Birçoğunun hayalini kuramayacağı başarılara imza attınız. Bu hayallere koşarken ilhamı, motivasyonu nerede buldunuz?
Öncelikli olarak başarının kendisinden besleniyorum, verdiği hazdan. İkincisi Karşıyaka semtiyle, taraftarıyla çok uyuşan tutkularım, hırslarım, hayallerim... Ben 2012 senesinde Karşıyaka’ya gelmeden önce de Karşıyaka’da basketbol vardı. Seyircisi zor bir deplasman. Bir iki sene içerisinde üç galibiyet alıyor, play-off’u belli bir yerde bitiriyor fakat ondan sonrası yok. Sezon içinde Fenerbahçe’den Anadolu Efes’ten bir iki galibiyet alabiliyor ama sürdürülebilir değildi. Bana kalırsa ben ve ekibim bunu değiştirdik, sürdürülebilir başarıyı mümkün kıldık. Herkesin bir hayali vardır fakat herkes bu hayale ortak olamaz. Bunun için inandırıcılık, sürdürülebilirlik gerekir. Türkiye Kupası, Cumhurbaşkanlığı Kupası… İlk turda Banvit’i eledik, daha sonra Fenerbahçe ve Anadolu Efes… Oluşturduğumuz sinerji beni besledi. Ben o semtte dolaşırken, bu salonda maç yönetirken de bu sinerjiden besleniyorum. Çok büyük bir sevgi ve saygı var. Bu sevgi ve saygı karşılıklı olduğunda birbirimize daha sıkı kenetlendik.
2015 tarihi bir sezondu. Şimdi ikinci dönemde, gösterdiğiniz başarılar dolayısıyla çıtayı yükselttiniz. Bu büyük başarıdan sonra yakın dönemde Karşıyaka için ne hayal ediyorsunuz?
Beklentileri biz yarattık ve bu beklentileri karşılayan bir yolda yürümem gerekir. Pınar Karşıyaka ile en büyük hayalim bir Avrupa Kupası kazanmak.
Türkiye’de basketbolu altyapı seviyesinde bile seyredilir hale getirmek için neler yapılabilir?
İlk olarak spor kültürünü okullara tanıtmak ve bunu yaparken küçük yaşlara kadar inebilmek. Kültürün bir parçası olabilmek için çocukların branş hocaları olmalı. Salonların ve dolayısıyla imkanların çoğalması gerekir. Var olan yerlerde eksikliklerin giderilmesi gerekir. Herkes A Takım antrenörü olmak istiyor ama bir altyapı antrenörünün önemi yadsınamaz. Beni teknik anlamda yetiştiren çok değerli insanlarla tanıştım ve bunun artısını hala hissediyorum.
Karşıyaka ile eşsiz bir bağ kurdunuz ve bu birliktelik basketbolda pek çok ilkin yaşanmasına öncülük etti. Basketbolu meslek olarak icra ederken tutku ile profesyonellik arasındaki dengeyi nasıl sağlıyorsunuz?
Sporculukta forma nasıl sırılsıklam oluyorsa, benim de sahada gömleğim öyle oluyor. O tutku her an benimle. Bu enerjiyi, tutkuyu Karşıyaka semtine, taraftarına geçirebildiğimi düşünüyorum. Bununla birlikte gelen başarılar hepimizi heyecanlandırıyor. 2012-2016 yılları arasında, mücadelelerimiz haricinde arka arkaya gelen finaller, kupalar ve başkanlarımız sayesinde coşkulu Karşıyaka karakterini canlandırma fırsatımız oldu. Birçok şampiyonluk, kupa, madalya kazandım ama günün sonunda en büyük kazanımlarıma baktığımda ismimin verildiği Karşıyaka Kulübü’nün altyapı salonu ve park akla ilk gelenler oluyor. Hala bu meslekteyken, takımın başındayken böyle değerlere sahip olabilmek benim en büyük kazanımım.
Türkiye’de genç bir basketbolcu adayı belli bir yaşa geldiğinde büyük bir ikilem ile karşı karşıya kalıyor: Eğitim mi, basketbol mu? Genç adaylara serüvenlerini sonlandırmamaları adına neler tavsiye edersiniz?
Üniversite çağına dek zaten mutlaka eğitim alınmalı. Artık becerileri ve yeteneği haricinde kendini doğru ifade edebilen, iletişim kurabilen, bilgi sahibi olan insanlar aranıyor. Onun ötesine gittiğimizde bana göre tıkandığımız yer yine sistemin kendisi oluyor. Spor ağırlıklı okullarımız olmalı. Ailelerin de rolü büyük. Karar dönemlerinde aileler de biraz soğukkanlı davranmalı diye düşünüyorum.
Sporun ülkemizde bir kültüre dönüşebilmesi adına rekreatif çalışmaların yeterli olduğunu düşünüyor musunuz? Yakın zamanda takip ettiğiniz, örnek teşkil edebilecek çalışmalar var mı?
Yeterli olmadığını düşünüyorum. Altyapı olarak, Banvit’in yaptığı bir organizasyon vardı. Aslında bugün hala Beşiktaş’ta konuştuğumuz Alperen’ler, Şehmuz’lar… Bu kişiler sonuçta Beşiktaş’a Banvit’in altyapısından alındılar. Fakat bu organizasyon yaşayamadı, devam ettiremedi kendini çünkü şartlar kolay değil. Sistemin kendisine dikkat etmeli; oyuncuları al, lojmana yerleştir, salonun olsun… Bu sistemin iyi bir oyuncu verme garantisi yok. Görgünün, kültürün, arkadaşlıkların içinde olduğu bir sistem düşünmemiz gerekiyor. Bu değerler de en az dersler kadar önemli. Radikal bir karar alıp bu sistemi başlatmalıyız, gelecek kuşaklara bu kültürü aşılamamız lazım.
Stilinize gösterdiğiniz özeni saha kenarına da taşıdığınızı görüyoruz. Siz stilinizi nasıl tanımlıyorsunuz?
Aileden aldığım görgünün stilimde büyük bir yeri var. Özellikle rahmetli babam giyimine çok dikkat ederdi. Nihayetinde içimden gelen bir şey. Sonuçta bir salon sporu yapıyoruz. Birçok izleyenimiz var. Sadece salonda bulunan taraftarlar değil, televizyon başında izleyen bir sürü genç arkadaşımız oluyor. Oraya eşofmanla çıksam bambaşka bir duruşu olacak ama takım elbise giymek, o dikkati vermek benim hoşuma gidiyor. Olmazsa olmazlarım arasında yüzük ve saati sayabilirim. Artık mavi gömlek de girdi gardrobuma. Onu kimi zaman zırh gibi kullanıyorum. Bir taraftan da pandeminin bize hatırlattığı salaş eşofmanlar, şalvar pantolonlar var fakat jean her zaman vazgeçilmez bir parça.
Bu röportaj Hedef Hep Daha İlerisi: Ufuk Sarıca başlığıyla #GQYaz21 Summer of Sports sayısında yayınlanmıştır.